Meşrutiyet Arefesinde Manastır’da ve Tüm Anadolu’da İsyan Hazırlığı
Meşrutiyet Arefesinde Manastır’da ve Tüm Anadolu’da İsyan Hazırlığı
Selanik merkezi Paris’e bunları bildirirken Manastır heyet-i merkeziyesi keza Paris’e yazdığı mufassal bir mektubunda Terakki ve İttihat Cemiyetinden bir çok şeyler istiyordu. 11 Mart 1908 tarihli olan bu mektubun muhteviyatı Manastır heyeti merkeziyesinin mevcut teşekküller içinde en kuvvetlisi olduğunu ispat ettiğinden ve aradan dört beş ay geçmeden bu kuvvet ve kudretini de hakikaten göstermeğe muvaffak olduğundan mektubu aynen aşağıya dercediyoruz:
“Manastır Heyet-i Merkeziyesi, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin harici heyet-i merkeziyesinden atideki hususları rica eder:
1- Şu son günlerde Selanik’te vaziyet biraz müşkülata maruz kaldığından, dahili merkezi umumi vazifesini istediği gibi sür’at ve sühuletle ifa edemiyor. Bu veçhile dahili merkezlerle umumi merkez ve dolayısıyla harici merkez arasındaki irtibat ve muhabere tehlike ve müşkülatla cereyan ediyor. Bu sebebe binaen harici merkez imkanın müsaadesi halinde diğer merkezlere de gazete vesair evrakı göndermek, mühim ve az zamanda intişar ve tamimi istenilen havadis ve tebligatı ita eylemek lütfunda bulunmalıdır.
2- Posta hizmetini tanzim ve teshil maksadiyle Manastır heyeti; Alasonya – Tırnova, Meçova – Yanya, Loros – Narta, Loros- Preveze, Yanya – Sarandos, Elbasan – Dıraç – Tiran yollarını açmak teşebbüsünde bulunmuştur. İnşallah az zaman da muvaffak oluruz. Bu sayede Osmanlılık, bilhassa İslamlık aleyhinde hareket eden Toskalılar, Manastır – Ohri – Debre – Elbasan – Tiran – Diraç hattiyle Kesriye – Gazebine – Sarandos – Yanya – Meçova hattı arasında mahsur kalarak Kega’larla Çam’lardan ayrılmış bulunacaklardır. Bu veçhile bu mıntıkaya da hulul ve nüfus imkan altına alınmış olacaktır.
Şimdiki hadise birinci hattın Elbesana kadar olan kısmı bizde olduğu için Takalık amalinin şimale sirayetine mani olunmaktadır. Hattın kalan kısmı ise inayeti hakla yakında elde edilerek maksada vüsul müyesser olur.
Zaten Kega’lara telkin edilen ihtar sayesinde de, Osmanlılık ittihad-ı umumiyesine yanaşmaktan kat’iyyen imtina eden Toska’lara karşı sarsılmaz bir nefret vücuda getirilmiştir. Onun için bunların şimalde emellerini neşr-ü tervice muvaffak olmaları kabil değildir. Bu halde, yukarıda bahsedilen hat bizim cenuba doğru nüfuzumuza, terakkiperverane emellerimizin tevessüüne ve hariçle irtibatımızın teminine yarayacaktır.
Cenubtaki hatta gelince burada elimize girmemiş yalnız Meçova kalmıştır. Bunun yakınlarda girmesi kaviyyen memuldür. Bu halde Toskana’ya uğramaksızın Yanya ile ve oradaki Avusturya ve İtalya postaları vasıtasiyle hariçle her türlü muhabere temin edilmiş olacaktır.
Yanya – Sarandos yolu henüz açılmamıştır. Bu, biraz zamana tevakkuf edecektir. Bu maksadın temini için de cenubî Arnavutluğun, yani Çam’lığın elimize geçmesine kat’i ihtiyaç hissedilmiştir. Buna binaen Margaliçe, Aydonat ve Filat’tan birer mühim zatın buraya celbine teşebbüs olunmuştur. Az zamanda oralarını Osmanlı ittihadına sokacakları kat’i ve kavi surette memuldür.
Süni olan şu iki kavi unsurun arasında kalmış olan Toska vatandaşlarımızın ister istemez bu ittihada girecekleri şüphesizdir. Binaenaleyh, şu maksatları temin için gazetelerimizde münasip makaleler neşri rica olunur.
3- Cemiyet efradının teslihi zaruridir. Umum efradın aynı silahla teçhiz ve teslihinde de daha büyük fayda vardır. Bunun için – mümkünse – hariçten silah getirilmesi umumi merkeze yazılmıştı. Muvafık görüldükleri halde henüz cevap gelmemiştir. Biz ise Cemiyet efradını, aynı sistem silah gelecek diye avutmaktayız. Eğer kabilse Barabellum ve Webley Scolt rovelverlerinin fabrikaları ile muhabere ediniz. Bunlardan her birini yüzer domdom kurşunu ile kaça vereceklerini öğreniniz. Manastır mıntıkası için şimdi en aşağı 500 rovelvere ihtiyaç vardır. Bu işte tüccarın edeceği karı Cemiyetimiz edeceğinden ilk ağızda 500 lira kadar fazla bir varidat temin edilmiş olacağı gibi yukarıda bahsettiğimiz tabancalar da balistikiyet hassaları cihetiyle en iyi silahlardan maduttur. Bunların memleket dahiline serian ithali hakkında müzakere ederek neticeden haberdar edilmemizi rica eyleriz.
Bu tabancalarla beraber dinamit ve bombalar da nazar-ı itibara alınsın! Bunların, ziyade miktarda bir defada veya azar azar ithali çareleri düşünülsün, fabrikalarla müzakere edilsin. Onların tesirleri ve suret-i istimalleri hakkında bir muhtıracık tabettirilmesi de muvafıktır.
Ordu dahilinde bir çok mevkilerde eski toplara mahsus dökme demirden içi boş muhtelif çapta bir çok yuvarlak mermi vardır. Bunların ne ile, ne yolda ve ne nisbetle imla edilecekleri ve nasıl ateşlenip istimal olunacakları bildirildiği halde bu ihtiyaçta bertaraf edilmiş olur.
Şayet bunların hariçten ithallerinde atlatılamayacak müşkülat varsa ve imla ve istimal tarzları mahir ve ustanın vücuduna mucip ise Ermeni vatandaşlarımızdan bunların imal ve istimaline aşina muktedir bir zatın buraya gönderilmesini arzu ederiz. Biz o zatı burada inayet-i hakla istediği gibi saklarız.
4- Müslüman vatandaşlarımıza namiyle cebe sığacak kadar ufak hacimde, açık ibareli muhtasar ve müfit bir risaleye kat’i ihtiyaç vardır. Bu risalede Abdülhamid’in şahsından seyyiatından bahsedilmemek üzere tekmil fenalıklardan ve bunların şeriat-ı İslamiye’ye muvafık olmadığı ve Hristiyan vatandaşlarının hürmet ve riayetin dinen bize borç olduğundan bahsedilsin.
Hristiyan vatandaşlarımıza namiyle böyle ufak bir risaleye lüzum vardır. Bunda da ittihattan, vatanın selametine çalışmaktan, harici hükûmetlere aldıkları para mukabilinde hizmet etmekte bulunan komitelerin telkinatına kulak asmayıp Müslümanlarla elele vermeleri lüzumundan bahsedilmelidir.
Bu gibi risalelrin ahali üzerinde pek büyük tesiri olduğu tecrübe edilmiştir. Onun için imsak ve ihmal olunmayıp bunların serian ve fazla miktarda irsali kemal-i ehemmiyetle rica olunur. Zira bu ihtiyaç bundan takriben üç ay evvel hissedilerek umumi merkeze yazılmış ve tabedilmekte bulunmuştur.
5- Abdülhamid’in şahsi aleyhindeki makaleler henüz neşvünema bulmamış efkarda şüphe yok ki millet, nispet kabul etmez bir ekseriyetle bu halde suitesir hasıl ediyor. Onun için gazete ve neşriyatta şahıs hakkında lisanın tadil buyurulması veya hiç şahından bahsedilmemesi hassaten rica olunur.
Gazetelerde saray hayatından, onun metanet ve denaetinden bahsolunacak yerde hamaset-i milliyemizi, mefahir-i kavmiyemizi ihya edecek makalelerden, ahlaki faziletlerimize, uluvvücenabımıza şahit olacak tarihi vakalardan, bahusus Müslümanların Hristiyan vatandaşlarına karşı borçlu oldukları hürmet ve riayetten ve bu husustaki tarihi misallerden bahis buyurulması acilen lazımdır.
6- Yukarıdaki mütaleattan anlaşılacağı vechile gazeteye şiddetli ihtiyaç vardır. Bunun sürat ve intizamla irsali çarelerinin tedariki son derece lazımdır. Bu, bütün ahrarın hergün gazetenin vürudu hakkında malumat almak için sordukları mütehalikane sualleriyle de sabit olmaktadır.
Kongre muhteviyatını neşreden yalnız bir tek meşveretten sonra buraya gazete gelmediği taaccüp ve hayretle arzolunursa, zamanın ne kadar sabırsızlıkla geçtiği kolayca anlaşılır.
Manastır merkezi, gazetemize arzettiğimiz makaleleri hazırlamak için bir tahrir heyeti teşkil etmiştir. Gazetelerin gelmemesi üzerine bu da yüzüstü kaldı. Her ne kadar burada müstensihten ibaret olmak üzere üç ufak matbaası varsa da, bunlar bizzat kasabada bulunan yüz kadar şube ile bir çok kaza idarelerine, zabt-ü rahtın temini vesair işlerin kolaylaştırılması maksadıyla vücuda getirilen tamimlerin neşrine ancak kifayet edebiliyor.
Bundan başka müstensihlerle neşredilecek bir makale ile hurufatla neşrolunması arasında manevi tesir itibariyle pek büyük bir fark vardır. Bununla beraber bu son içtimada vilayet teşkilatının ikmalinden sonra vilayet içindeki heyetlere ve şubelere ait olmak üzere her on beş günde bir çıkmak, hükûmetin Cemiyet hakkındaki takikatı ve icraatından, efradın tehzip ahlakından vesaireden bahsetmek üzere bir gazetenin neşri karar altına alınmıştır. Onun için hariçte çıkan gazetenin de muntazaman gönderilmesi lüzumunu tekrar hatırlatıyoruz.
7- Tabii malumunuzdur ki dahili teşkilat nizamnamesi yapıldığı zaman Cemiyetimiz bu kadar terakki etmemişti. Şimdi ise yeni ihtiyaçlar baş gösterdiğinden talimatın bazı cihetlerinin noksan olduğu görülüyor. Her şeyin yavaş yavaş tekemmül etmesi şüphesizdir. Onun için bu noksan, iktidarsızlık seyiesidir gibi bir iddia da bulunduğumuza hamledilmiştir. Komitecilikte dehşetli adımlar atan tecrübeli Bulgarların bile talimatı her sene, noksanlarının ikmal maksadiyle bir çok tadilata ve ilavelere tabi tutulmaktadır.
Şimdilik en büyük ihtiyaç vilayet teşkilatında görülüyor. Bu ihtiyaç, teşkilatı bilen kazaların çokluğundan dolayı bütün kuvvetiyle baş gösterdiğinden, umumi merkezin reyi ile vilayet teşkilatı karar altına alınmış ve 1324 senesi birinci gününden itibaren icra ve ilan edilmesi tamim olunmuştur. Binaenaleyh, buranın mührü nefs-i kaza ve civar köyleri heyetine teslim edileceğinden vilayet merkez heyeti için Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Manastır Vilayeti namiyle yeni bir mühre şiddetle lüzum vardır.
Evvelce umumi merkez vasıtasıyla yazıldığı gibi teşkilatı ikmal edilmiş olan Resne, Ohri, Debre, Elbasan, Florine, Pirlepe, Kırçova, Kesriye, Nasliç, Grenye, Alasonya, Serfiçe, Kozane, Kayalar kazalarına ait 14 mühürle beraber vilayet mühürünün ve armasının süratle irsali müsterhamdır.
8- Harici merkezimizce talimatla tadilat yapılması muvafık görüldüğü taktirde, Makedonya’da teşkilatı olan komitelerin dahili talimatı ve bilhassa Bulgarların ki tetkik edilsin. Bu meyanda Ermeni vatandaşlarımızın talimatı da nazar-ı dikkate alınarak ceza kısmı ile beraber bir proje tanzim edilsin. Burada umumi maksat açık bir suretle belli olsun. Buna vusul için sırasiyle tutulacak yollar gösterilsin. Umumi vaziyete ait fikirler burada tasrih edilsin.
Yine bu nizamnamede teşkilata son derecede ehemmiyet verilsin. Vilayet, liva, kaza, nahiye ve köy teşkilatı kabul olunsun. Her birisinin hususi ve umumi vazifeleri kat’i surette muayyen olsun. Fevkalade ahvalde dahi umumi maksatı vefa edecek surette kudretlerine göre iş görebilmeleri salahiyeti derecelerine göre bu heyetlere bahşedilsin.
Tahlif heyetlerinin vazifeleri meyanında havas, avama ve askeri efrat ile Hristiyan vatandaşlarımıza ait olmak üzere birer kısa, fakat tesirli nutuk tahlif suretinin bulunması muvafıktır.
Posta hizmetleri ve vazifeleri postacıların intihabı ve fedakarlıkları gayet vazih olarak yazılmalıdır. Fedailerin Cemiyet zabıtası sıfatiyle haiz oldukları vazifeler kat’i bir surette tasrih edilmelidir. Çetelerin ve çete reislerinin vazifeleri ve icraatı da bütün teferruatı ile bilinmelidir.
Cemiyet efradından birinin veya bir kaçının birden tevkifleri halinde yapacakları işlerle diğer efradın bu husustaki vazifeleri keza mukarrer ve kat’i olmalıdır. Bu meselelere dair seri cevabınızı bekliyoruz.
9- Talimatın ceza kısmında dayak meselesinin nazar-ı itibara alınmamasını, yani vahşet alaimi ile mizamnamemizin lekelenmemesini rica ederiz.
10- Yeni projede köy idarelerine ve köy muhafaza çetelerine büyük bir ehemmiyet atfedilmelidir. Köyler fevç fevç gelmektedir.
11- Köylülerin muhafaza ve hukuku ve tekmil vatandaşlarımız arasında bir uhuvvet ve adalet tesis ve firarilerimizin himaye ve muhafazası mühim postaların nakli maksadiyle şimdilik efkarı tenvir edilmişse ki, köylü ve şehirli reislerin ve ileride tecrübeli genç ve faal zabitlerin idaresinde çeteler teşkiliyle gezdirilmesine karar verilmiştir. Bunda siyasi bir mahzur olup olmadığını lütfen bildiriniz. Bizim çete teşkil etmemiz Avrupa efkarında nasıl bir tesir husule getirecektir? Bu hareketimizi emellerine muvafık görmeyen hükûmetlerin bu husustaki müdahaleleri ve tesirleri ne neticeye mucip olacaktır? Abdülhamid, Mabeyin ve İstanbul hükûmeti buna hangi nokta-i nazardan bakacaktır? Velhasıl bu çetelerin umumi maksada ne derece tesiri olacaktır? Buralarının lütfen iş’arı rica olunur.
12- Haricen bazı konsoloshanelere veya Sefarethanelere müracaat edilirse acaba evrak ve eslihanın memleket dahiline sokulmasına delalet ederler mi? Bu hususta İngiltere, Fransa ve Romanya konsoloshanesinden yardım beklenebilir mi? Bu babtaki mütalealarınızı ve teşebbüslerinizin neticesini bildirmenizi rica ederiz.
13- İngiltere Konsoloshanesi hemen iki aya yakın bir zamandan beri her gün bandıra çekiyor. Bundaki maksat nedir? Hariçten ve dahilden İngiliz Konsoloshanesi’ne müracaat edilerek Bulgarlarla yapıldığı gibi İslam ahalinin de idareten tevkif olunamamaları tavassutu istenilse acaba bundan bir mahzur doğar mı?
14- Ulahlar da ittihada talip olmuşlardı. Bu hususta Selanik merkezi umumisi kendileri tarafından gösterilecek zevat ile Selanik’te müzakere edeceğini vad eylemişti. Fakat aradan epeyce bir zaman geçtiği halde bu müzakere yapılamadı. Onun için Ulahlar ümitsizlik eseri göstermeğe başladılar. Çok şükür dün akşam Selanik’ten gelen memurla bugünden itibaren müzakereye başlandı.
Yunun hududundaki Ulahların komitelerini muhafaza etmek suretiyle de büyük istifadeler memul olduğundan, bu işin biran evvel halli lazımdır. Ulahlar, kendileriyle beraber Toskalarla Bulgarların bir kısmını da bu ittihada sokacaklarını vadediyorlar. Bu ittihat, Romanya Konsoloshanesi’nin evrak vesaire ithalinde yardım etmesine mucip olacaktır.
15- Bilfarz bir kasabada hükûmetin Cemiyetimize, velev hafif olsun, bir darbe vurmak istediği bir zamanda o mevkide veya civar birkaç mevkide asakir ve ahalinin umumi maksadın tatbiki, zamanından evvel silaha sarılarak o resmi makamı abluka etmeleri, hatta daha ileri giderek şehri bombardımana tutmaları haricen ne gibi mazaratlar tevlit edebilir? Bu hususta da mufassal mütaleanızı isteriz.
16- Mıntıkamızda bulunan kıtaların hemen hepsi elimizdedir. Şimdi küçük zabitleri bile Cemiyetimize ithal ediyoruz. Efrat ise umumi maksada yardım için fikren hazırlanmaktadır…
17- Erzurum ve Diyarbakır’dan halı ticareti maksadıyla buraya birkaç büyük zat celbedilecektir. Bunlar gayet mühim zevat imiş.
18- Manastır heyeti, Cemiyet namına gizli bir kütüphane tesis arzusundadır. Milletin fikri istikbal için hazırlanmalıdır. Bu hakim millet, vakit geçtikçe cehli yüzünden mahkum millet derekesine inecektir. Onun için efkarın tenvirine hadim ciddi kitapların ve gazetelerin koleksiyonlarından birer tanesinin irsaline inayet buyrulması çok rica olunur.
19- Mektubumuzun cevabını en kısa ve en seri bir surette gönderiniz. Bu mektubumuzu Yanya’da postaya teslim edilmek üzere yolluyoruz. Memurumuz, Yanya’da yapacağı tahkikata göre İtalyan ve Avusturya postahanelerinden hangisi daha emin ise oraya vermesi ve cevabını yine aynı postahaneden (M.A.) adresine beklemesi ve diğer postaya da mektubumuzun filanca postahaneye tevdian gönderildiğine dair harici merkeze gitmek üzere ayrı bir mektup vermesi memurumuza suret-i mahsusa da tenbih edilmiştir. Memurumuz Yanya’da bekleyecektir. Cevabınızı aldığınız posta ile yukarıda yazılı olan (M.A.) ya göndermenizi rica ederiz.
20- Size biraz da bu havali hakkında havadis verdim:
Makedonya’da bulunan Hristiyan unsurlar Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin vücudunu hissettiklerinden ve kuvvetini dehşetli gördüklerinden pek ziyade kuşkulanıyorlar. Üsküp’te ki Bulgar reislerinden birisi:
– “Artık bütün emellerimiz mahvoldu!” diye ağlamaktan kendisini tutamamıştır. Diğer bir Hristiyan reis te:
– “Çok büyük hata ettik, çünkü Müslümanları da uyandırdık!”
Demiştir.
Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin kuvvetlenmesinden en ziyade kuşkulananlar ve müteessir olanlar Rumlardır. Rum teşkilat merkezleri, Bulgar komitelerine karşı olduğu gibi, Terakki ve İttihat Cemiyeti aleyhine de şiddetle hareket etmeğe karar vermiştir. Rum çetelerinin ileri gelen Cemiyet azasını itlaf etmek ve Türk askerine karşı bundan böyle silah kullanmak için emir aldıkları söylenmektedir.
Bundan bir iki gün evvel Manastır’a bir saat uzak olan bir köye giden bir müfrezemiz o köydeki Rum çeteleri tarafından ağır bir hücuma maruz kalmıştır. Rum çetelerinin açtığı şiddetli ateş üzerine Mülazim Mehmet Ali Efendi ile bir nefer yaralanmıştır. Yaralıların ikisi derhal hastahaneye kaldırılarak tedavi altına alınmışsa da hastahanede şehit olmuşlardır.
Bu vaziyet gece cereyan ettiğinden çete firarı muvaffak olmuştur. Fakat ertesi günü çetenin takibine çıkan müfrezemiz Rum çetesini bulmuş ve vuku bulan müsademede çete efradından ikisini mecruh olarak yakalamıştır. Diğerlerinin de birkaç gün içinde mahvedileceklerine şüphe yoktur.
Mehmet Ali Efendi merhum, Cemiyetimizin muhterem efradındandı. Cemiyetin teşekkülü zamanından bugüne kadar Cemiyet efradından yalnız bir kişi vefat etti. Bu kıymettar vücudun vefatını Cemiyet efradının hemen ekserisi ve bahusus heyet-i merkeziye vaktiyle haber alıp cenazesinde bulunamadığından dolayı son derece de müteessirdir. Bunun üzerine tesirli bir tamim neşrederek merhumun rahmetle yadını, ailesine hemen külliyetli bir iane cem’ine ve bundan sonra Cemiyet efradından vefat edenlerin heyet-i merkeziyeye haber verilmedikçe hemen kaldırılmamasını ve umum Cemiyet efradının bu gibi dini merasimde hazır bulunmaları lüzumunu ilan ve beyan ettik. Toplanmakta olan iane epeyce bir yekun tutacaktır…
Paris’teki harici merkez o esnada Anadolu’da bulunan ve şayan-ı itimat oldukları bilinen zabitlerimizi bir listesini Manastır merkezinde istemişti. Manastır böyle bir liste tanzim ederek yukarıdaki mektubun sonunda onu Paris’e bildirmişti. Bu listede yazılı olan isimler arasında Erzincan’da Harbiye Mektebi Müdürü Erkan-ıharp Kaymakamı Fuat Bey, Ders Nazırı Muavini Binbaşı Şevki Bey, Topoğrafya Muallimi Kolağası Mustafa Şerif Bey, Tabiye Muallimi Erkan-ı harp binbaşısı Yusuf İzzet Bey (bu zat süvari fırkasını kamilen elde etmek için lazımdır), Erzurum’da hudut kumandanı ve ser komiseri Erkan-ıharp Kaymakamı Fahri Bey (bu zat gayet lazım imiş), Mamuretilaziz’de Saraç Hakkı Efendi (bu zat Dördüncü Ordunun canlı haritasıdır). Siverek Kumandanı Süvari Kumandan Emin Bey, Diyarbakır’da Süvari Mülazımı Sancaktar Kazım Efendi, Bitlis’te Erkan-ı harp Kolağası Farhi Bey, Muş’ta Süvari Kaymakamı İbrahim Bey, Van’da Süvari Miralayı Tayyar Bey, Deli Ali Rıza Paşa, Mardin’de Süvari Kaymakamı Cemal Bey, Aziziye’de Kolağası Refet Bey, Biksar’da Mülazım-ı evvel Nuri Efendi, Trabzon’da Erkan-ı harp Kolağası Asım Bey, Askeri Rüştiye’de Mülazım Halit Efendi, Halep’te Süvari Binbaşısı Ratip Efendi, İzmir’de eşraftan Uşakizade Tahir Bey, İzmir’de Bezazzade Hacı Osman Efendi, Musulluzade Abidin Bey, Manisa’da Redif Taburu Mümtaz Kolağası Fethi Bey gibi zevaın isimleri yazılı bulunuyordu.
Manastır heyet-i merkeziyesinin istediği şeyler derhal, mümkün olduğu derecede, yapıldığı gibi yukarıda verilen isimlerde mektuplar yazılarak memleketin maruz kaldığı tehlikeli vaziyet onlara anlatılıyordu. Bu işler için yazılan mektuplar, Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin şubelerine nasıl talimat verdiğini ve nasıl çalışılacağını anlatması itibariyle şayan-ı ehemmiyet olduğu için onlardan bir tanesini aşağıya dercediyoruz:
“Vatanperverane himmetinizde hudutta hamiyetli, şeci, namuskar zabitlerin mürekkep olmak üzere teşkiline muvaffak olduğunuz şubeden dolayı evvela vatan namına teşekküratımızı takdim ettikten sonra bu şubenin Cemiyet nizamnamesine tefikan tesis ve tevsii zımmında bazı mütaleat dermeyan edeceğiz:
Malumdur ki vatanın selameti namına çalışan gençlerin şimdiye kadar fiili bir muvaffakıyet husule getirememeleri teşkilat fikrine ehemmiyet vermelerinden ileri geliyor. Sade neşriyatla meşgul olmak mermisiz bir silaha benziyor. Mermisiz bir silah ise hiçbir zaman kurtarıcı bir alet olamaz. Şimdiye kadar gözümüzün önünde, vatanımızın felaket sinesinde cereyan eden vak’alar ve facialar yine, acı acı gösterdi ki teşkilatsız neşriyatla bir millet kurtarılamaz. Cemiyetimizin gaye maksat ve teşekkülü, teşkilat ve icraata matuftur. Bizce neşriyat ikinci derecede ehemmiyete haizdir.
İşte buna binaen son iki üç ay zarfında bütün mesaimizi, bütün teşebbüslerimizi vatanın her köşesinde hamiyet ve gayret erbabından küçük şubeler teşkiline hasrettik. Çok şükür bu gün şayan-ı hayret ve memnuniyet neticeler elde ettik. Osmanlı memleketlerinin içi; muvasala şebekesi haline getirildi.
Şube teşkilatı hakkında Cemiyetimizle kabul edilen usul şudur
1- Şube erkan-ı esasiyesinin intihap ve tayini (intihap hakkı şubeye aittir).
2- Şube vazifelerinin erkan-ı esasiye arasında taksimi (bir reis, bir katip, bir tevzi memuru, bir sandıktar.)
3- Melfuf yemin suretinin tekmil şube azası tarafından imza edildikten sonra imzalanan nüshaların merkeze gönderilmesi.
Bu üç maddeyi izah edelim:
Şubenin erkan-ı esasiyesi dört zattan mürekkep olacaktır. Bu dört zat yalnız birbirini tanımalı. Diğer dahil olan aza, şube heyeti idaresinin kimlerden ibaret olduğunu bilmemelidir. Bu bilmemek keyfiyeti mahalli istidata göre olabilir.
Vazifelerin taksimi kolaylık içindir, aynı zamanda bu taksim sayesinde ihtisasta temin edilmiş olur. Reis, şubenin umum işlerini, katip; merkezle olan muhabereyi, tevzi memuru; gönderilen evrakın neşir ve tevziini sandıkdar da; mevcut Cemiyet azasının her ay mali kudretleri nisbetinde verecekleri ianelerin hesabını temin ederler. Maamafih herkes şube efradının arttırılması vazifesiyle mükelleftir. Şubeye sokulacak zatın muhrip, namuskar olması ve laakal Cemiyete mensup iki zatın teklifiyle ithal edilmesi şarttır.
Tahlif merasimi, şube erkan-ı esasiyesi tarafından da, daima cebren icra ettirilmelidir. Mesela bir masanın üzerine bir Kelam-ıkadim, bir tarafına da rovelver, kama, Osmanlı bayrağı gibi bir şey konularak tahlif edilenin bir eli Kur’an’a, diğer eli o eşyaya mevzu bulunduğu halde bir taraftan okunan yemin sureti kendisine yüksek sada ile tekrar ettirilmelidir. Merkeze gönderilmesi usulden olan imzalı yemin suretleri, şube erkanının imzalı yeminlerinden ibaret olacaktır. Sair azanın tahlifnamelerini şube erkanı saklar.
Şubelerimizin ekser mahallerinde tahlif merasimi ve ithal sureti esrarengiz bir surette cereyan eder. Şöyle ki: tenha ve emin bir tahlif mahalli (bir hane, bir orman vesaire gibi) hazırlanır. Şubenin erkan-ı esasiyesi baştan aşağıya kadar ve yalnız görmeğe mahsus iki deliği olan uzun bir kırmızı kumaş giyerler. Tahlif edilecek olan zat, gece gözleri bağlandıktan veya gözlerine içi doldurulmuş bir gözlük takıldıktan sonra hazırlanan mahalle sevkedilir. Oraya geldiğinde gözlerindeki bağ veya gözlük çıkarılır. Karşısında gördüğü kırmızı kıyafetli adamlardan birisi tarafından yemin ettirilir.
Ondan sonra bu adama bir numara verilir. Artık daima o numara ile yadedilir. Bu ithal usulü memleketimizin bugünkü haline pek muvafıktır. Çünkü aza-yı esasiyeyi kimse tanımaz. Bununla beraber aza arasında mutlak bir mektumiyet cari olur. Herkes yalnız kendini ithal edeni bilir. Bir fenalık çıkarsa bile iki kişi arasında kalır. Bu usulün teşkilata faydası ve tesiri pek büyüktür. Şimdiki hükûmetin hürriyet fikirlerine galebe çalması, malik olduğu teşkilattan ileri geliyor. Onun kuvve-i zabıtası ve memurları var. Bizim de ona karşı bir icra kuvvetimiz ve hususi memurlarımız teşkil olunmuştur. Osmanlı zabitlerinin genç ve münever ashabı, hamiyetten doğan bir şevk ve galeyan ile akın akın şubelerimize iltihak etmektedir. Bu hal, betbaht memleketimiz için yeni bir hürriyet beşaretidir.”
Evet, bir taraftan Terakki ve İttihat Cemiyeti şubeleri gerek adet gerekse aza itibariyle artmakta iken diğer taraftan Ermeni komiteleriyle de icraat hakkında çizilen programın tatbiki için hazırlıklar yapılıyordu. Fakat arada sırada bu Ermeni komiteleriyle ihtilaflar çıkıyordu. Mesela Ermeniler, Bulgarların dahi bir gün ittihada gireceklerini ileri sürerek Bulgar komiteleri aleyhinde yazılar yazılmamasını istiyorlardı. Bu meselelere dair Cemiyet tarafından “Droşak” Komitesi’ne yazılan bir mektupta deniliyordu ki:
“Memleket dahilinde dağıtılmak üzere elli nüsha Şûra-yi Ümmet istediğinizi yazıyorsunuz. Her çıkan nüshadan mı elli nüsha gönderilecek; yoksa fırsat buldukça mı göndermek lazımdır? Bunu lütfen bildiriniz.
Göndereceğiniz neşriyat-ı inkılabiye listesini bekliyoruz.
Tebriz’deki zevat için verilecek parolayı da lütfen bildiriniz. Bitlis, Erzincan ve civarına vasıtanızla gönderilecek mektuplar için ne suretle hareket edilecektir?
“Meşveret” gazetesinde Sarafof aleyhinde yazılan makalenin Bulgarlarla olacak ittihadı işkal edeceğini refikimiz Mamulyan Efendi teessüfle beyan etmişti. Halbuki “Meşveret”in çıkmasından evvel Sofya’da intişar eden Bulgarların Necema Posta namındaki gazeteleri Bulgarların bizim ittihada ne muvafakat ve ne iştirak edebileceklerini kat’iyyen ilan etmiş ve hatta kongre esnasında Bulgarların icraat komitesi Makedonya’da bir çok İslam köylerini yakmıştır. Bu komite tarafından o köylerde bırakılan Bulgarca beyannamelerin tercümesi dahili merkezimiz tarafından bize gönderildi. Bu beyannamelerde ahalinin masum ve memurların mes’ul oldukları beyan edildiği halde yine bigünah ahali öldürülüyor ve evleri yakılıyor!
Bu son cinayetler kongrenin gönderdiği davetnamelerden sonra ika edilmiş olduğundan Bulgarların maksadı pek açık bir suretle anlaşılmış oluyor. Senelerce gösterilen hüsnüniyete rağmen Bulgarlarla itilaf bizim için mümkün görünmüyor.”
Paris merkezi, Droşak Komitesi’nce bunları yazmakla beraber Bulgarlarla anlaşma yolunu bulmak ve aramaktan da geri durmuyordu. Selanik’teki dahili merkeze verilmek üzere Sai Bey’e (Talat Paşa) yazdığı bir mektubunda diyordu ki:
“Bulgar komiteleri tarafından bırakılan beyannamelerin tercümesini aldık. Mektubumuza geç cevap verildiğinden ve “Şûra-yi Ümmet”in çıkmamasından dolayı şikayet ediyorsunuz. Cevabımızın teahhürü sizin için hakkettirmekte olduğumuz mühürleri beklememizden ileri gelmiştir. “Şûra-yi Ümmet”e gelince; elimizde kafi miktarda hurufat bulunmaması ve sipariş edilen harflerin mukavele hilafına hala gelmemesi şimdiye kadar “Şûra-yi Ümmet”in tab’ını tehir etmiştir. Elde bulunan hurufat ancak sekiz sayfalık nüshayı dört defada ikmali tab’a kafidir. Yani bu defa ki gazete dört defa tertip edilerek basılmağa verilmiş, basılmak için sıra beklemiş ve dört defa da dağıtılmıştır. Yakında gelmesi beklenilen harfler sayesinde bu mahzurlar kalkmış olacaktır.
Dahili nizamnamenin, gönderilen ceza faslındaki bazı noktalara heyet azasından bazıları, ihtar kabilinden, itiraz ettiler. Şöyle ki: “Madde 3 – Heyet-i hakime muhakemeyi ve hükmü maznunun gıyabında icra ve ita eder; ancak fevkalade lüzum hasıl olduğu ve imkan müsait bulunduğu taktirde maznun bizzat celp ve icticvap olunabilir” deniliyor. Bir mücrimin cürmünden haberdar edilmeyecek isticvap ve müdafaası bilinmeyerek mahkum edilmesi caiz olamayacağı; Dreyfus meselesinin esası ve divan-ı harbi askerinin umum tarafından takbihi, cürüm vesikası addolunun kağıdın mumaileyhe gösterilmemiş olmasından ibaret bulunduğunu zikr ile bu hususun tekrar dahili heyet-i merkeziyenin nazar-ı dikkatine arz olunmasını talep ettiler.
Mehmet Efendi (Dr. Nazım Bey) biraderimizin İzmir’de müşkülata maruz kaldığından bahsediyorsunuz. Bunun böyle olacağı pek tabii idi. Çünkü bu aralık Abdülhamid hükûmeti her şeye fevkalade dikkat ediyor. Mithat Paşazade Ali Haydar Bey’in dikkatsizliğinden ve Sabahaddin Bey fırkasının ihtiyatsız harekatından dolayı hükûmetin mikropları ecnebi postahanelere girip çıkanlardan bazılarının üzerlerini aradılar ve bir çok kimseleri tevkif ettiler. Tevkif edilenlerden bazılarının ifşaatta bulunmuş olmaları ihtimal dahilindedir.
Bundan evvelki tahriratımızda “Nikola Manolof” ismindeki bir Bulgar hakkında tahkikat yapılmasını rica etmiştik. Kendisine verilecek olan vazifeye binaen bu tahkikatın imkan dercesinde dikkatle yapılmasını suret-i mahsusada rica ederiz. Biz bu “Manolof”un özü sözü doğru bir adam olduğunu zannediyoruz. Şayet tarafınızdan yapılacak olan tahkikat bunu teyit edecek olursa biz bu adamı Bulgar fırkalarını ve komitelerini yakından tazyika memur edeceğiz. Bu sayede epeyce malumat elde edebileceğimez şüphe yoktur. Kendisine bu iş için aydan aya verilecek olan otuz Frank, zannedersek umur-u adiyedendir. Ancak bu adamın Bulgar Hükûmeti’nin bir hafiyesi olması fikri yegane düşünülecek noktadır. Manolof çoktan beri bizimle münasebette idi. Hüsnüniyet sahibi olması memuldür. Bulgar Hükûmeti namına hareket eden bir hafiye olsaydı, bu kadar ihtiyata riayet etmesine hacet kalır mıydı?
Biz Bulgaristan vasıtası ile de Manolof hakkında tahkikat yapacağız. Bu zat hakkındaki kanaatınızın ve kararınızın ne merkezde olduğunu bildirmenizi bekliyoruz.
Biz burada Fransızların büyük muharilerinden ve natıkaperdazlarından birkaç tanesinin iştirakiyle birkaç miting hazırlıyoruz. Bulgar komiteleri tarafından bırakılan beyannameler bu mitingte çok işimize yarayacaktır. Şayet o beyannamelerden birkaç tane daha tedarik edebilirseniz hemen gönderiniz ve mitingte söylenmesini istediğiniz şeyler varsa onları da lütfen bildiriniz.
Abdülhamid’in bu sene bayram muayedesini Yıldız Sarayı’na yapmak istediğini ve Dolmabahçe Sarayı’na inmek istemediğini yazarak bunun hastalığından ileri geldiğini zannettiğiniz, yazıyorsunuz, bize kalırsa Abdülhamid’in bu kararı hastalıktan ziyade korkusundan ileri gelmektedir. Paris’te toplanan kongrenin icraata karar verdiğini Abdülhamid elbette haber aldı. Bu icraatın nelerden ibaret olacağını Abdülhamid’in korku hastalığıyla dolup taşmış olan dimağı kavramıştır. Onun için Dolmabahçe Sarayı’na kadar inmeğe cesaret edemiyor.
Mehmet Efendi’nin (Doktor Nazım Bey’in) Paris’te oturduğu apartmanın kontrat müddeti bittiği için eşyasının bir kısmını idarehaneye naklettik, bir kısmını Ahmet Rıza Bey ve bir kısmını Doktor Bahaddin Şakir aldılar. Elbise vesaire gibi şeyler de idarehanede bulunan arkadaşlara verildi. Ev kirası olarak gönderilen 200 Frangın makbuzlarını leffen yolluyoruz. Kiranın bir kısmı ile nakliye vesaire masrafları heyet-i hariciye bütçesinden tesviye edildi. Bunları Mehmet Efendi’ye bildirmenizi rica ederiz.
Drama’da redif mülazimlerinden Beylerbey’li Hasan Efendi (hoca namiyle maruf) bir zabitin herhalde namuslu ve faal olduğu haber alındı. Mümkünse bu zatla münasebet tesis etmeniz rica olunur.
Mektubumuza nihayet vermeden evvel Arnavut Komitesi hakkında nazar-ı dikkatinizi celb etmek istiyoruz. Bu komite, malum olduğu gibi kısm-ı azamı İtalya’nın tesiri ve nüfuzu altında bulunan Hristiyan Arnavutlardan mürekkeptir. Komite son defa Romanya’da bir kongre akdetmişti. Bu kongrede, Arnavutluk’ta bulunan şubelerimizin takip edilmesinin karar altına alındığını istihbar ettik. Onun için gerek Manastır, gerekse Yanya cihetlerinde bulunan şubelerimizin fevkalade ihtiyatla hareket eylemeleri lüzumunun oralardaki arkadaşlara bildirilmesini rica ederiz.”
Bu mektupta bahsedilen Arnavut Komitesi Hristiyan Arnavutların Papazları tarafından idare olunuyordu. İslam Arnavutlar, bunlara karşı bir şey yapamıyorlardı. Olsa olsa İslam Arnavutlar arada sırada Mabeyine telgraf çekiyorlar ve bu telgraflarında gerek bu komitenin faaliyetlerinden gerekse Bulgar ve Sırp komitelerinin zulümlerinden şikayet ediyorlardı. Bunun üzerine Padişah, sadık Arnavut tebasının bu şikayetlerini dinlemek üzere paşalarından birisini Arnavutluk’a gönderiyordu. Bu Paşa, Arnavutların tahriri ve şifahi şikayetlerini tebliğ ediyor ve ondan sonra Yıldız Sarayı’na geri dönüyordu. Tabii komitelerin faaliyeti yine eskisi gibi devam edip duruyordu. Mesela böyle bir münasebetle Yıldız’dan Gusina’ya gönderilen Şakir Paşa’ya şehrin eşrafı tarafından verilen ve bir sureti Paris’te Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin eline geçen bir “ariza”de deniliyordu ki:
“Rumeli Vilayeti selasesinde bir çok senelerden beri şekavet yapan Bulgar komiteleri gittikçe dairelerini büyülttükleri gibi bu kere bunlara Sırp komiteleri dahi iltihak etmiştir. Bir taraftan da Yunan eşkiyası zuhur eylemiştir. Bütün muti ve sakin sekenenin rahat ve huzur kaçmıştır. Geçenlerde, Rusya’nın ve Avusturya’nın teşvikatiyle yanlarında birer katip bulunduğu halde, “Arnavut Komitesi” namı altında bazı papazların vilayetlerimizin her köşesini dolaştıkları, Ortadoks Hristiyanları ile bütün Katolik vatandaşlara silah tevzi ettikleri, para ve nakliyat hususunda yardımlarda bulundukları, velhasıl her türlü fedakarlıklardan geri durmadıkları anlaşılmaktadır.
Bu yüzden, bugüne kadar aynı vatan evlatları gibi vatanımızı muhafaza ettiğimiz, milli adetlerimizi müştereken koruduğumuz Katolik Arnavutların, ellerine mükemmel silahlar geçtikten sonra hal ve tavırları büsbütün değişti.
Sırp komiteleri de ekseriyetle İslamlarla meskun olan Arnavut şehirlerine kadar girerek orada Osmanlı askerleriyle bile çarpışmaktan geri durmamaktadırlar. Bütün gayrimüslim ahalimizin fikirleri çevrilmiştir. Hristiyan komitelerinin maksatlarını istihsal için gösterdikleri azim ve sebat, gerek Katolik gerekse Ortadoks papazların Hristiyanlar üzerinde yaptıkları telkinleri, onlarda milli taassubu uyandırmaları ve İslamlara düşman etmeleri herhalde çok fena neticeler doğuracaktır.
Bugüne kadar maariften hakkiyle feyiz iktişaf etmeyen ve yalnız Osmanlı Devletine sadakat göstermekten başka bir şey bilmeyen Katolik vatandaşları ile İslam ahaliyi her suretle birbirine düşman etmek isteyen müşevvikler hergün daha ziyade maksatlarına nail olmaktadırlar.
Şimdi Karadağ komşumuz dahi bulanık suda avlanmak hevesine düşmüş olmalıdır ki şimdi, 1295 senesini muharebesinde istihsal edemediği muvaffakıyeti, yani o vakit zaptedemediği Gusina ve Plava’ya ve belki daha ilerlerini elde etmek tamahına düşmüştür. Bu memleket dahi gayr-i layık harekata başlanmış ve bu cümleden olarak bir çok vakalar ihdas etmeğe başlamıştır.
Mesela Kolaşin İslam ahalisinden bir kız, Karadağlılar tarafından kaçırılmıştır. Bundan başka Gusina ve Plava cihetlerinde Karadağlılar hududumuza tecavüz ederek gerek hudut askerlerimizi gerekse ahaliden bazılarını haksız olarak katleylemişlerdir. Şimdi Karadağlılar hudutta bulunan bütün dağlıları yeni silahla teslih etmekte oldukları gibi mezkur şehirlerde ki Hristiyan Arnavutlara da silah dağıtmaktadırlar.
Bütün bu cihetler Metroviçe Fırka Kumandanı Ferik Şemsi Paşa tarafından tahkik edilmiştir. Onun için bu bapta fazla tafsilat vermeğe lüzum görmüyoruz. Yalnız şu nokta hakkında dikkati celbetmek istiyoruz ki dört tarafımızı saran Bulgar ve Sırp çetelerinin faaliyetleri, Karadağlıların tecavüzleri, Katolik ve Ortodoks papazlarının tahrikatı yakında İslam ve Hristiyan Arnavutları boğaz boğaza getirecektir.
Hiç istenilmeyen böyle bir hadisenin vukuunu menetmek için yegane çare İslam Arnavutlar azasından elleri silah tutabilen otuz beş bin kişinin.
Askerliklerini bu havalide yapmak ve hudutlara tahşit edilmek üzere asker kıyafetine sokularak teslih etmektir. Bu suretle burada Hamidiye Piyade Alayları teşekkül ederse bunlara lazım olan kışlalar ve askeri depolar, masarıfı, ahali tarafından verilmek üzere inşa edilecektir. Bu depolarda kalmak üzere yeni silahlar mevcut bulundurulması lazımdır. Şayet yeni silahlar yoksa Avrupa devletlerinden birisine müracaatla bu silahlar satın alınmalıdır. Vatan uğrunda tesbit edilenlerden bu kere Padişah’ın affına mazhar olanlardan maada Anadolu ve Arabistan cihetlerinde ve Avrupa’da aç ve bîilaç dolaşmakta olanların afbuyrulmaların istirham ederiz.”
Tabii bu istirham, istirhamdan ibaret kalıyordu. Avusturya ve İtalyan ajanları yine memleketi bir baştan öbür başa dolaşarak Arnavutluk’u kıyama ve Türkiye’den ayırmağa hazırlıyorlar ve Hristiyan Arnavutlardan mürekkep olan Arnavut Komitesi bu işe çok yardım ediyordu. Hatta Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin vücudunu ortadan kaldırmasını da karar altına almıştı.
Paris merkezinin Manastır ve Yanya’daki şubelere dikkatli davranmalarını tavsiye etmesi bu endişeden ileri geliyordu. Cemiyet, şube teşkilatı hakkında gönderdiği şiddetli tamimlerde diyordu ki:
“Şubenize intisap edecek Cemiyet efradına gelince bunların şimdilik devlet hizmetinde bulunup bulunmamalarının ehemmiyeti yoktur. Ancak Cemiyetin maksadına hadim olacaklarına, millete, memlekete ve bunların tealisine çalışan Cemiyetimize ihanet etmeyip ellerinden gelen hizmet ve fedakarlığı göstereceklerine vicdan namus ve dinleri namına yemin ettirmek ve bu yolda ellerinden imzalı birer kağıt alarak şubede saklamak lazımdır.
Cemiyet azası kendilerini meydana çıkarmamalıdırlar. Serbest bir memlekette değil, İstanbul’da Abdülhamid’in casusları arasında teşkilat yapıyorlarmış gibi kendilerini gerek mahalli hükûmetten, gerek komiserlikten ve gerek ahaliden tamamıyla saklamaları lazımdır.
Cemiyet azasından en şöhretlisi kendisini diğer Cemiyet azasından daha az gizleyebilir. Fakat diğerlerini kimse tanımamalıdır. Çünkü icabında İstanbul’a girip çıkmak ve bir şey göndermek için kullanılmaları mümkün olabilsin.
Muhaberatımızda geçecek mühim meseleler için daima şifre kullanılmalıdır. Gönderilen evrakın bir kopyasını saklamak lazımdır. Mühür, şifre, kopya defteri gibi Cemiyet şubesinin esrarına ve namusuna müteallik şeyler küçük bir çekmece içinde muhtelif anahtarlarla kilitlenerek gayet emin bir yerde saklanmalıdır.
Şube aldığı ianeleri, azasının vereceği paraları, gazetenin abone bedellerini velhasıl varidatını ve masraflarını tarafımızdan gönderilen deftere muntazaman bir suretle kaydetmelidir. Şube azası haftada bir veya iki defa toplanarak şube işleriyle meşgul olmalı ve lazım gelen kararları vermelidir.
İdare heyetini teşkil eden Cemiyet azasından her biri bir kolbaşı olmak itibariyle kendilerinin bilip tanıdıkları ve namuslarına itimat ettikleri şahısların Cemiyete sokmağa, Cemiyete girenleri yalnız kendileri bilip onları başka azaya tanıttırmamağa mecburdurlar. Her kolun kendisine mahsus bir sıra numarası olacaktır. Bu numaralar sırasıyla yeni alınan azaya verilecektir. Efradın birbirlerini tanımamalarına son derece dikkat edilecektir.”
Cemiyet, bir taraftan bi ihtaratı yapmakta beraber diğer taraftan bu ihtarata riayet etmeyenleri tehditten de geri durmuyordu. Mesela Cemiyet azasından birisine yazdığı bir mektupta diyordu ki:
“Kendinizi müdafaa ettiğinizden dolayı memnun olduk. Şühhesiz ki hakkını müdafaa etmek dünyada en mukaddes bir vazifedir. Fakat bu hususta istinat ettiğiniz esaslar bizce makbul değildir. Yalnız, bizim nokta-i nazarımız nedir? Siz bizim malumatımız haricinde bize verdiğiniz adresi bizimle bir alakası olmayan diğer bir Cemiyete daha vermişsiniz. Verdiğiniz Cemiyetin hakiki mahiyetini bilmezsiniz değil mi? Siz bu işte bir itiyada istinaden hareket ediyorsunuz. Bir gün hükûmetin isminizi ve adresinizi haber alması ve sizi postahaneden çıkarken yakalaması ihtimali mevcut değil mi? Pekiyi! Siz bu felaketin hangi cihetten geldiğini bilmeyeceksiniz ve hem de bilmek mümkün olmayacaktır.
Ahiren İzmir’de tevkif olunan biçarelerin de felaketlerine sebep olan şey nedir, biliyor musunuz? İşte böyle bir itimat ile bir saffet-i kalptir. Biz sizin namus ve vicdanınızdan hiçbir zaman şüphe etmedik ve etmeyiz. Fakat bu gaflet hareketinizi size hatırlatmak Cemiyetin en mukaddes vazifesidir. Hatırlıyorsunuz ki Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’ne karşı icra ettiğiniz tahlifte “… mezun olduklarından gayrısına Cemiyet esrarını…” kaydı vardı.
Siz diyorsunuz ki bu denaati kabul etmem. Kabul etmeyeceğinizi biz biliyoruz. Fakat ifşa mutlaka kasden değil, işte böyle bir gafletle de vuku bulabilir. O vakit mes’ul olarak ortada kim tutulacaktır? Felaketin nereden geldiğini kim bilecektir? Bakınız biz o zaman ne kadar müşkül bir mevkide kalacağız.
Cemiyetin son teşkilatı mucibince “kuvve-i zabıta” tesis olunmuştur. Cemiyet efradından ve azasından birisinin başına böyle bir felaket gelirse derhal lazım gelen tahkikat yapılacak ve mütecasirin ceza-yı sezası tatbik olunacaktır. Cemiyetin bu iş için para ve hatta bir insan feda edeceği hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Görüyorsunuz değil mi? Ufak bir gaflet ne mühlik bir netice verebilir? Bu nokta-i nazardan sizi düşünmeğe davet ediyoruz. Siz de iki şahsiyet vardır. Biri kendiniz, diğeri Cemiyetin mukaddes maksadıdır. Hareketlerinizde, münasebetlerinizde bu iki şahsiyeti de düşünmeğe mecbursunuz ve mecbur olmalısınız. Ef’alinize ikisi de hakim olmalıdır.
Makam-ı müdafaada: “Muhaberenizde Cemiyetimizin harici Cemiyetler tarafından çıkarılan gazetelerin mütealası men edilmemiştir. Cemiyet nizamnamesinde hiç böyle bir kayıt yoktur ve olamaz” diyorsunuz. Şüphesiz ki Cemiyete intisap ile hiç kimsenin böyle garip ve menhus bir kayıt altına girmeğe mecburiyeti yoktur. Ve hiçbir Cemiyet hiçbir kimseye karşı bu garabeti teklif edemez. Bilakis Cemiyet, azasını harekat-ı fikriyeden, her türlü ahval ve asardan haberdar etmeğe mecburdur. Bu vazifeyi birçok kimselere, ifa ettiğimiz gibi size de ifaya müheyyayız. Hülasa.
Arzu ettiğiniz eserleri Cemiyetimiz vasıtasıyla aldırmanızı ve harici Cemiyetlerle temas etmiş ve onlara adres vermişsiniz şimdi adresinizi değiştirmenizi rica ederiz. Bunlar size karşı yapabileceğiniz en samimi tekliflerimizi teşkil eder. Gazete veya kitap gibi ne olursa olsun bize yazdığınız takdirde derhal göndeririz. Adresinizin değiştirilmesi mühimdir, bunu ihmal etmeyiniz. Bunu münasip bir surette yapınız ve bize de haber veriniz. Ufak bir gaflet vahim neticeler tevlit edebilir. Sizi ikaz etmek Cemiyetimizin vazifelerindendir.”
Cemiyet tarafından Giresun’a yazılan diğer bir mektupta yapılacak teşkilat işleri hakkında deniliyordu ki:
Bulunduğunuz mahallerde Çerkes ve Laz çoktur. Bunların içinde mert ve namus sahibi adamlar da vardır. Bunlar ister alim, ister cahil olsun maksada mazaratları dokunmaz. Bir kere söz verdikten sonra ondan geri dönmezler ve ihanet etmezler. Bunlardan bir iki kişi elde edilirse dahile evrak göndermekte ve bir takım hususatta kendilerinden istifade olunur.
Mektepli zabitlerle tabiplerin içinde namus ve hamiyet erbabı çoktur. Bunları da hadde-i tetkikten geçirmeği unutmayınız. Hükümetin dikkat nazarını celbetmemek için, evrakı, bulunduğunuz yerden ziyade içerilere göndermeğe çalışınız. Bu hususta sandalcılardan ve gemicilerden çok istifade edebilirsiniz.
“İlkbahara dikkat!” diyorsunuz. Filhakika ilkbahar bize bir çok ümitler vadediyor. Fakat istediğimiz gibi teşkilat olmazsa bu kıyamlardan bir netice çıkmaz. Nitekim vakalar bunu ispat etti. Diyarbakır ahalisi de son kıyamda bir şey yapamadı. Bu gibi kıyam hareketleri bir teşkilata istinad etmelidir. Bu teşkilat malumat ve zeka sahibi zevat tarafından idare olunmalıdır. Hükûmetin hürriyet fikri taşıyan müfrit kitleye karşı şimdi galebe çalması malik olduğu teşkilatın kuvvetinden ileri geliyor. Hürriyet istihsal etmek bir mücadeleye bağlıdır. Düşmanımız olan Abdülhamid teşkilatı bu mücadeleden çekinmiyor. Neticeyi elde etmek için bizim o teşkilattan daha kuvvetli bir teşkilata ihtiyacımız vardır. Onun için şimdi biz böyle bir teşkilatın teessüsüne ve tevsiine çalışıyoruz.
Şimdi Cemiyetimizde bir “zabıta kuvveti” teşekkül etti. Cemiyete ihanet edip millete zulüm ve gadrederek Cemiyetin maksadını bozmağa çalışanlar bu “zabıta kuvveti”nin cezasına çarpılacaklardır.”
Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Paris’te toplanan kongrede Sabahatin Bey’in Adem-i Merkeziyet fırkasiyle birleştiği ileri sürülerek bunun Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin tuttuğu prensiplerle ne dereceye kadar kabil-i telif olduğu sorulması üzerine Cemiyet diyordu ki:
“Sizlerce malum olduğu üzere bizim vatanın, milletin saadetinden gayrı bir emelimiz yoktur. Vatana iyilik olacağını katiyen ümit ettiğimiz için şahısları, izzet-i nefsimizi unutarak bir ittifak addettik. Çünkü memleketin nasıl bir uçuruma doğru yuvarlandığı hariçten daha iyi görülüyor. Buna, bu seri inhidama belki bu gibi ittihatlarla çaresaz oluruz ümidindeyiz. Evet, bu ittihattan bizim ümidimiz iki suretledir. Evvela, müteferrik kuvvetler birleşirse şimdiki hükûmeti yıkacak kafi bir kuvvet edinilmiş olur. Sonra Ermeniler memleketin en gaileli ve baranlı zamanlarında kıyamlar çıkararak milletin hayatını, memleketin istiklalini tehlikeye koymaktadırlar. Yine bu ittihat ile onların muzır hareketlerine set çekmek mümkün olur ve ağızlarına bir gem vurulabilir.
Buna mukabil bizim taraftan ise programımız hilafına asla bir taahhüt vuku bulmamıştır. Biz programımızdan bir nokta bile terketmedik. Ermenilerin programı olan, müttehit hükûmetler usulünü ve ne de bu mühlik usulün mukaddemesi, yani inkısamın başlangıcı olan vasi Adem-i merkeziyet esasını kabul ettik. Yalnız bu meselleri sükunetle geçerek inkılabın ferdasına ve mebusların içtimaına kadar birlikte iş görmeği taahhüt ettik. Ermeniler mevcut Kanunn-u Esasi’yi red ile bir “mucip müessesat” teşkilini ve bu heyetin yeni bir Kanun-u Esasi yapmasını ve mevcut kanunların feshi ile yeniden tanzim etmesini istediler. Biz de milli adetler, ruhi ahval, dini ahkam esaslarına istinat eden kanunlarımızın karma karışık edilmeyerek yalnız mevcut Kanun-u Esasi’nin zamanını ihtiyacına ve ahkamına muvafık bir surette tadilini istediğimizi söyledik.
Bu mesele bittabi halledilmediği ve bahusus nazariyata, atiye müteallik olduğu için yeni ihtilaflara meydan vermemek maksadı ile şimdilik “Meşrutiyet Usulü” umumi tabiriyle iktifaya mecburiyet hasıl oldu. Esasen bir kere millet Abdülhamid’in zulmünden kurtulursa ondan sonra kendi kanunlarını kendisi yapacak ve vasi Adem-i Merkeziyet usulüne taraftar olanların gösterdikleri fikirlerin ne kadar muzır olduğunu anlayacaktır.
Bize gelince, her daim olduğu gibi Türkiye’nin vahdetinden, mevcut Kanun-u Esasi’nin tatbikinden, yani Sarayın muhrip nüfuzuna bedel, milletin hükûmet üzerine kontrolünden başka bir emelimiz yoktur.”