Meşrutiyet’in İlanı sonrası Prens Sebahattin Bey’in Faaliyetleri
Meşrutiyet’in İlanı sonrası Prens Sebahattin Bey’in Faaliyetleri
Sabahattin Bey’in “Teşebbüs-ü Şahsî, Meşrutiyet, Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” memleket dahilinde faaliyet göstermeğe başlamıştı. Bu cemiyetin merkezi Fransa’da Paris civarında “Suresne”de bulunuyordu veyahut öyle demek lâzım geliyordu.Çünkü muhabere vesaire için kullandığı evrak üzerinde henüz o adres yazılı idi. Bu kağıtlardan bazıları da İttihat ve Terakki evrakı arasından çıkmıştır. Bunlardan birinde deniliyordu ki:
“Tıbbiye Mektebi müdavimlerinden Hasan Rıza Bey, Cemiyetimizin muhalif seyyar azâsından olup, ahali ve memurinin kendisine her veçhile itimat etmeleri aşağıdaki mührümüzle tasdik olunur.”
Filhakika bu kâğıdın altında “Teşebbüs-ü Şahsi, Meşrutiyet, Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, İstanbul Dahilî Merkezi” yazılı olan bir mühür basılmıştı. Fakat cemiyet namına mührün yanına atılmış bir imza yoktu. Bundan da anlaşılıyordu ki, Sabahaddin Bey mümkün olduğu kadar gizli çalışmak istiyordu.Tıbbiye talebesinden Hasan Rıza Bey’e verilen o vesika Sabahaddin Bey’in ilk icraatına mani olmak için, her nasılsa Hasan Rıza Bey’den istirdad edilerek Doktor Bahaddin Şakir Bey tarafından saklanmıştı. Fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sabahaddin Bey’in cemiyete karşı ufak tefek işlerde muvaffak olsa dahi, Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin de ona büyük bir gaile çıkarmak istidadında olduğu inkâr edilemezdi.
Meşrutiyetin ilânından beri iki ay kadar geçtiği halde istibdat idaresinin her tarafta henüz kuvvet ve şiddetini göstermesi de İttihat ve Terakki’yi çok müşkül bir mevkide bırakıyordu. Memleketin dört tarafından İstanbul’a yağan şikâyet telgraflarına ve mektuplarına cevap yetiştirmek müşküldü, nerde kaldı ki o şikayetler nazar-ı dikkate alınsın da fenalıkların önüne geçmek için lâzım gelen tedbirlere başvurulsun. Bu şikayetlerdeki tenevvüü anlatmak için onlardan bazılarını dercediyoruz. Diyarbekir’deki İttihat ve Terakki merkezinden bir telgrafnamede deniliyordu ki:
“Hürriyeti müdafaa ettiğinden dolayı Maarif Sandık Emini Nâzım Efendi’yi iki jandarma yüzbaşısının huzurunda katleden Sabri’yi derdest etmek için bugüne kadar zabıta tarafından hiçbir teşebbüste bulunulmadı. Kanun-u Esasi’nin ilânından sonra da bu gibi katillerin takibinde gevşek davranılması, buradaki memurların Meşrutiyet’i ne yolda korumak istediklerini meydana koyuyor. Katilin tutulmaması fena bir misal teşkil edeceğinden adaletin yerine getirilmesi için Dahiliye ve Adliye Nezaretleri’nden ait olduğu dairelere şiddetli emirler verilmesini rica ederiz.”
Adana civarında bulunan ulemadan Müderris Mustafa Remzi Efendi, İttihat ve Terakki Merkezi’ne şöyle bir telgraf gönderiyordu:
Hamiyet sevkiyle tamim ve tahkime çalıştığım İttihat fikri, Cebel Müftüsü’nün gayrimeşru emellerine muhalif olduğu için hayatı kurşunlara hedef edildi. Canileri tarafından üç kurşunla tehlikeli surette yaralandım. Müftü’nün efkârını terviç eden Mutasarrıflık tahkikata lüzum görmedi. Bu uğurda şehadeti cana minnet bilirim. Vücudum, akan kanlara bulanan kefenle mahşerde cennet şehitlerine ittihak etmek isterim. Yetim kalacak evlat ve ayalimi milletin şefkat nazarına tevdi eder, adalet beklerim.