Meşrutiyet’ten Beklentiler
Meşrutiyet’ten Beklentiler
Yeni Kanun-u Esasi bir taraftan umum Osmanlı unsurları arasında ve diğer taraftan Osmanlılarla hükümdarları arasında bir mukavelename teşkil edeceğinden, şimdiki istipdada nihayet verilmesini müteakip bu bapta bir layiha tanzimi Babıali tarafından ve umum Osmanlı unsurlarının cemaat meclisleri idaresinden tayin olunacak vekillerden mürekkep bir encümene ihale olunacak ve bu suretle vücuda getirilen layiha 1293 senesinde neşrolunan Kanunu Esasi’nin 65 nci maddesinde yazılı olduğu gibi beher elli bin kişi için bir mebus ittihabı suretile teşkil edilecek umumi mecliste tetkik ve tasdik olunduktan ve padişah tarafından kabul edildikten sonra mer’iyet kesbeyliyecektir.”
İttihat ve Terakki’nin ta bidayet-i teşekkülünden umumi harp nihayetine kadar devam eden icraatına taalluk eden evrak tetkik olunduğu zaman, o teşekküle dahil olan zevatın mutlaka dar düşünceli ve bir çok hususlarda muhafazakar kimselerden mürekkep olduğunu kaabul etmek lazım gelecektir. Bakınız, Meşrutiyet’en daha hiçbir eser olmadığı ve Meşrutiyet’in ne suretle istihsal edileceği de bilinmediği zamanlarda memleketin Osmanlı padişahlarının zulümlerinden neler çekmiş olduğu ve o esnada Osmanlı Devleti’nin tahtını işgal eden son Padişah Abdülhamid’den de neler çektiği düşünülmüyor ve bu fenalık membaının kökünden temizlenmesi lazım olduğu hatırlarına gelmiyordu. Genç Türklere bakılacak olursa, bu devletin devam ve bekası Meşrutiyetle idare olunmakla beraber, saltanat ve hilafetin de ibkasile mümkündü!
Müstakil Osmanlı idaresi hakkındaki düşüncelerinde Genç Türkler diyorlardı ki:
“Yeni Kanunu Esasi’nin ahalinin şahsi ve içtimai haklarına ve saltanat-ı saniye namına bugüne kadar vukubulan taahhüdat-ı tesmiye ahkamına muvafık bulunan tabii olup ezcümle 1293 hatt-ı hümayununda taahhüt edilegelmiş olduğu veçhile Hilafet-i kübera-yı İslamiye ve Saltanatı Osmaniye’nin hukuku ve Osmanlıların hürriyet ve müsavatı ve vükela ve memurinin mesuliyet ve salahiyeti ve meclis-i umuminin hakkı vukufu ve mahkemelerin istiklal-i kamili ve müvazene-i maliyenin sıhhati ve idare-i vilayetçe hukuk merkeziyeti muhafaza etmekle beraber tevsi-i mezuniyet usulünün ittihazı ciddi ve esaslı bir surette temin kılınacaktır.
1293 senesinde neşrolunan Kanunu Esasi’de diğer bir çok hususlarla beraber vilayetlerde tevsi-i mezuniyet maddesi müphem bırakılarak şartlarının tayini nizamname-i mahsusuna talik edilmiş ve bu hal bir çok tereddütlere ve sui tefsirlere sebep teşkil ederek pek ziyade mazarratı görülmüştü. Yeni Kanunu Esasi’nin böyle müphem maddeleri kavi olmasına bilhassa itina edilecek ve vilayetlerin tevsi-i mezuniyeti maddesinde 1293 tarihli Kanunu Esasi’de birinci maddeyi teşkil eden “umum Memalik-i Osmaniye’nin yekvücut bulunması” esası muhafaza edilmekle beraber, vilayetlerde içtimai hayatın teyit ve tevsiine çalışılacaktır. Fakat bu tevsiat umumi surette olacak ve infirada vesile teşkil edemiyecek bir zeminde icra edilecektir.”
Bilahare İttihat ve Terakki’nin başına bin türlü belalar getiren ve türlü türlü muhalif fırkalar halinde meydana çıkan hürriyet-i efkar hakkındaki bir kararında deniliyordu ki:
“İdare-i müstakbeleye ait mevat hakkında her fert ve fırkanın beyan-ı efkara ve aherleri kendi fikirlerini kabule ikna için meşru vasıtalarla çalışmak hakkı dergar bulunduğunda saltanat-ı seniyenin bekasına muteriz olmayan, yani serdettiği müddeiyatı devletin bekasile meşrut bulunan her fert ve fırka ittifakı hazıra dahil olabilecektir.”
Genç Türklerin ittihat için uzattıkları eli Ermeniler tutmak istemiyorlardı. Beyannamede her ne kadar Ermenilerle ittihat husule geldiğinden bahsolunuyorsa da, bu ittihat lafzından ibaret kalıyordu. Abdülhamid hükûmeti, Genç Türklerin Ermenilerle birleşmelerini Genç Türkler aleyhinde propaganda yapmak için bir silah olarak kullanıyor ve onların din ve millet düşmanlarımızla, vatandan ayrılarak kendi başlarına bir devlet teşkil etmek isteyenlerle ittihat ettiklerini ileri sürüyordu. Fakat Genç Türklük aleyhinde ortaya çıkarılan bu şayialar o kadar hakikatten uzak değildi. Çünkü Ermeni ihtilalcileri, istibdat idaresi yıkılsa da yıkılmasa da Türkiye’den ayrılacak gibi hareket ediyorlardı.
Ermenileri bu hatalı yollarından çevirmek isteyen Ermeniler az değildi. Bunlar gerek Avrupa matbuatında, gerekse Kafkasya’da çıkardıkları Gazetelerinde ve mecmualarında diyorlardı ki:
“Ermeni ihtilalcileri Türkiye’de nüfus kaydı muamelesinin fıkdanından istifade ederek Ermenilerin hakiki nüfusu hakkında gerek kendi millettaşlarını, gerekse Avrupa efkar-ı umumiyetini küstahane bir cesaretle aldatmağa muvaffak oluyorlar. Ermeni ihtilalcilerin kavline göre Ermeniler meskun olan Türk arazisinde nüfusun ekseriyeti Ermenilerdedir. Onun için herkes o havalide aynı aynı zamanda böyle bir ihtilafın muvaffakıyetle neticeleneceği itikadı hususle geliyor.
Fakat istatistikler meydandadır. Hem de Ermeni muhibbî olduklarına şüphe edilmeyen seyyahların netice-i tetkikatı olan istatistikler! Bu seyyahlar Abdülhamid tarafından Ermenilere karşı irtikap edilen cinayetleri takbihte nasıl muttehit iseler, Türkiye’deki Ermeni adedinin ehemmiyetini pek mübalağalı bir surette arttırmak isteyen Ermeni ihtilalcilerinin bu hareketini ayıplamakla da o derecede hemfikirdirler.
Zaten bu husustaki itirazlar ve tenkitler bugünün meselesi değildir. Daha 1878 senesinde toplanan Berlin Kongresi’nde İngiltere Hükûmeti Osmanlı memleketindeki konsoloslarının raporlarına istinat ederek İstanbul’daki Ermeni Patrikliği tarafından Ermeni nüfusuna dair tertip edilen yanlış tebligatı protesto etmişti.
İngilizlerin bu protestosu üzerine o zaman Patriklik makamını işgal etmekte olan Patrik Nerses Efendi, nüfus meselesinde aldatılmış olduğunu anlayarak meselenin hakikatini anlamağa karar vermiş ve Ermenilerle meskun olan Türk vilayetlerinde derinden derine tedkikat yapmak üzere Metropolit Sirvancıyan Efendi’nin riyaseti altında bir komisyon teşkil ettirmişti.