Bektaşilik Erkanı

Mevlevîlik

Mevlevîlik

Mevlevîlik, Mevlana Celaleddin Rumî tarafından kurulmuş bir Türk tarîkatıdır. Mevlevîliğin kurucusu olan Mevlana Celaleddin-i Rumî, Belh’te, Türkistan’ın Horasan eyaletinde 603 h. /m. 1207’de doğdu. 615 h. /m. 1219’da, Celaleddin on iki yaşında iken babası Bahaeddin Veled, ailesi ile berlikte Belh’ten ayrılarak batıya göç etti. Bunda Moğol istilasının önemli bir yeri vardı.
Moğol İstilasından başka Sultan’ül Ulemâ Bahaeddin Veled’in Anadoluya göç etmesiyle ilgili değişik rivayetlere de rastlanılmaktadır. Bahaddin Veled, eşinin Harzemşahlardan Muhammed Alaeddin’in kızı olmasına rağmen, devrin yöneticileriyle geçinemiyordu. Sultan ve etrafındakiler, Bahaeddin Veled’in muhaliflerini tutuyorlardı. Fahreddin-i Razi ile aralarında bir ihtilaf vardı. Bu ihtilafın tamamen farklı düşünce yapılarından kaynaklandığı söylense de bu durumun sonradan müsbete donüştüğü görülür. Bahaeddin Veled’in Anadolu’ya göç etmesiyle ilgili olarak bu ve benzeri sebepler zikredilmesine rağmen, asıl sebebin Moğol istilası olduğu gerçeği daha akla yatkın görünmektedir.
1212 Yılında Belh’ten ayrılan Bahaeddin Veled, Anadolu’ya gelerek o zaman ismi Larende olan Karaman’a yerleşti. Mevlana’nın annesi burada vefat etti. 622 h. /m. 1226 yılında Mevlana’nın ilk çocuğu olan Sultan Veled dünyaya geldi. Bahaeddin Veled burda dersleriyle ve vaazlarıyla etrafında bir halka teşkil etti. Nâmı kısa sürede Konya’dan duyuldu. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından, Başkent Konya’ya davet edildi. Bahaeddin Veled burada da derslerine devam ederek etrafında büyük bir hayran kiltesi topladı. 626 h./m.1230’da da vefat etti.
Bahaeddin Veled’in Belh’teki eski talebelerinden Burhaneddin Muhakkık hocasının vefatını duyunca, Konya’ya gelerek Celaleddin’in eğitimini üzerine aldı. Celaleddin O’nun terbiyesinde tasavvufun bütün merhalelerini katetti.  637 h/ m. 1240’da şeyhinin vefatı üzerine yerine geçti. Mevlana kısa sürede etrafında büyük bir hayran kitlesi topladı. Konyalılar, derslerinden ve vaaz-larından istifade ediyorlardı.
Şems-i Tebrizî adında seyyah bir derviş 641 h. /m. 1244 yılında Konya’ya geldi. Mevlana ile aralarında büyük bir dostluk bağı oluştu. Şemseddin Tebrizî ile ilgili rivayetler çeşitlidir. Bazı rivayetler onu Necmeddin Kübra’nın halifelerinden ya da Kutbeddin Ebher’in Halifesi olduğundan ya da Âhi Evren’in hocası Şeyh Evhadü’d-Din Kirmâni’yle birlikte Rukneddin’i Secasi’den terbiye görmüş olduğundan bahseder. Oysa Şemseddin Tebrizî Makâlat’ında, kendisinin Tebriz’de Ebubekir adında bir dervişten ders aldığını ifade eder.
Mevlana, yavaş yavaş derslerden elini çekerek bütün mesaisini Şemseddin Tebrizî’yle geçirmeye başladı. Bu durum Mevlana’nın müridlerini kıskandırdı. Şems’in bazı tavırları onlar tarafından tasvip edilmiyordu. “Mevlana, dilek eli ile, Tebriz’li Şems’in sohbet eteğini sıkıca tutmuştu. Sahip olduğu nakdinî ve kendisine gelen bütün hediyeleri Şems’in yoluna döküyordu. Mevlana’nın dostları, öğrencileri, ailesinin fertleri, Şems’e garaz gözü ile bakı-yorlardı. O’nu laubali, marifet tavrından uzak bir kimse olarak tanıyorlar, O’nun şeyhliğine, önderliğine müsade etmiyorlardı. Mevlana’nın gidişini değiştirmesi, Konya ahalisi ile bilgin ve zahitleri öfkelendirmiş, sahabelerin, gelmiş geçmiş uluların bilgi bayrağını tayışan böyle fâkih bir müftinin halinin değişmesinden husule gelen büyük çöküntü ve çatlaklığı kendilerine yakıştıramıyorlardı.”
Şems, Mevlana’yı çepeçevre kuşatmıştı. Üstelik hiç kimseyle de görüştürmemeye başlamıştı. Şems’e eleştiriler giderek artmaya başladı. Olaylar tehdit boyutuna ulaştı. Gelişmelerden üzülen Şems, 643 h. / m. 1246 yılında Mart ayının ilk gün Konya’yı terk etti. Ancak Mevlana, Şems’in hasretine dayanamadı. O’nun hasretiyle gazeller yazdı şiirler söyledi. Dünya bomboş kalmıştı. Müritleri, Mevlana’nın bu yalnızlığını görünce yaptıklarına pişman olmuşlardı. Mevlana, durmadan Şems’i arattırıyordu. Oğlu Sultan Veled’i ve beraberinde bir heyeti, Şems’i bulmak için Tebriz’e gönderdi. Aramalar fayda etmiyordu. Mevlana, Şems’i bulmak için civara mektuplar yazıyordu. En sonunda, Şems de dayanamayarak Mevlana’nın mektuplarına cevap verdi. Mevlana, oğlu Sultan Veled ve beraberinde bir heyeti Tebriz’e göndererek Şems’i Konya’ya davet etti.
Şemseddin-i Tebrizî’nin yeniden Konya’ya gelmesiyle birlikte Mevlana çok mutlu olmuştu. Şems’in aleyhinde olanlar usulen ondan özür dilemişlerdi. Ancak Şems’de bir değişiklik olmamıştı. Bir müddet sonra kıskançlık yeniden patlak verdi. Mevlana, O’nun yeniden Konya’dan ayrılmasını önlemek için, O’nu yanında büyümüş Kimya Hâtun’la evlendirdi. Medresenin sofası bir perdeyle bölünerek bir oda yapıldı. Emir Bedreddin Gevhertaş’ın, Mevlana için özel yaptırdığı bu medrese şimdi Şems’in yerleşmesiyle. büsbütün kapanmış, zaman zaman gelen ziyaretçiler de içeri alınmaz olmuşlardı. Bu arada Şems’le Mevlana’ nın oğlu Alaeddin Çelebi arasında bir tartışma olmuştu. Çok geçmeden Kimya Hâtun bir rahatsızlık sonucu vefat etti. Bunun üzerine Konyalılar, bunu Şems’in aksili-ğine vererek eleştiri dozunu artırdılar. Artan eleştirilerin dayanılmaz bir hal alması üzerine Şemseddin-i Tebrizî ortadan kayboldu (644 h./m.1247) ve bir daha bulunamadı.
Şemseddin-i Tebrizî’nin kaybolmasıyla ilgili rivayetler çeşitlidir. Bâzı rivayetler, Şemseddin-i Tebrizî’nin yedi kişi tarafından pusuya düşürülerek öldürüldüğünü kaydeder. Bazılarına göreyse durumun kötüleştiğini gören Şems Konya’dan ayrılmış ve bir daha da kendisinden haber alınamamıştır. Ancak ağırlıklı rivayet O’nun öldürüldüğü yönündedir. Şemseddin Tebrizî’ye suikast düzenleyenlerin arasında Mevlana’nın oğullarından Alaeddin Çelebi’nin de bulunduğu yönünde kayıtlar vardır.
Mevlana, Şems’in öldürüldüğüne bir türlü inanmak istemedi. O’nu bekledi durdu. Aramak için Şam’a seyahatlar yaptı. Bir müddet Şam’da kaldı. Ancak eli boş döndü.  Mevlana, Şems’in ardından bir müddet gözyaşı döktü. Daha sonra bu ruh coşkunluğunu Kuyumcu Selahaddin ve Hüsameddin Çelebi’de devam ettirdi.
“Celaleddin’in ruhani hayatında sonraki vaka, (649-658 h./m.1252-1261) bir tekerrürdür. Şemseddin’in kayboluşundan epey sonra, mevlevî muhiplerini yetiştirme işinde vekili gibi vazife verdiği Selahaddin Feridun Zerkûbi’ye kendisini vakfetti. Selahaddin’in vefatında (658 h./m.1261) Şair, yine bir aşk heyecanıyla yeni bir müridi, bol ilham kaynağı olan Hüsammeddin İbni Muhammed ibn Hasan ibn Âhi Türk’ü buldu. Hüsammeddin’in ismi en büyük tasavvufî çalışmaya, meşhur Mesnevi’ye karıştı. Şairin hayatının geri kalan on senesinde, bu sonuncu dost, O’nun halifesi gibi hareket etti. 671h./m.1273 de Rumi’nin vefatı üzerine Mevlevî tarîkatının başına geçti. 682 h. / m. 1284 yılına kadar bu vazifeye devam etti. Vefatıyla yerine Mevlana’nın oğlu Sultan Veled geçti.”  Sultan Veled, Mevlevîliği şekillendirerek kurallarını koydu. Tarîkat O’nunla yeni bir çehre kazandı.
Mevleviler, otortiden yana tavır koyan bir tarîkattı. Sanata ve şiire verilen önem dolayısıyla Mevlevilik bir nevi elit tarîkatı haline gelmişti. Bektaşî ve Âhiler bu tarîkatı kendilerine yabancı görüyorlardı. Her ne kadar aralarında meşreb farklılığı olsa da bunların birbirlerini etkiledikleri görülmektedir. Bu etki bazan müsbet, bazan da menfi bir şekilde gerçekleşmiştir.
Mevlana ve Hacı Bektaş Veli arasında zaman zaman diyaloglar olmuştur. Bu diyaloglar hem Vilayetname’de hem de Menakib’ül-Arifin de zikredilir. Hacı Bektaş, Mevlana’ya, “eğer aradığını buldunsa sus, bulamadınsa dünyaya attığın bu gürültü nedir?” demişti. Mevlana da cevaben, “bizim heyecanımız neşe ve aşkdan geliyor, yanmadan değil, diye cevap vermişti.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!