Nevruz
Ulusun Ulu Günü: Nevruz
Bütün Orta Asya gibi, Türkistan Şehrinin de büyük bir kıvanışla kutladığı bayram, “Ulusun Ulu Günü: Nevruz.” Kazakistan’da hiçbir şehir yoktur ki, bu sözü büyük bezlere yazdırıp, halkın en kalabalık olduğu meydanlara astırmamış olsun. “Ulusun Ulu Günü Nevruz Kutlu Olsun”. Mart ayının 22. günü, kutlamalar sebebiyle resmi tatildir.
Nevruz, Farsça; Kazakça’sı “yeni gün” der Kazak. Kazakların yeni yılı bugün başlar. Kışın gidişi, baharın gelişidir kutlanan. Yeni bir yıl, yeni bir dönem başlıyordur artık. 1930’lı yılların sonundan itibaren, nevruz kutlamaları yasaklanmış ta ki 1988 yılına kadar. Bu yılda Kazakistan, tekrar nevruz kutlamaya başlamış. Yeni nevruz kutlamaları da yeni bir dönemin başlamasının ilk işaretlerinden olmuş sanki. Bugün tüm Kazakistan’da büyük coşkuyla kutlanan ulusun ulu günü, Kazakların tabiatla iç içe, onun kanunlarıyla birlikte yaşadıkları göçerlik döneminden gelen adetlerin devamı olduğu kadar, yetmiş yıl süren yasaklar döneminden sonra millî kazanımların da kutlandığı gün olarak yaşıyor. Uzun yıllardır büyük şehirlerde yaşayan Kazakların dahi bu bayrama büyük bir coşkuyla katılmalarının arkasında, bu hali de görmek gerek. Çünkü nevruz’un yeniden kutlanmaya başlanmasının ardından, bütün Türkistan Cumhuriyetleri için, çok büyük yenilikler ve değişiklerin yaşandığı yıllar geldi: Sovyetler dağıldı, bağımsızlık geldi. Nevruzlarda yapılan;
“Ulus sağ olsun,
Rızkı bol olsun,
Nereye gitse yolu açık olsun,
Bahtı aydınlık olsun,
Ulusun ulu günü kutlu olsun”
duaları kabul oldu da Ulusun bahtı da yolu da açıldı ve bağımsızlık geldi. Bu dua her nevruz da hemen her yerleşim yerinde bazen Hızır’ın nevruz duası denilerek, bazen yaşlıların kendi dilekleri olarak nevruz törenlerinde söylenir.
Kazak dilini iyi bilen hiç kimse “yaz geldi”, “güz geldi” demez. Her mevsimin kendi özelliklerine göre ayrı bir gelişi vardır ve Kazak bunu mutlaka o kalıbıyla söyler: “Yaz çıktı, güz düştü, kış geldi ve bahar doğdu”. Nevruzla birlikte, bahar doğar; hem tabiata hem de bütün Kazakistan’a. 1988’de tekrar kutlanmaya başlanan nevruzlarla, Kazakistan için istiklalin baharı da doğmuş olur.
Nevruz törenleri bütün Ulu Türkistan’da olduğu gibi, Türkistan Şehrinde de halk ve devletin el ele düzenledikleri en büyük organizasyondur. Türkistan şehrinde törenlerin kutlama yeri valilik önündeki Esim Han Alanı ve yanındaki parktır. Günler öncesinden bu alan nevruz için hazırlanmaya başlar. Alandaki hazırlıkların en renklileri, Türkistan’ın civar köyleri için tahsis edilen çadırların kurulacağı kısımlardır. Nevruz alanında çadır kurmak o köy için şeref addedilir ve o yıl hangi köylerin çadır kurabilecekleri valilikte aylar önce yapılan toplantılarda belirlenir. Kazakların “kiiz üy” yani “keçe ev” dedikleri otağların kurulması sırasında köyler arasında bir yarıştır gider. “Kimin kiiz üyü daha güzel, gösterişli ve zengin olacak!” Bu tatlı rekabet bayram şenliklerini de renklendirecektir.
Kiiz üy kurmak veya “şangrak kaldırmak” Kazak geleneğinde zaten başlı başına büyük bir olaydır. Kiiz üy, atalarınca yüz yıllar boyu sürdürülen göçer hayatın ve onun içinde oluşturulan kültürün bir sembolüdür adeta. Kiiz üy’e yüklenen bu manaları, Türkiye Türkçe’sinde “otağ kurmak” deyimiyle belki biraz karşılamak mümkün. Göçer Kazak için Otağ kurmak, hayatta var olmanın kendisidir.
Sırderya’nın boyundaki Kazaklar ve dolayısıyla Türkistan Şehri, Kazakistan’da göçerliği bırakıp “balçık evlere” ilk geçen yerleşim yerleri. Bölgenin sosyal tarihinde, suyu bol ve tarıma elverişli Sır boyunun, yerleşik hayata erken geçmek gibi bir özelliği var. Yerleşik hayatla birlikte keçe çadırlar yerine Kazakların balçık ev dedikleri, kurulu evlerde hayat da başlamış. Yani yerleşik hayata ilk geçen ve otağda yaşamayı terk eden Kazaklar bu civarda yaşıyorlar. Öyle dahi olsa otağ kurmanın ve ona yüklenen anlamların bu bölgede dahi çok büyük önemi var.
Otağlar eskiden sahibinin itibarına göre “ak otağ”, “kara otağ”, “altın otağ” gibi isimler alırmış. Büyüklüklerine göre ise 4 kanattan 18 kanata kadar değişik büyüklükteki otağlar hâlâ kuruluyor. Kanat dedikleri, otağın yere oturan ve yan duvarlarını oluşturan ağaçtan yapılmış bölmeler. Kanatlar birbirine eklenerek bir silindir oluşturuyor. Otağın çatısı ise “uık” ve şangrak denen iki kısımdan kuruluyor. Şangrak, otağın en yüksek ve orta noktası. Bu sebeple otağın, sembolü de şangrak denilen ve bir çemberin içersinde ikisi doğu– batı yönünde diğer ikisi de güney–kuzey yönünde, birbirini artı işareti şeklinde kesen çubuklardan oluşur. Kazak’ın hayatını, varlığını, ruhunu, kültürünü hasılı her şeyini sembolize etme gücündeki bu şekil, kendine yüklenen manalarıyla Kazakistan Devlet armasında da yerini almış.
Otağın en yüksek ve orta noktasındaki şangrakla, kenar duvarları birbirine bağlayan uzun ağaç parçalara ise “uık” diyorlar.
Bu üç ana kısım usulünce bir araya getirilip üstünden, yünden sıkıştırılarak yapılan keçelerle kaplanıyor. Otağ duvarlarının içi halılarla döşeniyor. Orta Asya’nın pek çok yerinde bu gün de güzel desenlerle süslü halılar, evlerin duvarlarına asılı duruyor. Anadolu köylerinde de rastlanan bu adetin kaynağı, otağların duvarlarına asılan halılar olsa gerek.
Otağın en kutsal yerlerinden birisi şangrak ise diğeri de kapısındaki eşiktir ve eşiğe basmak hiç iyi karşılanmaz. Nevruzda kurulan otağlara girerken de mutlaka buna dikkat etmek gerekir.
Otağların kurulduğu alanda dolaşırken, otağların yanında duranlar sizleri içeriye davet ederler. Bu da eski Kazak obalarının adetidir. Obaya gelen misafiri, herkes davet eder ancak misafir istediğinin otağına girer. “Konak, seçip konar” der bir Kazak sözü. Burada da otağlar arasında dolaşırken her otağ sahibi, sizleri içeriye buyur eder.
İçeride, o köy tarafından üretilen kımızdan kuruta, kımrandan kavurdağa her şey ikram için hazırlanmıştır. Otağa girildikten sonra ikram edilenlerden, hiç değilse birinden küçük bir parça da olsa yemek gerekir. Zaten bunun için, otağ sahipleri ısrarcı da olurlar. Bir şeyler yemeye pek niyetinizin olmadığını görünce “ağuz tiygiziniz” (ağız değiniz) ricalarıyla ikramda bulunurlar. Ağız değmek, dem tatmak(lezzetini tatmak); tuz–ekmek hakkı denen köklü töre içinde çok önemli bir yere sahip. Bir kişi, tuz–ekmek tattığı, ekmeğine ağız değdiği ailenin fertlerine yıllar boyu iyi duygular beslemelidir. “Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı” olması gibi, tuzuna ekmeğine ağız değdiği ailenin fertlerine karşı, kötülük yapmak büyük haysiyetsizlik addedilir. Belki de bu yüzden, ikramda bulunan otağ, dost kazanmış olur.
Nevruzda yalnızca bu otağlar içinde değil, evlerde de sofralar kurulu bekler ve bu gün evlerin kapıları akşama kadar açık bırakılır, hiç kapanmaz. Dostlar, akrabalar, komşular birbirlerine bayram tebrikine giderler.
Her yerde olduğu gibi Türkistan’da da bayram çoğunlukla çocuklar ve gençler içindir. Yeni elbiselerle ve hediyelerle sevindirilen çocuklar, türlü oyunlarla akşama kadar bayramın tadını çıkarırlar.