Niyaz
Bektaşîlik ve Alevîlikte niyaz önemlidir. Mürşide ve Dedeye yapılan niyaz Bektaşî olmayanlar tarafından değişik şekillerde yorumlanmış, hatta Bektaşîlerin din dışı oluşlarına bir delil sayılmıştır.
Bektaşîler insana yapılan niyaz eylemini; insanın yer yüzünde Allah’ın halifesi olması, diğer bütün yaratıklardan üstün durumda bulunması, meleklerden bile şerefli bir makamda yer alması düşüncesiyle yaptıklarını savunmaktadırlar. Bektaşîlere göre insana yapılan niyaz, insan yoluyla Allah’a yapılan niyazdır. Bu düşünceye göre insan bir yerde “Ka’be” rolünü üstlenmektedir. Yani, Ka’be gibi merkezi konumdadır.
Bektaşîler, bu düşüncelerini Meleklerin Hz. Âdem’e secde etme hâdisesine dayandırırlar. Hz. Âdem’e yapılan secde, dolayısıyla Allah’a yapılan bir secdeydi, diye düşünürler.
Bektaşî dervişlerinin korumakla yükümlü olduğu sırlardan birisi olan Niyaz hususundaki spekülasyonlara, kendisi de bir Bektaşî olan Mir’atü’l Makâsıd müelllifi Ahmet Rıfat şu şekilde cevap vermektedir: “Bektaşî tarîkatının erkânından olan niyaz, (yalvarıp yakarır bir eda ile mürşidin elini eteğini öpmek) rica ve yalvarmak manasındadır. Secde görünüşte Âdem’e ise de gerçekte Allah’a ibadetti. Çünkü o secde Allah’ın emrine uymaktan başka bir şey değildi. Meleklerin Âdem’e secdesi onu ululamak ve onun önünde boyun eğmekti. Yusuf Peygamber’in kardeşlerinin secdeleri de bu cümledendi… Denmiştir ki, Âdem’e secde olayında Âdem kıble idi ve secde Allah’a gidiyordu.
Mürşidin huzurunda, onu hak ermiş bilerek hayır duasını almak için yüzünü gözünü yerlere sürmek yani niyaz etmek tarîkat edeplerindendir… Bu secde değildir. İnsan bütün ilahî isim ve sıfatların zuhur alanıdır. Bütün varlıklar insan için yaratılmıştır. Allah, insanda tecelli ettiği gibi başka hiçbir varlıkta tecelli etmemiştir. Bunun içindir ki insan varlıkların en seçkinidir. İbadete layık olan ancak Allah’tır, ama her gönülde Allah’tan gayri maksut yoktur. İnsan kendi maksudunu Allah’tan gayrı zannetse bile, hakiki maksut yine Allah’tır. Ârifin her şeyde hakkı görmesi, şeytan gibi, varolmayı kendi nefsine vermesinden değil, varlıkta Allah’tan gayrı şeyi görmemesindendir.”
Dede baba Bedri Noyan, Ahmet Rıfat Efendi’nin görüşlerine atıfta bulunarak niyazın aslını, yere kadar secde etmekten ziyâde, ayakta saygısını gösterir bir biçimde durmak olarak nitelendiriyor. Bektaşîler arasında ayakta yapılan niyaza peymançe denilmektedir.
Peymançe, Farsca, pay-ı macan kelimesinden bozmadır. Küçük, kısa söz verme, ahitçik manalarına da gelir. Adab ve erkan açısından ufak kusur işleyen dervişlere, ayakkabılıkta bir miktar tek ayak üzerinde durma ve çaprazlama iki elle kulağı tutma şeklinde uygulanan cezaya da denir.
Peymançe duruşu şu şekilde yapılmaktadır: “Sağ ayak baş parmağı sol ayak baş parmağı üzerine konulur. Kollar göğüste sağ üstte, parmaklar düz ve açık olarak çaprazlanır. Her elin orta parmak ucu, öbür taraf omuzbaşı istikametine gelecek şekilde tutulur. Baş, göğüse biraz öne eğilmiş olarak durulur. Ayak parmaklarını üst üste koymağa, ‘ayağı mühürlemek’ derler. Bu niyaz duruşunu almağa da, peymançe’ye geçmek derler.”
Ayağı mühürlemenin mânâsı, müridin şeyhine: Elim, ayağım yok, başım eğik, şeyhime teslim olmuşum demesidir. Bektaşîlikte yapılan peymançe de, mürdin mürşide saygısını ve bağlılığını bildirir. Mürid, bu duruşla tarîkatın kurallarına uyacağına dair mürşide verdiği sözünü yenilemiş olur.
‘Secde: Namazda ve niyaz âyinlerinde makâma yapılır. Bunda ellerin iç kısmı yere konmaz. Aksine baş parmaktan başka, dört parmak avuca doğru bükülerek, bu dört parmağın sırt tarafı ile baş parmağın uç tarafının içi, yere dayanır. Dizler bükülür, sol diz yere dayanır evvela sağ göz, sonra sol göz, en sonra da alın yere değdirilir ve ayağa kalkılır. Yine niyaz duruşuna geçilir. Namazda secde edilecek yere Kerbela toprağı konulur. Yaşlılar secdeyi ayakta niyaz ile yapabilir.”