İttihat Ve Terakki

Ömer Naci Bey’in Paris’ten İran’a Yolculuğu

Ömer Naci Bey’in Paris’ten İran’a Yolculuğu

 

Paris’e yeni gidenler arasında Ömer Naci Bey orada uzun müddet kalmak istememişti. Kendisine her zaman yeni bir faaliyet sahası arayan Naci Bey bir müddet sonra İran’a kadar gitmek üzere Paris’ten ayrılmıştı.

Naci Bey’in bu seyahatine ait tafsilat yoldan ve İran’dan Paris’e gönderdiği bir iki mektubunda yazılıdır. Naci Bey ilk mektubunda diyordu ki:

“Paris’ten hareketimden bu ana kadar gelen vekayiin ve teşebbüatımın tarihçesini yapmak zamanı geldi.

Marsilya’da, vapurun teehhürü hareketi münasebetile üç gün kadar kalmıştım. Bu müddet zarfında Amerika’ya gitmek üzere Anadolu’nun muhtelif cihetlerinden gelen İslâm muhacirlerinin ki adedi dörtyüze karip idi, ziyaretlerine gittim. Evvel emirde beni bir nazar-ı tereddütle kabul ettiler.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup olduğumu ve vazifemiz ne gibi şeyler bulunduğunu bildirmekliğim üzerine emniyet-i kat’iye geldi. Hükûmet-i hazıranın mezalimi binihayetinden ve Abdülhamid’in bu mezalime esas olduğundan bahis açıldı. İçlerinde 15, 16 yaşında çocuklar bile hakayik-i fecia-i içtimaiyemize akılları erdiğini ve fakat buna karşı ne suretle hareket lazım geldiğini tayin etmekte mütehayyir bulunduklarını beyan ettiler.

Ertesi gece hepsinin vasi bir odaya cemolunmasını ve kendilerine bu ahvalin esbabı ve asarından ve hakikat ve netayicinden bahsedeceğimi söyledim. Bunu maalmemnuniye kabul ettikleri gibi beni nezdlerinde misafir alıkoydular. Vadettiğim veçhile mezkur gece otuz senelik mezalimi binihayetten bahsettim. Bu ahvale ve vatanın duçar olduğu felaketlere hüngür hüngür ağladılar.

Sonra içlerinden, para kazanarak Amerika’dan memleketlerine avdet etmekte olan sekiz Anadolu’lu ile daha ziyade tesisi münasebet eyledim ki bilahare bunlarla aynı vapurda Samsun’a kadar refakat eyledik.

İş bu refakat müddetince kaffesine gittikleri memleketlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin makasıdından, kuvvetinden, Abdülhamid’in zulmünden ve buna karşı teşkil-i ittihat ile hükûmet-i hazıranın tekalif-i zulmiyesine müttehidane ve silah kuvvetile cevap vermek lüzumundan ve kariben teşebbüsat-ı cedideye girişileceğinden ve reisimizin (!) pek büyük bir zat olduğundan bahseyledim.

Vapurumuz İstanbul’da iki gün kaldı. Vapur rıhtıma yanaşır yanaşmaz hafiyeler, polisler içeri doldular. Ben ise kamarama çekildim. Vapura vasıl olduğumuz zaman bilet alırken ismim ve pasaportum Marsilya’da vapur kumpanyası tarafından sorulmuştu. Ben de ismimin Derviş olduğunu söylemiştim. Böyle Derviş isimli bir adamın seyahat etmesi İstanbul Hükûmeti’nin nazarı dikkatini celbetmiş olacak ki arzettiğim gibi Amerika’dan gelen Müslümanlara benim nasıl bir adam olduğumu sormuşlar, tafsilar verirlerse haklarında hayırlı, vermezlerse fena olacağını söylemişler. Bunlar ise başımda şapka olduğunu ve cins ve milliyetim hakkında zerre kadar malumatları olmadığını beyan etmişler.

Elhasıl vapurun etrafında takayyüdat iki gün eksik olmadı. Ben ise uzaktan handan bir surette bu hale nekran oldum. Vapur İstanbul’dan Samsun ve Trabzon iskelelerine ekserisi Kürt, Erzurum’lu ve Laz olmak üzere iki yüzden ziyade yolcu aldı. Bunlar memleketlerinden İstanbul’a para kazanmak fikrile gelmiş hammal ve bakkal gibi esnaf biçaregan idi ki bayram üzeri olması dolayısile bera-yi sıla memleketlerine gidiyorlardı.

Vapur İstanbul’dan hareket eder etmez, şapkayı fese tahvil ettim ve Amerika’dan gelen o sekiz Müslümana bu yolcular arasında propagandaya başlamalarını ve fakat evvelemirde gayet ihtiyatkarane idare-i lisan etmelerini, Amerika ve Avrupa’da gördüklerini ve ora ahalisinin esbab-ı mes’udiyetlerini ahvalimize kıyasen söyleyerek fikirlerini hazırlamalarını tenbih ettim. Bir iki gün bu suretle işaatta bulundular.

Vapur Zonguldak’ın iskelesi olan Karadeniz Ereğli’sine geldi. Burada kömür almak üzere bir buçuk gün kalacağını tahkik ettim. Paris’ten Tahran’a gitmek üzere vapurda bulunan bir Fransız Doktor ile peydayi münasebet etmiştim. Benim Türk olduğum halde Çanakkale’ye çıkmayışım ve Paris’ten gelmekliğim nazarı dikkatini celbetmiş olacak ki Jön Türk olduğuma kendi kendine intikal etmişti. Halbuki kendisi de İsviçre’den müebbeden kovulmuş bombacı arkadaşlardan imiş. Aramızda hasbelmeslek sıkı bir dostluk hasıl olmuştu.

Vapurun Zonguldak’ta bir hayli kalacağını hesap ederek birer at tutup madenlere ve bu vesile ile daha ileride bulunan Kastamonu köylerine beraberce gitmeği tasmim ettik ve hemen vapur durur durmaz yolculardan Tiflis’li Rusya Ermenilerinden bir zatın pasaportunu alarak iskeleye çıktık e tezkerelerimizi alelusul polis merkezine irae ve teslim eyleyerek yolu tuttuk.

Bu küçük seyahat zarfında madenin iki saat arkasında bulunan bir İslâm köyüne kadar gittik. Cebimde gizli duran fesi şapka ile mübadele ettim. Köy kenarında hasır örmekle mşgul bir cemiyetin yanına gittik. Altımıza derhal yeni bir hasır sürdüler. Ahvalden ve saireden bahis açtım.

Mesele valilerin mezalimine kadar geldi. Cümlesi bir ağızdan bu ahval-i elimeden yana yakıla şikayet ettiler. Nihayet kim olduğumu kendilerine anlattım. Yakında bu mezalimin defolacağını ve Meclis-i Mebusan küşat edileceğini, kimsenin kimseye zulmedemeyeceğini ve ahalinin para kazanarak mesut olacağını izah ettim.

Kendi malları olan bu kömür madenlerinin nasıl ecnebilerin eline bırakıldığını ve milletin bu türlü hukuku gasbedilerek düşmanlarımıza teslim olunmasaydı şimdi bu madenlerin kendilerine ait olacağını anlattım. Abdülhamid’e lanetlerle beraber sözümü kamilen tasdik ettiler ve Cemiyetin muvaffakıyetine dualarda bulundular. Nihayet akşama doğru vapura avdet ettik.

Amerika’dan gelen Müslümanlar benim hükümdar-ı müstakbele mensup olan bir Cemiyeti azime ve hafiyenin azasından bulunduğumu vapurdaki Müslümanlara ihsas etmişler. Bunlar ise muhakkak benimle görüşmek üzere gece beni yanlarına davet ettiler. Cümlesine vapurun güvertesinde bir konferans verdim. Ahval-i hazıranın levsiyatından ariz-ü amik bahisler açtım. Efkarıma iştirak etmeyen bir fert bile yoktu.

Bunlara memleketlerinde efkar-ı ahalinin galeyana getirilceğini, ittihat faidelerini ve böyle giderse vatanın mahvolacağını ve dinin de elden gideceğini söyledim. Vapurdaki frenkler benim kim olduğumu bildikleri cihetle kabiliyetsiz addettikleri Müslümanların inkılaba istidatlarına mütehayyir olarak selamet-i Osmaniye namına bilahara beni tebrik ettiler.

Yolculara nutuk söylediğim sırada cesimüccüsse Kürd’ün birisi (Erzincanlı ve İstanbul’un hamal başılarından olduğunu tahkik ettim) bir savlet-i nagühani ile üzerime sıçrayarak yüzümü gözümü öptü ve halka karşı dönerek zalimler aleyhine çalışmaktan bir an hali kalmayacağını Allah’a kasem ederek temin etti.

Bu yolcuların cümlesi iskelelerine vasıl olup müfarakat ettikçe gelip elimi öpüyorlardı! Zonguldak’ta olduğu gibi Trabzon’a da aynı pasaportla çıktım. Eğer ellimde esami-i matlube (!) olsa idi, çok muvafık olacaktı. Naci merhumun idam edildiği Misak meydanına gittik. Hamdi Paşa’nın kızı ve haremi gelip merhumun naşi mübarekine tükürmüşler.

Kayıkçılar vesaireden vapurda bilahare ettiğim tahkikattan bunun suret-i idamı hükûmetçe işaa olunduğu gibi maaş meselesinden olmayıp bizim komitenin sevkile olduğunu, merhumun idamı ahali üzerinde hükûmete karşı yeniden bir nefret hasıl ettiğini anladım.

Batum’a vüsulüm az kaldı tehlikeli oluyordu. Zira pasaport muamelesi Rusya’da o kadar şiddetli ki vapura polisler, gümrük memurları ve jandarmalar geliyorlar. Evvela ahaliyi tepeden tırnağa kadar arıyorlar, sonra da pasaportların muamelesi icra olunuyor. Eşkal-i umumiye birer birer tetkik edildiği gibi en ziyade yaş meselesine ehemmiyet veriliyor.

Polis evvela benim pasaportumu okudu. Ben uzakta idim. Birinci defa tetkike maruz olmanın kıymetini derkettiğim cihetle tehiri muvafık buldum ve sesimi çıkarmadım. Eşyamı hazırlamak bahanesile kamarama girdim. Bu esnada polislerin “Hacı! Hacı!” diye bağırdıklarını işittim. Cemiyetin varaka-i mahsusa ile şifreyi derhal yırtıp denize attım. Bu sada üzerine epeyce telaşa düştüm. Hamdolsun ki aranılan hacı ben çıkmadım. Pasaportundan şüphe edilen diğer bir hoca imiş. Bunu tahtelhıfız hapishaneye götürdüler. Daha üç kişiyi bu suretle tevkif ettiler.

Nihayet pasaportumu talep etmek üzere polisin yanına gittim. Tamam üç saatten beri pasaport muayene ve kaydetmek ve üstbaş aramakla meşgul ve yorgun bulunan polis:

-“Bu senin ki mi?” diyerek ve eşkâlimi tatbika vakit bulumayarak pasaportumu elime tutuşturdu.

Eğer 37 yaşındaki kaydı nazarına çarpmış olsaydı,muhakkak ben de evvelâ mahbese ve sonra ekseriyetle Rusya’da vâki olduğu üzere, hükûmeti Hamidiye’ye red ve teslim edilmiş olacaktım.

Batum’da birbuçuk ay kadar olan müddeti ikametimde geçen vukuat ehemmiyeti itibariyle şayan-ı tezkârdır. Oçamçere’deki arkadaşlarımız cidden hamiyetli adamlardır. Batum’a geldiler ve görüştük. Fakat Oçamçere’nin Osmanlı hududundan vapurla 16 saat uzak bir mevkide bulunması harekât-ı icraiye sırasında bunlardan edilecek istifadeyi kısmen tahdit etmektedir. Maamafih, dahile kağıt götürmek ve göndermek hususunda bunlardan istifade edilmektedir.

Sancakbeyzâde diye meşhur olan Batum Ahali-i İslamiyesi üzerinde fevkalade nüfuzu bulunan erbab-ı hamiyet ve gayretten Mehmet Bey’i evvelâ evinde ziyaret ettim. Fakat kendimi ve mensubiyetimi iptida ifşa etmedim. Paris’ten geldiğime nazaran mükâleme Jön Türklere ve fırkalarına intikal etti. Mehmet Bey, İttihat ve Tearkki Cemiyeti’ne karşı baridane bir surette idare-i lisan etti.

Birkaç mülakattan sonra anladım ki mumaileyh Sabahaddin Bey’le muhaberede bulunduğu gibi Mısır’dan İsmail Hakkı namında bir zat gelmiş ve Rıza Bey’e dair bir çok müfteriyat-ı kâzibede bulunmuş. Mülakatlarımızın teaddüt ve tevalisi mumaileyhten bu zehabı sildi. Ve hakikat-i esasiyeyi anlattı. Faaliyete ait ittihad-ı mesai evvelemirde mumaileyhle oldu. Bunun icrası İlkbahara talik edildi.

Şimdi mumaileyh, Sabahaddin Bey’e ait temayülü izale etmemekle beraber, fikren ve mesleken bizim tarafa maildir. Bu zatın vücudundan çok istifade olunması memuldür. Sabahaddin Bey’le dahile yapılan muhaberatın merkezi mutavassıtıdır. Fimabaat kendisine daha ziyade evrak irsal edilmesi lazımdır.

Geçen hafta isimlerini ve makbuzlarını gönderdiğim zevat ise, geçen seneler Rusya ihtilali zamanında İslamları tahrik etmek üzere kıyam eden ve bir kazak zabitiyle iki neferi öldüren ve idama mahkûmiyetleri cihetiyle Osmanlı hududuna atlayan dört eşkıyadır. VeSaid-i hafiye ile bunlarla köylerinde görüştük. Ve baharda benim de kendilerine Selmas’tan badelavdet iltihak edeceğim kararlaştırıldı.

Şimdi kendileri Hopa’da ve köylerde hareketlerine devam ediyorlar. Herbirisi birkaç adam öldürmüş olan bu adamların kuva-i fiiliyelerinden istifade memuldür.

Rusya’nın Erzurum ve Trabzon hududu üzerindeki nekatı, yani mühim İslam köylerini gezdim. Bunların tahdid-i efkârı için ileri gelenleriyle mükâlematta bulundum. Her iki taraf İslam ahalisinin arasında temas meselesi temin edildi. Binaenaleyh fimabaat bunların hepsi, Batum Vilayeti dahilinde Urcak Köyü’nde Şükrü Efendi diye kapalı olmak üzere 15, Artvin Kazası’nda “Firari” Mahmut Efendi’ye 10, Murgul Kazası’nda Mehmet Efendi’ye 5 ve Batum’da Giritli oğlu Ahmet Efendi vasıtasıyla İsmail Ağa’ya, bu adam fevkalâde cesurdur ve işimize yarayacaktır, 10 adet gazete irsali şimdilik kâfidir. Yine Batum’da eşraftan Şerif Bey’e de birkaç nüsha gönderilmesi lazımdır.

Kariyesi merkezi istinattır. Rusya’dan açık ibare ile mektup yazmayışım pek tabiî idi.Zira Hükümet ecnebilerin memalik-i ecnebiye ile olan kâffe-i muhaberatını sansüre veriyor. Hürriyet, Rusya’da şimdi bir kuru sözden ibarettir. Hatta az kaldı, para gönderdiğiniz mektupları açacaklardı. Batum’da arkadaşlığını kazandığım bir Gürcü sosyalistin posta memuruna vukubulan gizli tebliği üzerine meseleyi kapattık. Avdetimde Batum’da ne suretle muhabere edileceğini arzederim.

Şimdi iki aydır Selmasta’yım. Evvelemirde buranın Van ve Bitlis vilayetleriyle sıkı ve ehemmiyetli bir teması vardır. Osmanlı hududunu şimdi gözümün önünde görüyorum. Son, Kürtlerden veSaid-i kâfiye istihzarı kuvve-i karibeye gelmiştir. Fakat İran İhtilâli’nin en buhranlı bir zamanında olmaklığımız ve Selmas’ın birbuçuk aydır âdeta mahsur denilecek bir hal-i keşmekeşte olması bu teahhuru intaç etti. Cemiyetin, Tebriz ve Tahran meclislerine vukubulan beyanatı çok muvafık oldu.

Selmas’ın ileri gelenlerine takarrüp ettikçe Kürtlerden veSaid-i mukteziye tedariki kolaylaşıyor. Hatta Selmas’ta muhtelif zevata gönderilen Şûrâ-yı Ümmetleri toplayarak ve Van’a giden bir hususi zata teslim ederek geçenlerde dahile gönderdim.

Kürtler üzerinde Şeyhlik dolayısıyla nüfuzu küllisi bulunan Selmas eşrafından ve Meşayih-i kiramdan Efendi Ağa’nın yakında fevkalhat veSaid-i mezkûrenin ihzarı için himmetinden çok ümitvarım. Kendisine yine cemiyet tarafından bir teşekkürname gönderilse fena olmaz. Encümeni Milli Reisi Hacı Pişenemaz Ağa’nın himmetinden istifade olunması memuldür.

Geçen hafta Cuma günü hududa yakın Kalesr nam köyde oturan Ermeni Komitesi Reisi M. Samson ile gidip görüştüm. Fakat kendisiyle resmen konuşabilmek için henüz bir salâhiyet-i resmiyem olmadığından bahs-i esasa teşmil edemedim, Ermeniler hissiyatıma göre baharda bir kıyama hazırlanıyorlar ve Van’da Sabahülhayır namındaki cemiyetten çok ümitvar bulunduklarını söylüyorlar.

Ermeni rüesası burada, içtima için olacak, kâmilen toplanmaktadır. Van’da Ermenilerin kıyamı haberi buralarda devran etmekte ise de neticesini hâlâ tamamen anlayamadım. Elhasıl bahara kadar burada hakiki bir istasyon teşkil edeceğimi ümit ederim. Nazariyatta insan herşeyi çabuk hallediyor. Fakat hakikatte, daha doğrusu mevkii ameliyatta öyle değil. Bahusus benim gibi hediye (halı) dedarikiyle iş görmeye mecburiyet olursa,Allah aşkına söyleyiniz, beni beş parasız bırakmaz, bilmem nasıl bir mâna ifade eder? Sabahaddin Bey’in halı tüccarı bedavacılık yapmadığı için benden evvel menabi-i lâzimeyi tutmuş!.

Üstümdeki elbise parça parça oldu. Teşrinisani maaşını Batum’dan Selmas’a yol harçlığı yaptım. Şimdi buradan inayetle geçiniyorum. Ermeni komite heyetile görüşmeğe gittiğim zaman ariyet bir İran abası tedarik ettim. Yoksa dilenci zannile kapıdan kovacaklardı.

Ne ise açta kalsam vazifemdeki sebatıma zerrece halel gelmez. Fakat işlerin cereyanı bunu icap eder. Hiç sermayesiz para kazanacak kadar vakıf-ı iktisat olmadığımı itiraf ederim. Az sermaye ile çoğu kazanmağa ise aklım erer, geçelim.

Bahara bir buçuk ay kadar var. Bu müddet zarfında Batum’a avdet veya buradan işe başlamak şıklarını ihtiyarda işarınıza muntazırım. Ermenilerin elinde bütün bütün oyuncak olmamak için mümkün olduğu kadar istiklal ile hareket muvafık olacak. Bunun için ise Batum’da olduğu gibi burada da bir cemiyet-i hususiye teşkili esas emelimdir. Bu da hamdolsun husul bulmak üzeredir.

Rıza ve Sezai Beylerin ellerlinden öperim. Mektubuma serian cevap veriniz. Parasızlık ve tasaddukla geçinmek canıma kar etti. Bu para meselesindeki imsak doğrusu şevkimi kırıyor.

Kardeşim Hüsrev, Kenan, Recep ve Talha Kemali’ye selam-ı mahsus ederim. Bizim aileden hiçbir havadis alıyor musunuz? Allah aşkına yazınız. Hasan beni unutmasın!”

Terakki ve İttihat Cemiyeti tarafından Tebriz ve Tahran milli encümenlerine gönderildiği Ömer Naci Bey’in yukarıki mektubunda zikrolunan beyannameler Dr. Bahaddin Şakir Bey’in imzasını taşıyordu. Bu beyannamelerde deniliyordu ki:

“Muhterem dindaşlarımız;

15 Ramazanülmübarek 1325 tarihli cevapnameniz vasıl olarak heyet-i merkeziye azası huzurunda kıraet edildi. Hissiyat ve efkarımızdaki müşareket-i samimiye hepimizi memnun ve mahzuz eyledi. Millet Meclisi’nin küşadına, Kanunu Esasi’nin tatbikine ve mer’iyet-i ahkamına muvaffakıyetinizden dolayı sizi tekmil kalbimizle tebrik eder ve şevket ve saadetinizi temenni eyleriz. Bizimle hemhudut olan ve dindaşımız bulunan bir devlet-i İslamiyenin ahkam-ı mukaddese-i diniyemize teban usul-ü idare-i meşveret ve Meşrutiyet’i mülkünde vaz’ ve tesis eylemesi, yalnız bizi değil, bütün alem-i İsmamiyeti de memnun ve şadan eylediğine şüphe yoktur. Serhat meselesi münasebetile hasıl olan heyecan ve endişeyi tedabir-iakilane ile teskine himmet eylediğinizden dolayı şayan-ı tebriksiniz.

Malumdur ki kürrei zemin üzerinde yaşayan her mümin biri birinin kardeşidir. Hak teala ve tekaddes Hz. Kur’an-ı azimüşşanında “Elmüminun uhuvvelün” buyuruyorlar; fakat Osmanlı taç ve tahtında oturan Sultan-ı hazır Abdülhamid nice evamir-i ilahiyeyi isga etmediği gibi bu hikmet-i celileyi dahi idrak edemeyecek kadar aciz, mecnun bir adamdır. İşte her iki taraf bunu bilerek biribirile kardeşçe yaşaması, birbirine dest-i uhuvvet ve ittihadı uzatarak birlikte çalışması mukteziyat-ı diniyemizdendir.

Abdülhamid’in harekat ve icraat-ı mecnunanesinde milletin reyi, arzusu yoktur. Millet ile Abdülhamid ayrı ayrı şeylerdir. Emin olunuz ki tercüman-ı hissiyat ve efkarı olduğumuz milleti Osmaniye içinde bu serhat meselesinden dolayı sizin kadar meyus ve müteessir olmuşlardır. Abdülhamid’i bu suretle ikaı cinayete sevkeden esbap ve müessirattan birincisi, tarif ettiğiniz veçhile dahili İran’da başlayan ef’al-i inkılabiyenin memlak-i Osmaniye’ye vehm-i sirayeti, ikincisi de şu son zamanlarda Anadolu’da sözde zuhur olan vekayi-i kıyamiyenin saltanat-ı katilanesine nihayet vermeğe müstaid olan dehşetidir. Milleti bir vaka ile oyalayarak fikri hürriyet ve adaletin intişar-ı seriine mani olmak istiyor.

Bizim vazifemiz her iki millet-i islamiye efradına hakikati meselenin tefhimile hadisat-ı fecianın zuhuruna meydan vermemektir. İşte Cemiyetimiz bu maksatla Osmanlı zabitanına hitaben bir beyanname neşretmiş ve vesatet-i hamiyetkaranenizle hudutta bulunan ümera ve zabitana tevzi ve irsal kılınmak üzere bir miktarını da heyet-i muhteremeniz namına göndermiştir. Vüsulünde Osmanlı ümera ve zabitanına tevziat icrasile lisan-ı Farisiye dahi tercüme edilerek vatandaşlarınız arasında neşr-ü tamimine himmet buyurunuz.

Ey heyet-i muhteremei İrani’ye! Biz bilmeliyiz ki bu serhat meselesi muvakkat bir gaile-i Hamidiyedir. Bugün gerek İran’ın, gerekse Hükûmet-i Osmaniye’nin izmihlal ve indirasına çalışan ve bütün İslam milletlerinin ebedi ve hakiki düşmanı olan İngiltere veRusya Hükûmetleridir. Aramızda çıkan adi ihtilafları kemal-i sür’atle tevsiye ederek bunların istila teşebbüslerine karşı müttehit bir kuvve-i müsellaha tesis etmeğe çalışmalıyız. İslamiyet’in istiklali bu iki hükûmet-i İslamiyenin derece-i faaliyet ve mesaisine merbuttur.binaenaleyh gerek bu fikrin bütün vatandaşlarınız arasında neşr-ü tamimile melhuz olan her felakete, her tecavüze karşı Osmanlılar destbedest ittihat ve ittifak olmaları esbabını tehiye edeceğinize ümidimiz berkemaldir.

Sultan Hamid’in saltanatı müstebide ve hainanesine nihayet verildikten sonra iki devlet-i İslamiye biribirinin kardeşi olacak ve bunların açtıkları liva-yi ittihat altında, şimdi perişan bir surette Avrupalıların esir ve mahkumu olarak yaşayan diğer vatandaşlarımız da toplanacak ve İslamiyet şevket-i kadimesini bulacaktır. Her şeyden akdem İran, Kanunu Esasisi’nin bahşettiği emniyet ve hürriyet içinde esbab-ı terakki ve tealisini sulh ve müsalemette aramalıdır. Her halde mesainizde muvaffakıyat ve teshilat-ı suphaniyeye mazhar olmanızı dua eder ve cümlemiz heyet-i muhteremenize selam ve ihtiram eyleriz.”

Türkiye-İran hududunda çıkan karışıklıklar o esnada İstanbul ile Tahran arasında notalar teatisini mucip oluyordu. Fakat İran’da Meşrutiyet-i idare teessüs ettiğinden, Abdülhamid ise istibdat idaresine sımsıkı sarıldığından bu notalara Babıâli tarafından verilecek cevaplarım şekli hakkında ekseriye ihtilaflar çıkıyordu. O günlerde, Teşrinisani 1323’te, İstanbul’dan Paris’te Terakki ve İttihat merkezine gönderilen bir mektupta bu meseleye dair şu izahat veriliyordu:

Teşrin-i saninin yirmi dördüncü gecesi Sadrazam konağı hercümerç içinde idi. Zira Pazar günü Vükela Meclisi’nde hudut vilayetlerinde çıkan iğtişaşın mahalli emniyete iras ettiği zarardan bahisle acilen buna karşı bir çare-i tesviye bulunması lüzumuna dair İran hükûmeti tarafından tebliğ olunan notanın müzakeresinde Sadrazam Ferit Paşa:

– “İran’ın halihazır idaresine nazaran zemin ve siyakı sabıktaki ifadatımızdan İran bir şey anlamaz. Binaenaleyh bu noktaya verilecek cevabı Paşa Hazretlerinden bekleyelim!” diyerek Maarif Nazırı Haşim Paşa’yı gösterince, Haşim Paşa bundan münfail olmakla beraber belki bir külah kaparım fikrile bunu Sultanı’na arzeder.

Bunun üzerine daha gündüzden, Sadaret’te tebeddül olacağına dair bir şayia işitildi. Fakat o gece kabak yine Sadrazam’ın başına patladı. Neticede, Abdülhamid yeniden kendisine mürevviç tedarikindeki müşkülatı görerek Ferit Paşa’nın ibkasına ferman buyurdu! Dikkat olunuyor ya notaya verilecek vecaa dair hiçbir söz yok. Asıl mesele zülfüyare!” dokunmamak.”

Ömer Naci Bey İran’da İran’lı mücahitlerle çok çalıyordu. Bu mücehedesi esnasında birkaç defa hapse atılmış, idama mahkum olmuş, fakat dostları tarafından kurtarılmıştı. Bu çektikleri yetmiyormuş gibi bir de tifoya tutularak bir ay hasta yatmıştı. Paris’e yazdığı diğer mektubunda vaziyetini ve İran’ın vaziyetini şu suretle arkadaşlarına bildiriyordu:

“Humma-yi tifoitten kalkalı dört gün oldu. Tam otuz bir gün yatağa mahkum oldum. Az kaldı diyar-ı ademe gidiyordum! Şimdi hamdolsun iyiyim. Dimağıma malik bir hale değilim. Rıza ve Sezai Beyefendilerin ellerinden öperim. Hüsref, Kenan, Recep kardeşlerime de ayrı ayrı mektup yazacağım, fakat hiç halim yok.

Selmas ve Tebriz ateşi inkılap içinde yanıyor. Selmas istibdat erbabı tarafından muhasarada idi. Üç dört gündür refolundu.

Rica ederim, gerek teşebbüsat-ı atiye sırasında, gerekse ekmeğim için beni parasız bırakıp rezil etmeyiniz. Sebahaddin Bey buradaki adamlarına ayda beş altı yüz frank veriyor. Eğer Selmas ahalisinin yardımı olmasaydı, aç kalacaktım. Bana yalnız bir maaş gönderdiniz. Rıza Beyefendi icap ve ihtiyacı ahvali mühaza buyurarak ve namusuma itimat ederek kesr-ü tasir tavsiye buyurmazlar ümidindeyim.

Gelecek hafta postasile Selmas erbab-ı hamiyeti tarafından cemiyetimize umumi bir teşekkürname gelecektir. Mektuplarınızın adresini yalnız Naci diye yazınız. Bekir Derviş ismi burada fena tesir yapıyor, ihtiyat istemez. Batum’’a çıkardığım bir kıta fotoğrafımı Cemiyete bir hediye-i naçiz olarak gönderdim. Arkadaşlara da birer tane göndereceğim. Fakat cebimde miktarı kafi para yok! Kardeşim Hüsrev’e ve Receb’e mektuplarında gösterdikleri teveccühten dolayı teşekkürler ederim. Kendime buradaki Osmanlı Şehbenderi’nin nazar-ı dikkatinden kurtulmak için muallim süsü verdim. Zira Osmanlı hükûmeti, mahza Ermenilerin buradaki teşebbüslerini menetmek için burada konsoloshane açmıştır.

İcraat için Selmas ile Batum’dan daha mükemmel bir nokta-i istinat Ermenilerin fırka reisi Osmanlı hududuna yakın bir köydedir. Havaların fevkalade soğuk ve kış olması, benim arıza-i vücudiyem, Rusya’dan gelenlere manza sirayeti veba değil, sirayeti inkılabı menetmek için mevzu karantinanın bazı eşyayi hususiye! nakline mani olması, arkadaşlarımın bazı esbap dolayısile mecburen geç kalmaları ancak baharın gelmesile işe başlanmasını mecburi kıldı.

Sabahaddin Bey’e bilmünasebe söylemek mümkün ise kendilerinin buradaki hal-i ticari biraz daha itidal ve ihtiyat ile hareket etmiş olsa, muvafık olurdu.

Cemiyetimizin İran Meclisi Meb’usanı ile Tebriz Encümeni’ne vukubulan müracaatleri ahalinin efkarı üzerinde fevkalade mühim tesirler icra etti. Hududun ötesi feverana muheyyadır. İran hudut meselesi karışıktır. Vali Tahir Paşa Urumiye dedir.Kenan bilir, bizim Çerkes Kazım beraberinde, Onunla hafiyyen görüştüm. Çünkü Urumiye’ye giderken buradan geçtiler. Kafi vaatler aldım.”

Ömer NaciBey’in parasız kalması ve sıkıntı çekmesi onunla Paris arasındaki muhaberenin güç olmasından ileri geliyordu. Paris’ten yazılan mektuplara bakılacak olur Cemiyet Oçamçıra’daki şubesi vasıtasile Naci Bey’le muhabere ediyor ve para yolluyordu. Muhabere ticarethaneden ticarethaneye iş mektubu yazılıyormuş gibi yapılıyordu. Bu suretle muhaberedeki siyasi maksadı gizlemek mümkün oluyordu. İhtilal beyannameleri “mağazanın ilanı” bomba ve silah tedariki ise “eşyayi ticariye” tesmiye ediliyordu. Bu mektuplardan birisini nümune olarak aşağıya yazıyoruz:

“Muhterem Vatandaş;

Dostumuzla görüştüğünüzü ve ticaret işlerinin iyi gittiğini haber vermenize pek ziyade memnun olduk. Orada bizim için kıymetli halılar bulduğunuzu da öğrendik. Mübayaa etmek üzere şu on gün zarfında memurumuza gönderilen para hariç olmak üzere bu kere de sizin vasıtanızla iki yüz frank leffen banknot halinde gönderildi. Kendisine yollayınız. Sizin oranın ahvali ticariyesine pek ziyade vukufunuz olduğu için arkadaşımıza son derece yardım ediniz. Memurumuz mağazamızın salahiyeti kamilesini haiz olduğundan kendisi ne cins seccadeler satın almak isterse derhal muavenet ediniz. Paralar vasıl olur olmaz, derhal mübayaaya başlayarak iktiza eden yerlere yollayınız. Ancak nerelere gönderdiğinizi tefsilatile bize bildiriniz. Her halde aldanmamak için fevkalade dikkat ve ihtiyat etmeniz elzemdir.

Mağazamızın ilanında arzu ettiğiniz tadilatı yapacağız. Yalnız sizin gayretiniz, namusunuz, istikametiniz bize kafidir. İstifademizin pek ziyade olacağına şüphe yoktur.Mektuplarınız muntazaman geliyor. Rüfeka selam ederler. Baki Cenab-ı Hak işlerinizde muvaffakiyet ve ticaretinize vüs’at ihsan buyursun:”

Ömer Naci Bey’in İran İhtilali’nde oynadığı rol Selanik’ten Paris’e yazılan bir mektupta şu suretle izah ediliyordu:

“Kardeşimiz Naci’nin İran İnkılabı’nda husule getirdiği faaliyet-i ihtilaliyeyi bilmem işittiniz mi? Naci, zalim Şah tarafından üç defa idama mahkum edilmiş, üç ay hapsolmuş ve nihayet her üç hükümde de firar etmiş. En nihayet, İran İnkılabı’na mes’udunu şimdiki hal-i muzafferiyetine getirmiştir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!