PKK infazlar -13- Agit Kod Mahsum Korkmaz
PKK MK Üyesi “Agit” Kod Adlı Mahsum Korkmaz’ın Esrarengiz Ölümü
PKK’nın efsanevi militan haline getirdiği, 1986 kışında Gabar Dağlarında öldürülen Agit kod adlı Mahsum Korkmaz’ın ölümü başta örgütü olmak üzere birçok arkadaşı tarafından şüpheyle karşılanmıştır. Kimilerince Apo tarafından “komployla öldürtülmüştü”. Çünkü Mahsum Korkmaz Apo’nun “yerime geçebilir” diye en çok çekindiği militanlardan biriydi.
Mahsum Korkmaz kimdir?
1985 yılında Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde dünyaya gelen, ilk ve orta öğrenimini Batman’da gerçekleştiren Mahsum Korkmaz, ekonomik olarak varlıklı bir aileye mensuptur. 1970’li yılların başlarında kendilerine “Kürdistan Devrimcileri” diyen kamuoyundaki yaygın adıyla “Apocular” denilen grupla tanışır. Bu grubun doğal olarak yandaşlarından biri haline gelir. Kürt gruplarının kendi aralarındaki fraksiyon mücadelesinde Apocu grubun en kararlı ve sivri isimlerinden biri olur. Kürt solunun birçok grubunun Apocular’la olan ve cinayetlere kadar varan kanlı çatışmalarında, ileride PKK’nın en tetikçi ve gözde militanların biri olarak örgütteki yerini alacaktı. Başta Batman olmak üzere Apocuların Güneydoğu’daki örgütlenmelerinde baş rolü oynamıştır. Düzenlenen miting ve gösterilerin organizatörüdür. 30 Temmuz 1979’da AP Milletvekili M. Celal Bucak’a düzenlenen eylemde de kendini gösterir. 1979 yılında Batman’da yapılan ara yerel seçimlerde Üsteğmen iken Ordu’dan ihraç edilen PKK’nın adayı olarak seçimlere katılan Edip Solmaz’ın en büyük destekçilerinden biridir.
Edip Solmaz’ın daha sonra aşiret içi kavgalar neticesinde Raman aşiretine mensup kişilerce öldürülmesinden sonra Edip Solmaz’ın katilleri olarak gördükleri, Mehmet Özdemir’i Edip Solmaz’ın öldürülmesinden 12 gün sonra arkadaşlarıyla birlikte öldürmüştür.
Mahsum Korkmaz PKK’nın 1979 Temmuzundan sonra karar aldığı “Ajanlaşmış kişi ve kurumlara karşı devrimci şiddet temelinde mücadele” dediği taktiği uygulamak için başta Batman merkez olmak üzere birçok il ve ilçede eylemlere girişmiştir. Bu eylemlerde baş hedef KUK ve TEKOŞİN adındaki Kürt solunun diğer gruplarıydı. Bu gruplara mensup birçok militanın öldürülme eyleminde yer almıştı.
Lideri Öcalan’ın Temmuz 1979’daki çıkışından beş ay sonra Aralık 1979’da Mahsum Korkmaz da soluğu Ortadoğu’daki terör kamplarında alacaktır. Burada birçok örgüt mensubu ile beraber askeri ve silahlı eğitimden geçmiştir. 12 Eylül darbesini müteakiben PKK’nın Türkiye’ye yönelik başlatmış olduğu silahlı propaganda ve silahlı eylemlerle ilgili genel politikaların içerisinde yer almıştır. 1981 yılında gerçekleştirilen PKK 1. Konferans kararları gereğince Güneydoğu’da PKK’ya kadro ve mühimmat sağlayacak, örgütleme çalışmalarını yürütmek üzere Türkiye’ye dönmüştür.
PKK’nın 15 Ağustos 1984 “Büyük Zafer Atılımı” diye nitelendirdiği kanlı Eruh ve Şemdinli baskınlarının planlayıcısı ve uygulayıcısıdır.
1985’ten öldürüldüğü 1986 yılının Mart sonuna kadar birçok askeri ve sivil hedeflere, kundaktaki bebeklerin katledildiği köy baskınlarına kadar her türlü terör ve şiddet eylemlerinin yönlendiricisi ve katillerinden biridir. PKK’nın önde gelen militanı 27 Mart’ta yeni bir eylemi gerçekleştirmek üzere bir grup militanla eylem yerine giderken kuşkulu bir şekilde arkadan vurularak öldürülmüştü. Agit kod adlı Mahsum Korkmaz’ın öldürülmesi PKK kadrolarında büyük infial uyandırdı. Mahsum Korkmaz nasıl ve kimler tarafından öldürülmüştür? Hâlâ bugün bile kendilerince esrarını korumaktadır.
Korkmaz’ın ölümü üzerine başta PKK lideri Öcalan olmak üzere dünden bugüne çeşitli görüşler öne sürüldü. Bunlardan birçoğu olayı komplo olarak nitelendiriyordu.
PKK çizgisinde yayın yapan aylık “Genç Bakış” Dergisinin 2001 tarihli 6. sayısında “Komutan Agit” başlığıyla, Mahsum Korkmaz’a geniş yer verilerek ölümü ile ilgili şunlar söyleniyordu:
1985 sonunda 3. Kongreye katılmak üzere Ortadoğu’ya gidecek delegeler arasında Agit yoldaş da vardır. Ancak koşullar el vermediğinden geçemez. O bunu sorun yapmaz ve çalışmalarını yüksek bir tempo ile sürdürür. 1986 baharında ise 3. Kongre hakkında henüz herhangi bir bilgi ulaşmamışken Agit yoldaş kongre çizgisine denk düşen Bahar Atılımı’nı başlatır. Yeniden diriltilen Hamidiye Alayı “Köy Koruculuğu” siteminin örgütleyicilerine ve askeri karakollara yönelik yoğun bir eylemlilik kampanyası başlatır. 27 Mart’taki bir randevusuna giderken arazide bulunan askerlerin pususuna düşerler. Çatışma çıkar. Grubun sağlam olarak çatışma alanından çıkartır. Herkes Komutan Agit’in de geri çekildiğini sanmaktadır. Ancak kuşkulu bir biçimde, nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla Komutan Agit şehitler kervanına katılır.
PKK lideri Öcalan ise Mahsum Korkmaz’ın ölümü ile ilgili şunları söylüyor:
Diğer en önemli sorun şiddet konusudur. Baştan beri PKK adına geliştirilen şiddete karşı, şiddetli mücadele tavrımı biliyorsunuz. Aslında daha ‘86’da Agit ve diğer bazı arkadaşların büyük ihtimalle bir komployla gitmeye dayalı olarak şehit edilmesi, yine dörtlü çete diye tabir ettiğim – Şemdin, Metin, Hogır, Kör Cemal vb. – kişilerin yaklaşımı, bu şiddete damgasını vurdu. Bir türlü de bu aşılamadı. Korkunç tahribata, acı kayıplara yol açtı.
PKK itirafçısı, birçok kanlı eylemlerde yer alan Sami Demirkıran ise Mahsum Korkmaz’ın ölümü ile ilgili şunları anlatı-yor:
PKK’nın dağ kadrosunu organze eden en önemli isimlerden Agit (K) Mahsum Korkmaz da görevinin doruğunda bulunduğu sıralarda şaibeli bir şekilde vurularak öldürülmüştü. Mahsum Korkmaz, söz de Botan Eyaleti’nde girişilen bir çatışmada, sırtı arkadaşlarına dönükken bel kısmından aldığı bir kurşun darbesiyle öldürülmüştü.
Bu olayı HPP’nin yaptığı da rivayetler arasındaydı.
HPP, örgüt içerisinde gizlice yapılanmış bir istihbarat ve infaz teşkilatıydı.
Direkt Apo’ya bağlıydı. Görevi, örgüt iç mekanizmalarını gizlice teftiş etmek ve çıkan zafiyetleri anında önlem alınması amacıyla PKK önderliğine rapor etmekti. Kör Cemal, Botan gibi isimlerin de HPP’nin kurşunlarıyla öldürüldüğü aşinaydı.
HPP’nin görev icra koordinasyonu “jurnalciler” olarak bilinen, Sultan Abdulhamit zamanında kurulu düzene kavuşturulan gizli istihbarat örgütlenmesi ile aynı işlevselliğe sahip idi.
Devletin, Abdülhamit yönetimindeyken kurduğu istihbarat teşkilatı ile ülkenin her yerindeki her şeyden zamanında haberdar olması “jurnalciler” sayesinde gerçekleşiyordu. Jurnalcilerin görevi, kimin ne yaptığını, nereye gittiğini, ne düşündüğünü öğrenmek idi. Yaptıkları vazifeye göre Abdülhamit tarafından bizzat ödüllendiriyorlardı.
HPP’nin PKK’nın nezdindeki konumu da jurnalcilerinkinden farksızdı. Onlar da gizliydi ve yaptıkları vazifenin niteliğine göre ödüllendiriliyorlardı.
PKK’daki i infaz sendromunu birinci elden değerlendiren Öcalan (1992) yılında, “Çelik Harekâtı” esnasında yaralı düşen (18) elemanı, ele geçmemeleri amacıyla, Cuma (K) Cemil Bayık’ın Adnan isimli bir militana öldürttüğünü belirtiyordu. Cemil Bayık’ın, buna mukabil (13) örgüt elemanını disiplini sağlamadıkları gerekçesiyle öldürttüğü de bilinen başka bir ayrıntıydı.
PKK’nın merkezi üyeleri olarak bilinen isimlerin de temizlenmesi, Apo’ya ayak bağı olmalarını engellemek amacıyla alınmış kalıcı tedbirlerdendi. Bu şekilde PKK’yı Apoist kılmak mümkündü. Sırda savaşçı konumundaki militanları PKK’lı yapmaya gelmişti. Bunun için sömürücülük, inançsızlık ve despotizm gibi psikolojik savaş malzemelerine ihtiyaç vardı. Ahbap çavuşluk, kendiliğindencilik, feodal gurur ve burjuvaziye dayalı anlayış gibi örgütün iç işleyişini kötü etkileyecek hususların çeşitli aşamalarla ortadan kaldırılmasına çalışıldı. Ancak, bazı militanlar buna ayak uyduramadılar. Kişilik sorunu yaşadılar. Zamanla iyi ile kötü karakter arasında bocaladılar. Dönem oldu, örgütün dava anlayışına ters düştüler.
PKK, saflarına kattığı militanları birer robot haline dönüştürebildikçe tatmin olabilmişti. Bunun dışındaki her türden zihniyeti büyük bir iç tehdit unsuru olarak görmüştü. Bundan dolayı dışlayıcı bir rota seyri örgütte hakim olmakla birlikte, başvurulan kesin çözüm yolu da her zamanki bildiklerden farklı olmamıştı. Her defasında infaz trajedisi yaşanmıştı.
Herhalde kan üzerine korku, kan üzerine başarı, kan üzerine liderlik anlayışı olan tek örgüt PKK’ydı. Dolayısıyla PKK içerisindeki istikrar da her dönem başvurulan infazlarla sağlanmaya çalışılmıştı.
Keşke de böyle olmasaydı!
PKK’da ajan, ispiyoncu, provokatör, oportünist gibi çokça kullanılan ithamların altında yatan sebeplerden akla ilk geleni, militanların arkadaşlarına dahi tavır alacak düzeye gelmelerini sağlamaktı. Zaten ahbap çavuşluk gibi, toprakçılık veya eskiden gelen arkadaşlık ilişkilerinden uzaklaştıkça ikili diyaloglarda güvensizlik duygusuna kapılmak içten değildi. PKK’daki böyle bir yapının örgütsel anlamda liberalleşmesi daha kolaydı.