PKK–VEJİN “Diriliş” Örgütü
Şener’in kurduğu PKK–VEJİN “Diriliş” Örgütü
PKK’dan ayrılan üçlünün PKK’daki görevleri şöyleydi:
ARGK (Artaşeye Rizgariya Gele Kurdistan: Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) Askeri Konsey Başkanı Cihangir Hazır (Sarı Baran).
Özel Güvenlik Birimi Sekreteri Abdurrahman Kayıkçı.
Politbüro Sekreteri Mehmet Şener.
PKK’dan ayrılıp, PKK–VEJİN (Diriliş) örgütünü kuran Mehmet Şener; çeşitli ülkeleri dolaştıktan sonra, Türkiye’ye de gizli yollardan girerek, PKK kadrolarına yönelik çalışmalarda bulunuyordu. Amacı, PKK’yı bitirmek, Öcalan’a karşı isyan hareketini başlatmaktı. PKK–VEJİN, Irak’ta biri 17, diğeri 7 sayfa olmak üzere iki ayrı bildiri ile PKK’dan ayrılış sebebini açıkladı. Bildiride devrimci mücadeledeki tecrübesizlik ve Önderlik hattının yanlış ve kaçkınca yönlendirilmesi sonucu partinin önemli bir kayba uğradığı belirtiliyordu.
PKK’nın 9 kişilik Politbüro üyeliğinden ayrılan bu üç kişi, Diriliş kanadını oluşturdular. “Öcalan”ı, muhaliflerini “ajan” adı altında tutuklattırarak, kurşuna dizdirmek ve bütün ipleri kendi elinde tutarak, Ortadoğu’daki küçük burjuva diktatörlüklerine benzemekle suçladılar.
Bildiride, Öcalan’la ilgili şunlar söyleniyordu:
Partiyi oluşturan yoldaşlık bağları, Apo’nun despotik idaresi altında tamamen katledildi. Apo’nun önderliğindeki PKK’da devrimci yurtsever örgütlere yaklaşımda büyük dejenerasyon yaşandı. Apo, gıdasını, ikiyüzlülükten, güvensizlikten alan bir örgütler arası politika yürütmektedir. Apo, Kürt düşmanı Saddam Hüseyin’in talimatları doğrultusunda eylem yapılmasını istiyor.1
Şener ve arkadaşları yeni kurdukları örgütlerini kamuoyuna tanıtmak için de sol gruplarla ilişkiye geçiyordu. Kendilerinin neden PKK’dan ayrıldıklarını açıklamak için birçok tehlikeleri de göze alarak telefonla çeşitli basın kuruluşlarını arıyordu. Bunlardan biri de provokatif yayınlarla tanınan, o günlerde PKK ile içlidışlı olan Doğu Perinçek’’n başyazarlığını yaptığı 2000’e Doğru dergisi idi. Bu derginin 9 Haziran 1991 tarihli 15. sayısında, Şener’in telefonla yaptığı görüşmenin içeriği yayınlanıyordu. Şener’in sözlerine yer verilirken, PKK’nın da Şener ve arkadaşlarıyla ilgili açıklamaları da dergi sayfalarında yer alıyordu.
Şener’in 2000’e Doğru dergisiyle yaptığı telefon görüşmesinin içeriği dergide aynen şöyle yayınlanmıştı:
Mayıs ayının 16’sında Mehmet Şener 2000’e Doğru’ya telefon ederek Doğu Perinçek’i aradı. Şener, ülke içinde yapılan son PKK 4. Ulusal Kongresi’nin Politbüro üyeliği görevine getirildiğini belirtiyor. Telefonu ülke içinden açtığını ekleyerek teybe alınmasını istedi. 2000’e Doğru, Mehmet Şener’e telefonların dinlendiğini birkaç kez hatırlattı.
“Üç Politbüro Üyesi Adına Arıyorum”
Mehmet Şener, PKK’nın üç Politbüro üyesi adına konuştuğunu belirtti:
ARGK (Artaşeye Rizgariya Gele Kurdistan: Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) Askeri Konsey Başkanı Baran (“Sarı Baran”, Doktor Baran değil).
Özel Güvenlik Birimi Sekreteri Abdurrahman Kayıkçı.
Politbüro Sekreteri Mehmet Şener.
Şener, Politbüro’nun dokuz üyesinden üçünün “PKK Diriliş Kanadı”nı oluşturduklarını belirtti. 1990 yılı Mayıs ayındaki PKK Konferansı’ndan, özellikle 1990 Aralık sonundaki PKK 4. Ulusal Kongresi’nden bu yana parti içi sorunların ikna temelinde ve birlik içinde çözülmesi için çaba gösterdiklerini, ancak bastırmalar karşısında bu çıkışı yapmak zorunda kaldıklarını söyledi.
Şener, sözlerine şöyle devam etti:
‘Bu bölünme sıradan bir bölünme değildir. Mecbur kaldık. Bizlere karşı tutuklamalara girişildi. Ben tutuklu idim. Arkadaşlar beni kurtardılar. Birlikte yürümek istiyorduk, demokratik bir süreç geliştirmeye çalıştık. Ancak Parti Önderi bütün ipleri elinde tutma ve Partiyi Ortadoğu’daki küçük burjuva diktatörlüklerine benzetme çabalarıyla bu sürece engel oldu.
‘Ajan adı altında bazı parti kadroları katledilmiştir. 2000’e Doğru’da ‘ajan’ diye yayımlananlar içinden şehit düşenler oldu. Mesela Cihangir. Bu arkadaşların kurtarılması için elimizden geleni yaptık. Akademi’deki hapishane hücrelerini yıktırdık.’
Burada, Mehmet Şener’e kendisinin de Şahin Baliç’in (Metin) yargılanmasında savcı olarak görev yaptığı ve Baliç’in ölüm cezasına çarptırıldığı hatırlatılınca şöyle yanıtladı:
– Biz aslında alet değiliz. Olayın gerçeği şu: Şahin bütün bu uygulamaları ondan habersiz yapmıyor.
2000’e Doğru: Bunları telefonda konuşmasak…
– Mümkün değil.
– Başka bir yeri arasanız, bu telefon dinleniyor.
– Bu telefonu edebilmek için günlerdir uğraşıyorum. Örgütte kadro bırakılmıyor. Devrimci çizgide samimi olan kadroların tasfiyesiyle aslında parti tasfiyeye yatırılıyor. Parti bölünmesin, düşmana karşı zayıf düşmeyelim anlayışıyla hareket ettik. Ama bunun bir haddi var.
Teminat Veriyoruz
– Bize kalkıp ajan diyecektir, tasfiyeci diyecektir. Devrimcilerin aynası tarihi süreçtir. Ne olduğumuzu bizim pratiğimiz belli edecektir. Avrupalarda fink atacak değiliz. Ülkeden çıkacak da değiliz. O, bizim kesinlikle ana hedefimiz durumunda da değildir. Teminat veriyoruz: Bizden kesinlikle en ufak bir şekilde saldırı gelmeyecektir. Kesinlikle bu konuda bütün devrimcilere söz veriyoruz. Bu sorunun devrimci çözümünden yana isek, bütün sol kamuoyu önünde, devrimci bir platformda tartışılması, görüşülmesi, tavrın böyle belirlenmesi gerekir.
Mehmet Şener, ertesi günü bir kez daha 2000’e Doğru’yu aradı. Özellikle sorunların şiddet yöntemiyle çözülmesine karşı olduklarını bir kez daha vurguladı. Teybe alınan konuşmasının kamuoyuna ve PKK’lı arkadaşlara duyurulabileceğini, buna izin verdiklerini, dahası bunu istediklerini belirtti.
Şener’in eleştirilerine arkadaşı Sarı Baran kod adlı Cihangir Hazır da katılacaktı. Sarı Baran’ın Milliyet gazetesinde yer alan PKK’dan niçin koptuklarını belirten açıklaması aynen şöyleydi:
PKK’nın kitle politikasında önemli yanılgılar var. Askerleşme, ordulaşma yönünde yanılmalar var. PKK’da küçük burjuva yönetim tarzı hakim. Apo’nun topluma çizmiş olduğu gelecek, baskıcı bir gelenektir. Suriye, Irak yönetimlerine benzeyecek bir gelecektir. Bu konuda kaygılarımız vardır.
Apo’ya karşı hareket başlatan Mehmet Şener ve arkadaşları, PKK’nın infaz timlerinden kurtulmak için soluğu Barzani’nin KDP’sinde almışlardı. Kuzey Irak’ın Dohuk bölgesinde KDP’ye ait kampta militanlarıyla bir dönem burada üslenmişlerdir.
Mehmet Şener, PKK’dan ayrılık gerekçelerini izah etmek ve cezaevlerindeki PKK kadrolarını yanına çekmek için PKK’nın cezaevlerinden sorumlu MK üyesi Mustafa Karasu’ya bir mektup yazarak kendileriyle beraber olmasını istiyordu. Şener’in mektubu şöyleydi:
Sevgili Karasu;
İletişimin aşırı zorluklarını yaşıyorum ve ancak söylediklerinizi ikinci elden duyabiliyorum. Yazık ki, yazdıklarınız bu güne kadar, direk olarak elime ulaşmış değil, sizinle yazılı bir tartışmanın içinde bulunmak istemezdim. Çünkü yetersiz oluyor. Bu yazıyı da yazıp yazmama konusunda oldukça tereddüt ettim. Çünkü söz konusu gelişmeler kısa bir yazıyla açıklanabilecek durumda değildir.
Değerli Dost;
Gerçeğin sahibi olanların yalana ihtiyaçları yoktur. Yalan silahına sarılanlardan da, gerçekle ilgisi yoktur. Duyduğum veya sana söylenen bazı bilgilerden benim reformist, liberal bir tasfiyeciliğe giriştiğimi tespit etmişsin. Mücadeleyi düzen sınırlarına çekmek istiyormuşum.
Karasu;
Alt düzenler ve üst düzenler var, alttakilerini şekillendirenler üsttekiler oluyor. İçinde yaşamış olduğumuz evrensel yeni süreç, dünya insanlarının dayatmış olduğu “yeni dünya düzen”leridir. Hatırlarsın, tartışmıştık “yeni dünya düzeni” sözlerini ve teorisini ilk ortaya atanlar, Moskova’daki parti şefleri olmuştur.
Sevgili Karasu;
Çünkü, daha baştan biz bu çatışmanın bir bağlantısı olarak ele alındık. Size gösterilen bölgesel hoşgörünün temelinde kara kaşımıza hayranlık yoktu. “taktik dostlukların” mantığı bununla örülmüştür. Arap İsrail çelişkisine “yeni dünya düzeni” sınırları içinde bir çözüm dayatılıyor. Bize de bu dayatılıyor. Ve ne yazık ki Karasu; Ortadoğu’nun labirentlerinde siyaset üretiyor diye övdüğümüz APO, Ortadoğu labirentlerinde can telaşına düşmüş bir bedbaht’a dönüşmüş. Bizler ağaçtan ormanı görmeyecek körler olamayız.
Karasu;
Son dönemlerde diplomatik gazetecilik olayı oldukça geliştirilmiş. Sayın Perinçek’e de belirttim. ÇANDAR’ın diplomatik gazeteciliği açıklandı. Ben kafamı gazetecilerin diplomatlığına takmış değilim. Diplomatların çantalarındakine kafam takılmış. M. Ali BİRAND ve Güneri CİVAOĞLU’nun çantasındaki özel reçeteleri nelerdi. Ve APO’nun bu diplomat gazetecilerin çantasına soktuğu sözler nelerdi? “Dayatılan yeni dünya düzeni” politikaları temelindeki anlaşma hangi esaslara dayandırıldı. Bu görüşmelerde bulunan APO, merkez yürütmede görevli bulunan Abdurrahman KAYIKÇI arkadaşı dışarı çıkardığında, dışarıya sır sızdırmıyor. Merkez yürütmemizin APO’nun sırlarına ortak olmaya hakkı yok. M. Ali BİRAND ve Güneri CİVAOĞLU’nun sırdaşlığı bizim yoldaşlığımızı aştığından, yürütülen gizli diplomasının ürünlerini pratik gelişmelerden öğreniyoruz. “Yeni dünya düzeni” politikasına bağlı olarak ÖZAL kendi takımını hazırlıyor. Biliyorsun, Yıldırım AKBULUT gitti, Mesut YILMAZ geldi. Biliyorsun, “Yeni dünya düzeni”nin şiarı “hoşgörülüdür” hoşgörülü, centilmen Mesut’un iş başına gelişi tesadüf değildir. ÖZAL tarafından APO’ya gönderilen son diplomat gazeteci Güneri CİVAOĞLU’nun Mesut YILMAZ sözcülüğüne dikkatini çekmek istiyorum ama; bu dikkat çekmeğe de bir gerek olduğuna inanıyorum; çünkü gördüğüne inanıyorum.
Koşullara kendimi uydurmadığım konusunda seninle hem fikirim; bu tahribata kendimi uyduramazdım. Devrimci insanlar hain diye katledilirken, ben de “vurun” diyemezdim. “Her biri bir parça vatan” olan insanlarımız, kutlu önderimizin popülaritesi uğruna katledildi. Ben de bu oyuna katılsa mıydım?
Orta Doğu’nun labirentlerinde “Yeni Dünya Düzeni”nin kuklası olamazdık. Kukla olmaya müsaade edemezdik.
Partinin bir tekke haline gelmiş olmasına, bir şeyh mürit ilişkisine katlanamazdık; harem bekçisi olamazdık. MATAHARİ’lerle idare edilen bir partinin figüranları olamazdık.
Çok ağır konuşuyorum özür dilerim, yalan üstüne de kurulu olsa, her yıkım bir acı veriyor ve bizler her gün bu acıyla kahrolduk. Acımızı içe atarak bir derviş gibi yaşamaktansa, bir derviş gibi yitip gitmektense, zor ama, bir o kadar onurlu olan gerçeğe sahip çıkma görevini üstlendik.
Bunu yaparken bize “aferin” demenizi beklemedik, böyle bir düşüncemiz de olmadı. Çünkü gerçeği kavramanın biraz da gerçeği yaşamak olduğuna inanıyoruz. Durumu yaşamadan kavramak çok zor Karasu.
APO bizi kaçmakla suçluyor. İlahi önderimiz, sevgili önderimiz çok tatlı konuşuyor. Bizi savaş siperlerinden alıp tutuklayacak ve her türlü zoru da öngören bir planla, bize ajanlık dayatacaksın ve biz de öyle duracağı, sana boyun eğeceğiz.
Biliyor musun Karasu;
Sevgili önderimiz diyor ki, “Siz Kürdistan dağlarının değerini bilmiyorsunuz. İnsan orada bir ordu saklar, bir ordu kurar. ” çok doğru söylüyor tabi. Ama şehitlerimize küfür edecek kadar saygısızlaşan sevgili önderimiz bir türlü lütfedip, dağlarımıza gelip ordu kuramıyor. Her nedense kardeşini de göndermiyor.
Fidel ve Raul KASTRO’ların kulağı çınlasın, bizimkiler uzaktan kumandalı çalışmanın rahatlığını keşfetmişler.
Sevgili önderimiz diyor ki, “benim ülkeye gelmem provokasyon olur, çünkü düşman bütün gücüyle beni yok etmek için size yüklenir. ” İnan Karasu, onun ülkeye gelmesini isteyen yok, kendi pisliğini bize bulaştırmasın yeter. Bizi savaştan kaçmakla suçlayanlar, savaşa lütfetsinler. Mao’nun silahı sırtından düşmedi. Fidel en önde savaştı. Hoşimin Vietnam dağlarını ana karargahı yaptı. Önderlik budur.
Ben bu tür kısır tartışmalara girmek istemiyorum. Ama, baz ı şeyler var ki, söylenmeden olmuyor.
Bizi Güney Kürdistanlı güçlere sığınmakla suçluyorlar. Oniki yıldır bir sığıntı olarak yaşayanların ve yaşadıkları sığınaklarda bizi satanları bunu söylemesi ancak onur verir. 83’ten KDP’nin verdiği kamplarda yer alan kimdi? Daha bu yılın başında, tüm Güney Kürdistanlı güçlerle bir araya gelip, mücadele sözü verip, ardından mücadeleyi hançerleyen kimdi?
Karasu;
Bizim insanlarımız Filistin örgütlerinin yanında yıllarca kaldılar ve halen Lübnan’daki kampımız Demokratik Cephenin resmiyetindedir. Acaba hangi Filistinli örgüt, Güney Kürdistanlı örgütlerden daha devrimci? ARAFAT mı, HAVATME mi? Bir gücün kontrolünde bulunan bir sahada yer almak ona teslim olmak mıdır?
Burada açıklıyoruz ve bütün dünya işitsin, biz Güney Kürdistan tüm güçlerle ilişki içindeyiz. KDP ve Yekiti (YNK)’nin başını çektiği tüm cephe güçleri ile ilişki içindeyiz ve bu, partimizin IV. Kongresinin acil hedefler programının sınırları çerçevesindeki dostluk ilişkisidir. Biz bir ulusal hareketiz ve ulusal siyasetimizde rol alan tüm güçlerle ilişki içinde olmayı bir ulusal politika olarak görüyoruz. Bunu Mao da, Hoşimin de Kastro da yaptı. Ulusal bir politika izlemek ideolojik yaklaşımımızı aşındırmış değildir, eleştiri ve dostluğu birlikte ele alıyoruz.
Karasu;
Biz ne KDP’ye ne de hiçbir güce partinin tek bir değerlerini teslim etmedik. Kontrolümüzde olan değerlerini kuruş kuruş hesaplarını tüm arkadaşlara ve halka vereceğiz. Kontrolümüzde olan değerlerin halk değeri olduğuna inanıyoruz. Ancak gerillamız açlıktan kırılırken, partiye ve halka bir tek kuruş hesabı dahi verilmeyen yüz milyonlarca dolar ve markların hesabını da istemek lazım.
IV. Kongremiz partinin yıllık bütçesini ve düzenli bir bütçeye geçmesini istedi diye, sevgili önderimizin tepesi atmış.
Parti tüzüğünün ruhuna aykırı da olsa uygulamaya bir şey demedik.
Ayrılmayı hiç düşünmedik.
Kongrenin aldığı kararlara göre, parti içi soruşturmalar merkezi yürütmenin (Politbüro’nun bizdeki karşılığı merkez yürütmedir) sorumluluğundaydı. Ne var ki biz merkez yürütme üyesi olduğumuz halde; bizim soruşturmamız yürütme tarafından değil, APO’nun direk kontrolünde oluşturulan özel bir gizli örgüt tarafından yürütüldü. Bu gizli örgütün başına da Abdurrahman KAYIKÇI ve arkadaşları getirildi.
“Kongre kararlarına aykırı ve MK’den daha gizli oluşturulan” çizgiyi koruma birliğinin ilk tarihi görevi bizi tasfiye etmek biçiminde tespit edildi. Önceki, parti yapısından gizli bir soruşturma dayatıldı. APO’nun planına göre, bana bir itiraf yazdırılacak ve bu itirafta ajan olduğunu, ajanlığımın cezaevine girişle başladığını, cezaevinde gizli Şahin rolü üstlendiğimi, direnişleri kırdığımı, direnenleri kendi etkimin altına aldığımı, cezaevinde direnişleri liberalizme çektiğimi söyleyeceği, dışarıdaki görevimi de APO’yu temizlemek tasfiye etmek olduğunu açıklayacağım ve af dileyeceğim. Yüce APO da insafa gelip, beni kazanma adına ya affedecek veya ben mazlumlara ihanet eden birini af etmem kahramanlığı taslayıp, bir ajanın işini bitirecek. İş bununla bitmiyor tabi… Ben ajanlığı kabul ettikten sonra, cezaevindeki tüm kadrolar özeleştiriye çekilecek, dışarıdaki arkadaşlar özeleştiriye çekilecek çünkü; hepsi ajan ŞENER’in etkisinde kalmışlar. Tabi, ajan ŞENER’in etkisinde kalan da Mustafa KARASU ve Sakine CANSIZ arkadaşlardır.
Bunu her gün APO vaaz ediyor.
Tabi sebepsiz değil. Karasu da Sakine de APO’nun popülaritesini rahatsız edecek kadar arkadaş oldular.
Oysa APO kendi dışında bir kişilik kabul etmiyor.
Oldukça hesaplı olan APO, Abdurrahman KAYIKÇI arkadaşı bilerek seçiyor, çünkü o da cezaevinden çıkmış ve temizliği ona yaptırıp, cezaevinden gelebilecek olası tepkileri frenlemek istiyor.
APO’nun hiçbir hesabı tutmadı.
Biliyor musun Karasu;
Nisan ayının başında tutuklandım. Tutuklandığım sırada iki üç milyon insanımız dağlara kaçıyordu. Çok kritik bir dönemi yaşıyorduk. Senin sözünü ettiğin kritik günleri APO, Saddam’la ilişkileri Ortadoğu labirentlerinde üretilen taktik ilişkilerini bozmamak için Kongrenin savaşa savaşla cevap vermek kararını yok sayarak, KDP’den de Yekiti (YNK)’den de çok daha örgütlü güç sahibi olan bizi savaşa sokmadı. Karasu, kadın, çocuk tüm halk ayaklanmışken, APO’nun talimatları gereği, iki bin beş yüz gerillamız Türkiye Irak hududunda sırt üstü yatırıldı. Çok kritik günler yaşadık. Halk olarak yaşadık ve belki de, tarihteki en büyük fırsatı yakaladık. Hani geçmişteki tarihi fırsatları yakalayıp bundan faydalanmayan önderlikleri çok lanetliyorduk ya. İşte öyle tarihi fırsattı öyle lanetli bir duruma mahkum bırakıldı.
Karasu halkımız ülkeyi boşaltırken ve Saddam’ın faşist orduları halkı önüne katmış, kırıyorken APO’nun talimatları gereği, biz yine seyirciydik. Ben kişi olarak soruşturma altındaydım ve görevsizdim. İnsanlarımız oldukça namusludur, namussuzluğu objektif olarak görüyor ve kabul etmiyor; biz niye savaşmıyoruz niye direnmiyoruz sorularının sahibi olan savaşçılar ve kadrolar halkı koruma, düşmanı savaşla karışlamanın kararına yatarak, direnişe geçtiler. Çok kritik dönemler resmiyeti aşındırıyor. Soruşturma altında olmamızın bir anlamı yoktu. Zaho mıntıkasında halkın kaçışını durdurduk. Karşı saldırıya geçtik. Düşmanı mevzilerde püskürttük. Zaho’ya hücumun arifesinde APO’nun yeni talimatıyla tutuklandım. Bizi savaştan kaçmakla suçlayanlar savaş cephesinde bizi tutuklamaya başladılar ve böylece Karasu içine girdiğimiz direnişi gören halk “yaşasın PKK” sloganlarını haykırmaya başlamışken APO’nun talimatıyla savaştan çekilen PKK yerine ABD orduları Zaho’ya girdi. Halkta “yaşasın Bush” sloganları atmaya başladı.
Devrimci ordunun bıraktığı boşluğu görevli olarak seçilen arkadaşlarımızın devrimci tavırlarıyla birlikte halkımızda, planlanan komployu çıkartıp partiye sahip çıkmanın devrime sahip çıkmanın açık tavrını aldık.
Karasu, soruşturmaya alınmamız, tutuklanmamız bir dizi gelişmenin son halkasıdır. Başlangıcı değildir.
Tarih tek tek kişilerle başlamıyor ve başlamaz. Son gelişmeler benimle başlamadı. Ben benim dışımda yaşanan parti gerçeğine ortak oldum ve tavrımı aldım.
Sevgili Karasu;
Tarihin her şeyi ispatlayacağı ve gerçeğin pratikle ortaya çıkacağı tespitine katılıyorum. Tarih herkesi yeri yerine oturtur. Beni TKP’yle suçladılar. Papa Bruno’ya yenildi. Karasu; Diyalektik, bilimsel olanı dürtüyor ve konuşturmadan etmiyor ve mutlaka konuşturmak zorunda kalıyorsun. Gel gör ki espirisyonlar, yani bilim ve gerçeğe düşman olanlar, işkenceleriyle, insan kırımlarıyla, halka, gerçeğin önüne geçmeye Papa Bruno’ya yenildi.
Karasu, senin mektubunu bildiri halinde dağıtıyorlarmış. Tabii senin bana, bize karşı çalışacak kalemine korkunç ihtiyaçları var. Ama APO’yu zora soktun bile. Çünkü üç aydır senin de ŞENER’in etkisinde olduğunu vaaz etti. Yani sana karşı ayık kalmıştı. APO sanırım o açıklamayla yetinmedi. Şimdi ne yapman gerekiyor, biliyor musun? Benim nasıl bir ajan olduğumun hikayesini yazmalısın. Çünkü senin de belirttiğin gibi beni en yakından tanıyan sensin. Şunu demelisin; “Şener egemenliği altında liberal bir tavırla yenilgiye uğradım”. Yani bir şey yazacaktın. Tarih yazın diyor. Biz de kendimizi uyutup Brest Litowak hikayelerini uydurduk. Şener alçağı bundan sonra sinsi planlara devam etti. 85–86’lara neden oldu. Krizi çözmek isteyen F. Ç. arkadaş karşısında aldı. F. Ç. arkadaşı örgüte saldırtıp birbirine kardırdı. Ve bizi uyutup örgütü ele geçirdi. Hatta o öyle ileri zekalı bir ajandı ki; Önderimiz APO dahi 88 direnişinin reformist sırrıyetine eremeyip bu direnişi örgütleyen, F. Ç. ’yi hain ilan eden ŞENER alçağı Allah’la işbirliğine girecek kadar şeytanlaşır. 87–88 Sonbahar Kış İlkbahar mevsimlerinin çok yağmurlu geçmesini söyleyip tünelimize su doldurdu. 88 Cezaevi EKİM direnişinde ŞENER sürgün edilmeyip DİYARBAKIR Cezaevi’nde bırakılarak direnişin tasfiye edilmesinde görevlendirildi.
Sen böyle yazmalısın, yazdırılacaksın. Arkadaşlarımız ölümle cebelleşirken ŞENER alçağı onların üzerine çikolata yedi. Anlaşmada direnişi tasfiye etti. Ve dahası da var. bu alçak idam olmam için, idam cezası almamak için tüm bunları yaptı. Ama o kadar da gözü kara biri çıktı ki dışarı çıktığında işine devam etti.
Bu kez de Sevgili önderimize yönelmiş.
Evet Karasu, APO böyle buyurduğu için böyle yazmalısın kendini biraz zorla, zorla canım devrim için yalan yazmayı gururuna yedirmelisin. Kaldırmıyorsan Allah sana yardımcı olsun. O zaman gerçeğin yalana ihtiyacı olmadığını söylediğini duyuyorum ve yalan kimlerin ihtiyacı olduğunu belirtmeni bekliyorum. Bu mektubu açık olarak kamuoyuna şahitliğim altında ŞENER’in söylediklerini niye yayınlamışsınız demişsin. Gücün nedir? Kaç buçuk kişidirler, demişsin.
İlahi Karasu;
APO parti içinde konuşmamıza müsaade etmedi. Sayın Perinçek’e anlattıklarımızı sansürlemekle kalmadı… Tarih kişileri değil, gerçeği serer.2
Şener’in açıklamaları Karasu’yu tatmin etmedi. 1992 yılı sonlarında tahliye olan Karasu da birçok örgüt mensubu gibi, soluğu Apo’nun kucağında alacak ve biat edecekti.
Mehmet Şener’in açıklamaları ve ayrılık gerekçeleri karşısında PKK da karşı saldırıya geçerek Şener ve arkadaşlarını ihanetle suçluyordu. PKK Avrupa temsilciliği Mayıs 1991’de iki kez 2000’e Doğru dergisini arayarak konu ile ilgili açıklamalarda bulunmuşlardı. PKK’lılar, ayrılanların PKK’ya ait silah depolarını Barzani’nin KDP’lilerine verdiklerini belirtiyorlardı. Yine, PKK Avrupa temsilciliği 31 Mayıs 1991 günü Doğu Perinçek’e hitaben yazılmış bir faks çekerek, ayrılanlarla ilgili şunları söylüyordu:
Kısa bir süre önce savaş ortamımızdan kaçan ve başta parti önderliğimiz olmak üzere partimize yönelik çeşitli iftira ve karalama çabalarına girişen Ahmet (Mehmet Şener) ve Baran (Cihangir Hazır) isimli unsurlar… saflardan kaçtıkları sırada herhangi bir resmi görevlendirme içinde bulunmamaktaydılar. Her ikisinin de konumunda netleşmesi gereken ciddi yönler vardı ve bu netleşmenin sağlanabilmesi için denetim altında bulundurulmaktaydılar.
Öcalan’ın Talimatı
Parti Genel Sekreterimiz Abdullah Öcalan yoldaş, 4. Parti Kongresi’nde seçilen Merkez Komitesi’ne 15 Ocak 1991 tarihli talimatında bu iki öğe hakkında şunları belirtmektedir:
‘… Bu iki arkadaşımız, özellikle u
zun bir süreden beri yürüttüğümüz, doğrultuyu netleştirme ve partiyi buna katma çabamızı anlamamışa benzemektedirler. Onların da aktif katılmasına çaba harcadığımız Konferansı (PKK 2. Ulusal Konferansı, bn.) da aylamamışlardır. PKK’nın yaşadığı dönüşümü göremiyorlar, başka türlü yaşamaya çalışıyorlar. Üzerine başka türlü tutum belirlemeye çalışıyorlar. Yanılgı. En azından şimdilik bu söylenebilir.
… Bir kez daha PKK gerçeğini doğru özümseyin, özellikle de kendilerini bu temelde biçimlendirmelerini bir yoldaş olarak öneriyorum.
… olayında, kendilerini ele vermişlerdir, dolayısıyla tehlikeli bir eğilimin savunuculuğunu bize rağmen ve Kongre gerçeğimize karşı da samimi olmayan bir biçimde yansıtmışlardır. Ben bu konuda alınan karara muhalif olduğum gibi, onların bu nedenle – ki, başka nedenler de var – görev almalarına da karşıyım. Merkeze seçilmelerini saygıyla karşılıyorum, fakat görev almalarını onaylamıyorum.
İlaveten, bu görev onaylama süreci boyunca, kendi pratiklerinin soruşturulmasını öneriyorum. Baran’ın bütün olarak Çukurca pratiği PKK’nın savaşçı çizgisinin hayata geçirilmesi değil. Hatta ne kadar PKK’lı olduğunun soruşturulmasını öneriyorum. Bir bütün olarak, ne kadar PKK’lılaşıp PKK’lılaşmadığının bu soruşturma süreci boyunca anlaşılması gerektiği kanısındayım.
Önerim budur.
Ahmet arkadaşın da, özellikle zindan direnişlerindeki konumunun (82–84), çıkış sürecinde TKP’lilerle ilişkisinin, bir bütün olarak ailesiyle ilişkileri ve ailesinin konumunun iç içe kapsamlı bir soruşturmayı gerektirdiğini, dolayısıyla, bu soruşturma işinin tamamlanmasına kadar bu iki arkadaşımızın görevlendirilmemesini öneriyorum merkezimize. ”
“Partiye Açılmadılar”
Genel Sekreter yoldaşın bu önerisinin Merkez Komitesi tarafından onaylanması ile birlikte bu iki öğe kendilerini partiye açma sürecine alınmışlardır.
Parti ortamında son olarak II. Ulusal Konferans ve IV. Kongre’ye katılmış oldukları halde bu platformlarda dahi gerçekliklerini gizleme, samimiyetsiz davranma tutumunu sergilemişlerdir. Bir yandan parti dışı yoz, liberal ilişkiler için ortamı sonuna kadar açık tutup kadroları bu tür ilişkiler içinde özlerinden boşaltmaya çalışırken diğer yandan direnişçi ve partiye bağlı kadroları parti karşısında suçlu konumda gösterme, sorgulamalara maruz bırakma çabasını göstermiş; böylelikle çift yönlü bir tasfiyeciliği kadrolara dayatmışlardır.
Özünde Parti’ye karşı bir savaşımı ifade eden bu pratiklerinde kontrgerilla yöntemlerine başvurmaktan kaçınmamış; parti saflarındaki bazı bayan kadroları kendi komplocu amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmışlardır. Ancak bu süreç devam ederken, belli miktarda parti parasını gasp edip, bir takım silahlarımızın yerini de I-KDP’ye ihbar ederek kaçmış ve düşmanın çalışmalarını çeşitli biçimlerde sürdürmeye devam etmişlerdir.
“Liberalizm ve İlkel Milliyetçilik”
Bu iki unsurdan Mehmet Şener uzun yıllar Diyarbakır Cezaevi’nde kalmış. 1988’de salıverildikten bir süre sonra askere alınmış, bu süreçte kaçarak parti ortamına gelmiştir. Parti ortamında, cezaevinde kaldığı dönemin tahribatlarını atıp parti ile bütünleşmesi için her türlü olanak ve destek sunulmuş, çeşitli görevler verilmiştir. Bu süreçte tüm resmi görevlerden alınmış ve bu görevsizlik 1986 yılı sonlarına kadar devam etmiştir.
Daha sonraki pratiği ve kişilik şe
killenmesi, etrafına yaydığı anlayışlar, cezaevlerinde yaygınca yaşanan içi boşaltılmış hümanizm anlayışı, kişisel yaşam özlemlerinin dal budak salması, parti yaşam ve ilişki tarzından uzaklaşma, düşmana olan kini silip liberalizmi ruhlara egemen kılma gibi özellikleri taşımaktadır. Bu özellikleri ve ruhu cezaevinden çıktıktan sonra da parti ortamını bulandırmaya çalışmıştır.
Baran (Cihangir Hazır) isimli unsur ise silahlı savaşımız içinde sürekli iflah olmaz bir sağcılığın temsilciliğini yapmış, savaşımızı görevli bulunduğu alanda geliştirmemek için adeta elinden gelen çabayı sarf etmiştir. Görev yaptığı Çukurca alanı bu nedenle rolünü oynayamamış, bu alanda PKK’nın değil, I-KDP’nin çizgisi ve çıkarları kollanmıştır. Bu unsur tüm pratiğinde partimizin militan savaş ortamına ilkel milliyetçiliğin sağ teslimiyetçi, işbirlikçi ruhunu ve pratiğini taşırmaya çalışmıştır.
“Can Güvenliği Garantisi”
Bütün bunlara rağmen, partimiz kendilerinin kaçışından sonra da bir şans tanımış, can güvenliklerinin garantisini vererek, eğer düşmanla ilişkili değillerse gelip partinin demokratik ortamında sorunlarını çözmeleri çağrısında bulunmuştur. Ancak bu unsurlar bu çağrıya olumsuz tutum takınmışlardır. Eğer düşmanla fiili bir bağ içinde değillerse, parti ortamında sorunlarını çözmeleri, kendilerini partiye açmaları gerektiğini, doğru tutumun bu olacağını son kez hatırlatıyoruz.
Sayın Doğu Perinçek.
Eğer uygun görürseniz bu mektubumuz 2000’e Doğru sayfalarından kamuoyuna sunulabilir. ”
PKK içerisindeki “ajan furyası”nı kendisi de ajanlıkla suçlanıp daha sonra öldürülecek olan Mehmet Şener, 1991 tarihli PKK–VEJİN bildirisinde şöyle anlatmakta:
Yapmış olduğu planlama ve hedeflerle, savaşı tam bir çıkmaza sokan Apo, başarısızlığı yine dışında aradı ama, bu kez dayanacak bir kesim bulamadığından, tüm parti kadrolarını suçlu birer kişilik olarak eleştiriye aldı. Parti içinde, kadroları teker teker suçlu konumuna düşürüp, kadrolarda tam bir kişilik erozyonu yaratıp, onları birer uydu durumuna getirmeyi kendi önderliğinin yegane teminatı haline getirdi.