PKK’ya açık mektup
TKP/ML Hareketi Merkez Komitesinin açıklaması:
“PKK’ya açık mektup”
Dersim’de 9 Ekim 1993’te PKK’nın, dört TDKP’liyi öldürüp, altısını da yaralamasının yankıları dinmeden, bu üzücü olayı başkaları izledi. Daha sonraki günlerde PKK ile TKP/ML arasında Karlıova yakınlarında meydana gelen çatışmada iki kişi öldü; PKK, Ovacık yakınlarında TKP/ML sempatizanı 4 köylüyü kaçırdı ve Dersim’de altı öğretmeni öldürdü. Özgür Gündem gazetesinin 17 Ekim 1993 günkü sayısında ise TİKKO’nun, ARGK’nın iki gerillasını alıkoyduğu haberi yayımlandı. İlgili tarafların ve özellikle de PKK’nın açıklamaları dikkate alındığında, bu ve benzeri üzücü olayların durmayacağı, tersine süreceği sonucuna varmamak olanaksız gözüküyor. Özgür Gündem’in 14 Ekim 1993 tarihli sayısında yayımlanan ERNK Avrupa Örgütü açıklamasında, “devletle büyük bir hesaplaşmanın başladığı bir ortamda, provokasyonların devreye sokulmaya çalışıldığı, halkla ve sol ile ilgisi olmayanları özel savaşın yanında saf tutmaya başladıkları” belirtilirken aynı gazetenin 15 Ekim 1993 tarihli sayısında, PKK Dersim Eyaleti Askeri Konseyi’nin şu açıklamasına yer veriliyordu:
“Bilindiği gibi düşman sadece askeri ve polisiyle üzerimize geliyor… Botan ve Behdinan’da KDP gericiliği, Batman’da Hizbikontra ve köy koruculuğu misyonunu, bugün sol maskesi takan bazı güçler üstlenmiştir. Bu nedenle sert bir uyarı yapılmıştır. Aynı yolda ısrar ederlerse tavrımızın daha da sertleşeceği bilinmelidir. ”
PKK’nın bu açıklama ve değerlendirmeleri doğal olarak herkese, 12 Eylül 1980 öncesinde bu örgütle çeşitli komünist, devrimci ve yurtsever örgütler arasında yaşanmış ve çok sayıda devrimcinin ölümüne yol açmış olan çatışmaları anımsatıyor. Söz konusu çatışmalar, yalnızca bir dizi devrimci örgütün kan yitimine neden olmakla kalmamış, askeri bir darbe tezgahlama hazırlığı içinde olan Türk egemen sınıflarının değirmenine su da taşımıştı.
1980’den bu yana köprülerin altından çok sular aktı kuşkusuz. Ama Türkiye ve Kürdistan devriminin içinden geçmekte olduğu bu kritik evrede, PKK ile komünist ve devrimci örgütler arasında yaşanabilecek bir çatışmanın yol açabileceği maddi ve manevi yıkımın etkilerinin, 12 Eylül öncesinde yaşanan çatışmanın yol açtığı olumsuz etkiyi aşacağı tartışma götürmez.
PKK, 12 Eylül darbesinden sonra, 1980’e askeri kliğin iktidarın iplerini tümüyle ele geçirmesine kadar uzanan süre içinde, diğer devrimci örgütlerle giriştiği çatışmanın yüzeysel de olsa bir özeleştirisini vermişti. Daha da önemlisi, nesnel koşulların da zorlamasıyla 1980 faşist darbesi sonrasında bu türden üzücü olaylar azaldı. Ancak, halk ve devrim saflarındaki çelişmelerin çözüm yöntemine ilişkin yanlış anlayışlarını hiçbir köklü eleştiriye tabi tutmayan PKK’nın, dışındaki diğer devrimci örgütlere karşı tutumu ve bu tutumun temelinde yatan bakış açısı değişmeden kaldı. Başka bir dizi konuda olduğu gibi bu konuda da, günlük gereksinimlerinin belirlediği ilkesiz ve pragmatist bir rota izleyen PKK, diğer devrimci örgüt ve çevrelere yer yer en ağır hakaret ve suçlamaları yağdırırken, yer yer de onlarla iyi ilişkiler, hatta eylem birlikleri kurmaktan yana tutum takındı.
PKK’nın Ağustos 1984 çıkışından bu yana, yalnızca Türkiye ve Kürdistan’da değil, objektif olarak bölgemizde önemli bir devrimci rol üstlendiği, faşist diktatörlüğe ağır darbeler indirdiği, Türkiye devrimci hareketinin tasfiyeciliğin batağından çıkmasına katkıda bulunduğu yadsınamaz. Ama bu, onun anti Marksist ve küçük burjuva milliyetçi çizgisinin eleştirilmesini engelleyemeyeceği gibi, diğer devrimci hareketlere karşı takındığı ilkesiz, pragmatist, sekter ve düşmanca tutumun eleştirilmesini ve Türkiye devrimini Kürdistan devriminin basit bir uzantısı gibi görmeye götüren dar milliyetçi bakış açısının reddedilmesini de engelleyemez. PKK gibi, son derece zor koşullar altında savaşım veren bir örgütün dostlarını ve düşmanlarını net bir biçimde ayırt edememesi, hatta sık sık dostlarını ve düşmanlarını bir birine karıştırması, hem Kürdistan, hem de Türkiye devrimi açısından son derece tehlikeli gelişmelere yol açmaya adaydır. Doğu bloğunun çöküşünden sonra, NATO’nun, halkların çıkar ve özlemlerine duyarlı bir örgüt haline geldiğini, değişik zamanlarda, Türkiye’de bir devrim olmadan da kurulacak bir Türk Kürt federasyonunun Kürt sorunun çözümünü sağlayabileceğini ileri süren, T. Özal, A. Menderes gibi azgın gerici ve faşist politikacıları olumlayabilen PKK’nın, Türkiye komünist ve devrimci hareketi içinde yer alan pek çok örgütü karşı devrimciler için bile kullanmadığı son derece ağır bir dille suçlaması, onları KDP gericiliğiyle, Hizbi kontrayla ve köy korucularıyla vb. karılaştırması asla kabul edilemez.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde, Türkiye komünist ve devrimci hareketiyle Kürt ulusal hareketi arasındaki ilişkilerin her zamankinden daha iyi olması gerekiyor. Faşist diktatörlüğün, başta Kürt halkı ve PKK gelmek üzere Türkiye ve Kürdistan halklarına ve devrimine daha da vahşi bir biçimde saldırdığı, batılı emperyalistlerin Kürt ulusal hareketini devrimci olmayan bir rotaya sokmaya çalıştığı bir ortamda, PKK’nın silahlarını Türkiye komünist ve devrimci hareketine çevirmesi, eğer bilinçli bir seçim değilse, son derece büyük bir aymazlıktır. Proletarya ve halklar, yalnızca açık düşmanlarına karış değil, sahte ve sözde dostlarına karşı da uyanık olmak zorundadırlar. Türk egemen sınıflarının, Kürt ulusunun varlığını bile kabul etmeyen geleneksel Kemalist çizgisine karşı tavır almakla yetinmek ve kendini Türk egemen sınıflarının Kemalist çizgisi ve politikasıyla savaşmakla sınırlamak, Kürt ulusal hareketini gerçek bir çıkmaza sürüklemekten başka bir anlama gelmez. PKK, Kürt ulusunun kurtuluş savaşımını ilerletmek istiyorsa, ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerinin paralelindeki egemen sınıf kanadının, sözüm ona 2. Cumhuriyetçilerin çizgisi ve politikasıyla da savaşmalıdır. Kürt ulusunu “kültürel haklar”, “özerklik” şekeriyle kandırmaya ve devrimci çözüm yolundan caydırmaya çalışan emperyalist güçlere ve onların egemen sınıf içindeki temsilcilerine karşı kesin bir tavır almak da, ancak Türkiye komünist ve devrimci hareketiyle ilkeli ve sağlam bir dayanışma kurmakla olanaklıdır. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağı olan yüzyılımızda komünist ve devrimci demokratik güçlere sırtını dönen, ezen ulusun işçi sınıfı ve diğer emekçileriyle doğru devrimci ilişkiler kurma çabası içinde olmayan bir ezilen ulus, kaçınılmaz olarak kendi kurtuluş davasını kendi elleriyle sabote eder. Türkiye komünist ve devrimci hareketinin Kürt ulusal hareketine kıyasla bugün için çok zayıf olması, asla bu gerçeğin “unutulmasının” bir gerekçesi olamaz ve olmamalıdır. Kürdistan ve Türkiye halklarını verdikleri şehitlerin anısının ve akıttıkları kanın, komünist, devrimci ve yurtsever örgütlerin birbirlerine karşı alacakları düşmanca tutumlarla lekelenmesine izin verilmemelidir. PKK’lı dostlarımız, bu son üzücü olayların bir özeleştirisini ve bunların yinelenmeyeceğinin güvencesini vermeli ve bu olayların sorumlularını cezalandırmalıdırlar. Tersi durumda, altından kalkamayacakları bir sorumluluk üstlenmiş olacak, onun altında ezileceklerdir.