Özel Dosyalar

RIZGARİ– ALA RIZGARİ ÇATIŞMASI

RIZGARİ– ALA RIZGARİ ÇATIŞMASI

DDKD’den ayrılan bir grup tarafından 1976 yılında kurulan Rızgari, Sovyet yanlısı görüşlere sahipti. Rızgariciler 21 Mart 1976’da aylık olarak yayınlanan Rızgari dergisini çıkartmışlar, bu dergi ismi etrafında toplanarak çevre oluşturmuşlardı. Rızgariciler 1977 yılında “Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Dernekleri” (ASKD–DER)’ni kurdular. Bu dernek etrafında örgütsel çalışmalar yaparak taban oluşturmaya çalıştılar.

Rızgari 1978’de ikiye bölündü. İkiye bölünmesinden sonra ayrılan grup Ala–Rızgari “Kurtuluş Bayrağı” ismini taşıyan bir dergi çıkarttı. Faaliyetlerini bu dergi etrafında sürdürdü. Bölünmeden itibaren birinin Ak dediğine diğeri Kara diyordu. Eski tüfek Rızgariciler “Marksist–Leninist” öncülüklü kitle partisi tezine dönerken, Ala–Rızgari olarak ortaya çıkan, İbrahim Güçlü, İkram Delen, Hatice Yaşar’ın içinde yer aldığı kendilerini proleter devrimciler olarak nitelendiren yeni Rızgariciler, çıkarmış oldukları yayın organlarında “Yasal Demokratik Gruplar Parti için değil bağımsızlık için savaşabilmelidirler” teziyle ana grubu terk etti.

Rızgari’nin ikiye bölünmesinden sonra Ruşen Arslan, Recep Maraşlı, Orhan Kotan ve Mümtaz Kotan’ın liderliğindeki, Rızgari ismini kullanarak faaliyetlerini yürüten çevre Ala–Rızgari adıyla yeni bir dergi çıkartan bu isimle anılan eski yol arkadaşlarını “Oportünist”, dar grupçu, “sekter”, “küçük burjuva aydın” hareketi olarak değerlendirdi. Rızgari dergisinin Ocak 1979’da çıkan 8. sayısında eski yazı işleri müdürü Hatice Yaşar hakkında: “Dergimizin ideolojik, teorik yapısına ters düşmesinden ötürü ilişkisi kesilmiştir” derken, Yaşar’ında içinde yer aldığı Ala Rızgariciler için şu ifadeler kullanılıyordu:

Çıktığı günden itibaren sürekli ve sistemli olarak saldırı altında tutulan ve demogoji ile, iftira ve jurnal ile boy hedefi haline getirilen Rızgari’nin saflarında bazı gedikler açılmayacağı düşünülemezdi. Bir yandan emperyalistler, sömürgeciler ve işbirlikçiler, öte yandan her boydan oportünist ve reaksiyoner akımın tecavüzü altında ve ateş hattında vuruşmak elbette sosyalistlerin harcıdır. Üstlenilen görevin son derece ağır, çetin olduğu, mücadelenin acımasız olduğu açıktır. Gene açıktır ki, bu ağır görevler altında ezilenler, direnmeye güç yetiremeyenler, çeşitli “sol” lafazanlıklara sarılarak, çeşitli ideolojik biçimlenmeler içinde gizlenerek saflarımızı terk edecekler…

Safları sıklaştırmak, siyasal, ideolojik örgütsel inşa görevlerini üstlenmek, elbette sosyalistlerin harcıdır. Ve elbette ki, devrimci hareketin önderliği, küçük burjuva okumuşlarının, kendini dünyanın merkezinde sananların, kendi düşüşünün özel şartlarını, genel çöküşün şartları haline getirmek isteyenlerin değil, devrimci teoriyle teçhizatlarmış devrimci bir partinin harcıdır.

Ala–Rızgari çevresi, 1978’in Yaz’ında KDP–KYB çatışmalarını ele alan Barzani hareketini eleştiren yaklaşık 100 bin bildiriyi birçok il ve ilçede dağıtmış, Barzani karşıtı ideolojik propagandaya girişmişti.

 

Ala Rızgari: “Mürsel Delen ajan–provokatörlerce katledildi.”

Rızgari grubunun ikiye bölünmesinden sonra, iki grup arasındaki görüş ayrılıkları husumete dönüştü. Ala Rızgari taraftarı İstanbul Van Öğrenci Yurdu müdürü Mürsel Delen eski yol arkadaşları Rızgariciler tarafından 13 Mart 1979’da öldürüldü. Ala Rızgari grubu tarafından çıkartılan Ala Rızgari, Haziran 1979 tarihli 1. Özel Sayısında Mürsel Delen cinayetine geniş yer vererek arkadaşlarının “ajan–provokatörlerce katledildiğini” yazıyordu. Dergide Mürsel Delen’le ilgili çıkan yazı aynen şöyleydi:

Emperyalizme, faşizme, sömürgeciliğe, feodalizme ve her türlü gericiliğe karşı, dünya halklarının ve halkımızın yanında, korkmadan, yılmadan, kanımızın son damlasına kadar savaşacağımıza ve devrim yolunda ölümsüzleşen proleter devrimcilerin taşıdıkları bayrağı gerçek kurtuluşa kadar yükseklerde taşıyacağımıza and içeriz.” diyerek diğer yoldaşları ile birlikte Kürdistan devriminde savaşan Mürsel arkadaşımız, yola çıkarken söylediği sözleri yaşadığı müddetçe bir an olsun aklından çıkarmadı. Proleter devrimcilerin kızıl bayrağına en küçük bir lekenin bulaşmaması, kirlenmemesi için bir an bile yere bırakmadı, hep yükseklerde taşıdı.

Bu kızıl bayrağı burcuna takacağımız güne kadar aşmamız gereken yolun “sarp, dikenli, dolambaçlı, engebeli” olduğunu ve bir çoğumuzun kanlarıyla mücadeledeki kararlılığımızla aydınlanacağını bütün proleter devrimciler gibi Mürsel arkadaşımız da gözönüne alıyordu. Biliyordu ki; mücadelenin hangi evresinde olursak olalım, proleter devrimcilere karşı yandaş görünseler bile sınıf düşmanla sınıfsal kinlerini harekete geçireceklerdir. Ve sınıfsal çıkarlarının zedelendiği anda dost olup olmadıklarını değerlendirmeksizin o andaki düşmanı bir yana bırakıp proleter devrimcileri katletmeye yöneleceklerini de biliyordu. Bütün bunları bilmesine rağmen, bir aşamada tespit edilen hedefin dışında kalan güçlere bir tek mermi bile harcanmamalıdır, emredici ilkesi gereği hareket etti. Kürdistan devrimindeki geçilmesi gereken ulusal demokratik devrim anlayışı gereği, sınıf düşmanlarımızın siyasi aksiyonları ile geçici dostluk kurmak zorunda olduğumuzu da biliyordu. Bu nedenle geçici dostlara bile mermi sıkılmaması ilkesi ile mücadele etti. Fakat proleter devrimcilerin ilkeleri konusundaki duyarlılığını ve kararlılığını iyi bilenler, sömürgeci faşistlerle el ele vererek bu kararlı arkadaşımızı katlettiler. Çünkü sınıf düşmanlarımız, proleter devrimcilerin silah tutan elerinin dünya görüşleri doğrultusunda tetiği çekeceğini ve beyinlerinin ellerine egemen olduğunu iyi biliyorlardı. Bu nedenle sömürgecilere, faşistlere karşı “ne saldır, ne kendini savun” ilkesinden hareket ettiler ve faşistlere, sömürgecilere karşı titreyen ellerinin proleter devrimcileri katlederken titremediğini “kanıtladılar”.

MÜRSEL katledildi. Sınıf savaşında kanlarının son damlasına kadar direnen yoldaşlarımızın kanlarından oluşan ve bir gün tüm sınıf düşmanlarımızın boğulacağı ve de ufkundan kızıl güneşin doğacağı kan denizine 13 Mart günü Mürsel arkadaşımız da kanının son damlasını feda ederek “güneşi fethetmeye giden yiğitler” ordusuna katıldı.

Sömürgecilere karşı kırıntılarla yetinenler, sosyalistlerin kanını istediklerini gösterdiler. Ajan provokatörler Bitlis’te, Diyarbakır’da istedikleri kanı İstanbul’da aldılar. Fakat tüm sınıf düşmanlarımız gibi onlar da şu anda rahat değildirler, can çekiştikleri, korktukları için saldırdılar ve şunu çok iyi biliyorlar. “Mürsel yoldaşın kanı yerde kalmayacak, hele onlarda hiç kalmayacak”.

Mürsel arkadaşımız sınıf mücadelesinde “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” diyerek, gülümseyerek, rahat bir nefes alarak ölümsüzleşti neden katledildiğini ve kendi kanının neyin bedeli olarak istendiğini ve alındığını biliyordu. Fakat Kürdistan devriminde sırt hamallarının tabulara saldırdıklarını ve yıktıklarını, yarattıkları değerleri artık sınıf düşmanlarına terk etmeyeceklerini bildiğinden gülümseyerek katıldı ölümsüzler kervanına.

Arkadaşımızın taşıdığı bayrağı onun gülümseyerek karşılamaya hazırlandığı proletarya diktatörlüğünü gerçekleştireceğimiz güne kadar yükseklerde tutacağımızı ve arkadaşımızın kararlı mücadelesinin yolumuzu aydınlatacağını bir kez daha dost ve düşmana hatırlatıyoruz.

Mürsel arkadaşın kanı yerde kalmayacak

Kahrolsun faşizm–sömürgecilik–emperyalizm–feodalizm

Bıji Tekoşin heta Rızgari ye

Ala Rızgari yê bılındkın

 

 

Dergide Mürsel Delen’le ilgili yazılan bir başka yazıda da şunlar ifade ediliyordu:

Senin Katliamında Bir kez Daha Ateşi ve İhaneti Gördük. Kahrolsun Provokasyon.” diyerek proleter devrimcilerin, mücadele sürecinde dost olmaları gereken güçlere nasıl yaklaşmaları gerektiğini bir kez daha vurguladık. Kürdistan devriminde kan davalarına alıştırılan egemen sınıflara ve ajan provokatörlere de bu şekilde gereken cevabı verdik. Bu cevaptan hem dostlar hem de düşmanlarımız çok iyi anlarlar. Bu cevap kısaca şunları içerir: Bir evrede, bir aşamada veya bir süreçte dost olması gereken güçler omuz omuza getirilmedikleri müddetçe bu aksaklık nedeniyle güçlenecek olan vurulması, ortadan kaldırılması amaçlanan hedef olacaktır. Bu nedenle vurulması gereken düşman güçler dost olması gereken güçlerin yan yana gelememeleri için büyük gayret sarf eder. Bu doğrultuda çeşitli yöntemlere başvurur, yapay çelişmeler yaratır ve bu yapay çelişmeleri güçlendirirler. Bu iki bazen dışarıdan, bazen de bizzat o dost güçlerin içine ajan provokatörler yerleştirerek gerçekleştirmeye çalışırlar.

Bu ajan provokatörlere karşı her devrimci yoğunluk, bir çok konuda olduğu gibi diğer dost güçlere yaklaşımda da prim vermemeye büyük gayret sarf eder. Ve bunlara prim vermeyeceğini de örneğin Rızgari sürecinde ve daha sonra Ala Rızgari’de bizim takındığımız tavrı takınarak göstermelidir. Ancak bu tavır, provokasyonları önler. Çünkü bu tavır kısaca şunları içerir: Genel olarak Türkiye solunda özel olarak Kürdistan solunda, ideolojik mücadele, politik dostluk formülasyonunun gerekleri yerine getirilmiyor. İdeolojik mücadele politik düşmanlık olgusu ile birlikte hayata geçiriliyor. Dost olması gereken yoğunluklar dostluk bir yana birbirini katliamına yöneliyor dolayısıyla ajan provokatörlerin dostlukları bozmalarının şartları nesnel olarak yaratılıyor. İdeolojik mücadele nedir, özellikle dost güçler arasında ilk elde neyi amaçlar ve dost güçler bu ideolojik mücadeleyi nasıl karşılar? Tüm bu sorulara genel olarak Türkiye’de ve özel olarak Kürdistan’da verilen cevaplar olumsuzdur. “İdeolojik mücadele politik dostluk” ilkesi hemen hemen unutulmuştur. Kadrolar kemikleştirilme anlayışıyla oluşturulmuş, siyasi yoğunluklar arası ideolojik mücadele politik düşmanlıklara dönüştürülmüştür. Öyle bir düzeye gelinmiştir ki dost olması gereken siyasi yoğunluklar, birbirlerine duydukları düşmanlıkları birbirlerinin kadrolarını imha etme düzeyine getirmişlerdir. Düşmana sıkılması gereken mermiler çoğu kez dost güçlere sıkılmaktadır. İşte bu gerçek ise ajan provokatörlerin serbestçe çalışmalarına en iyi koşulları hazırlamaktadır. İdeolojik mücadele nedeniyle gerginleşen hava ajan provokatörleri devrimci militanları katletmelerine ve giderek dost güçler arasında düşmanlık tohumlarını ekmeye zemin hazırlamaktadır. Türkiye’de ve Kürdistan’da bu acı gerçek her yanıyla yaşanmıştır. Omuz omuza düşmana mermi sıkması gereken militanlar birbirlerine kırdırılmaktadır. Bu eylem bir yandan Kürdistan devriminde hala egemenliği devam eden kan davaları anlayışıdır. Burjuva milliyetçilerinin süreç boyunca dost güçlere yaklaşımları ve onlara duydukları tahammülsüzlüklerin sonucudur.

MÜRSEL yoldaşımızı katleden ajan provokatörler, sizin yapınızın içinde yer almış olsa bile, şu anda hareket ettiğiniz ilkeler gereği nesnel olarak Kürdistan devriminde dost gördüğümüz bir aksiyonsunuz, dedik. Üç yıl boyunca yaptığımız gibi bu kez de provokasyonu meşrulaştırmayacağız. Ne yapacağımızı en iyi olarak şu anda sizleri yönlendirenleri ve eğer sizler de biraz düşünüp Rızgari sürecini hatırlarsanız bizzat kendiniz bilirsiniz. Bu eylemin ne sizler, ne de başkaları açısından savunulacak yanı yoktur. Hangi gerekçeyle olursa olsun bir dost güce, sömürgecilere, faşistlere yönelmesi gereken silahla yönelinmiştir ve iki dost güç aralarındaki ideolojik mücadele en yoğun safhasındayken iki düşman güç olarak karşı karşıya getirilmiştir. Sınıf düşmanlarımız eleştiriye bile ne denli tahammülsüz olduklarını göstermişlerdir. Bu eylem, nesnel olarak provokasyondur ve proleter devrimciler, provokasyonlara izin vermeyecekleri gibi ajan provokatörlere de yeni proleter devrimci kanını dökmelerine fırsat vermeyeceklerdir. Ama önce tüm araç ve gereçlerimizle provokasyonu ve provokatörleri teşhir edeceğiz; proleter devrimcilerin kanın döken her faşist, her sömürgeci, nasıl hesap vereceği günün korsusu ile ter döküyorsa ajan provokatörler de o anın korkusu ile aynı teri dökeceklerdir. İstenen, bu hesaplaşma sürecinde tüm yurtseverleri provokasyonların teşhiri ve provokatörlerin yargılanması eyleminde yer almalarıdır. Bu eylem bilinçli, hesaplı planlı bir eylemdir. Provokatörler oturup hesaplar yapmışlardır. Sınıf savaşında ne denli kararlı bir arkadaşımız olduğunu da iyi öğrenmişlerdir. Çünkü Mürsel arkadaşımız ile uzun  müddet yan yana yaşamışlar, O’nun ilkeler konusunda, sosyalizm konusunda ne denli kararlı olduğunu ve tehditler, zindanlar, işkenceler ile sınıf savaşını terk etmeyeceğini kavramışlardır.

Arkadaşımız, yol ayrımından çok önce (Ağustos 1978’de) Van İli Kültür ve Yardımlaşma Derneği Merkez Yönetim Kurulu üyesi iken İstanbul Van Öğrenci Yurdu’na müdür olarak gönderilmiştir. Arkadaşımız buradaki kararlı mücadelesinde bir proleter devrimcinin yaşça ne kadar genç olursa olsun kararlı bir mücadele ile ne değerler yaratabileceğini ve devrimci hareketin emrine nasıl güçlü mevziler kazandırabileceğini gösterdi. Bizim arkadaşlarımız bir yana, diğer devrimci siyasi yoğunluktan arkadaşlar üzerinde bile saygılı bir intiba uyandırmıştır. Reaksiyoner gruplar bile Mürsel arkadaşımızın kararlı direnişi karşısında reaksiyoner saldırılarının geri teptiğini görmüşlerdir. Yol ayrımından sonra ise, yoldaşımız, yola çıkarken yaptığı anda bağlı olarak proleter devrimcilerin yanında yer almış ve kararlı mücadelesine “bizim” milliyetçilerimize karşı da devam etmiştir. “Dostlarımızın” bir çok provokatif eylemleri sonucu defalarca ölümle ve sömürgecilerin baskıları ile yüz yüze gelmiştir. Ama yine de her defasında tüm bu zorlukları göğüslemiştir. Her gözaltına alındığında sömürgecilere prim vermemiş, proleter devrimcilerin dışarıda sürdüğü zararlı mücadelelerini içerde de emniyette işkence altındayken de sürmek zorunda olduğunu göstermiştir. Nasıl dost güçlere silah sıkmıyorsak, dost güçlerin saldırılarını, provokatif eylemleri de egemen sınıflara, sömürgecilere şikayet edemeyeceğimizi de bir kez daha dosta ve düşmana anlatmıştır. Çünkü, proleter devrimciler saldırıların ve provokatif eylemlerin hesabını yargılar ve hesabını sorarlar. Yoldaşımızın bu kararlı mücadelesi yol ayrımından sonra “bizim” burjuva milliyetçilerimizi rahatsız etti. Onlar açısından böyle kararlı bir proleter devrimci ile mücadele etmenin tek yolu vardı. Bu kararlı proleter devrimciyi katletmek…

Ve bu kararlarını da 13 Mart sabahı hayata geçirdiler. Tüm sınıf düşmanları gibi onlar da bir proleter devrimciyi katletmekle O’ndan ve O’nun kararlı mücadelesinden kurtulacaklarını sandılar. Oysa sınıf savaşında katledilen devrimciler yaşamları ve direnmeleri ile ölümsüzleşirler. Bu nedenle sınıf düşmanlarımız açısından ölümsüzleşen MÜRSEL’lerle savaşma daha zordur. Bu gerçeği herkes bilir ama yine de kısa vadeli “zaferler” elde etmekten de kaçınmazlar. Çünkü Mürsel’den kurtulmak, ajan provokatörler açısından kaçınılmazdı. MÜRSEL YOLDAŞ, devrim andına bağlı kalarak kısa hayatının her anında sınıf savaşının Kürdistan devriminde yeni bir mevzi kazanması için mücadele eden Mürsel yoldaşımız, burjuva milliyetçilerinin proleter devrimcilere duydukları sınıf kininin onlara neler yaptırabileceğine en açık şekilde gösterir biçimde katledildi. Onlarca devrimcinin gözlerinin içine baka baka ajan provokatörler yoldaşımızı yaralı iken katlettiler. Buna, dost bir güç olması gereken burjuva milliyetçilerinin bile açık açık sahip çıkması mümkün değildir. Çünkü katliam gizli kapaklı yapılmamış, planlı programlı bir şekilde, birden fazla devrimci siyasi yoğunluğun görüşlerini paylaşan unsurların gözü önünde, “soğukkanlılıkla” gerçekleştirilmiştir. Ajan provokatörler, Kürdistan devrimindeki kanlı geleneği bildiklerinden bu eylemleri ile proleter devrimcilerden prim alabileceklerini ummuşlardır. Oysa proleter devrimciler, Mürsel yoldaşımızın da her saniyesine sahip çıktıkları kararlı anısına bağlı olarak, katliama saptadıkları ilke doğrultusunda yaklaşmışlardır. İlk güç hiç telaşa kapılmaksızın üç yıldan bu yana bu tip provokasyonlarda hayata geçirdikleri yöntemlerini proleter devrimci kadrolara hatırlatmışlardır: Bu katliam öne sürülerek dost olması gereken burjuva milliyetçili yoğunluğun tümü karşıya alınamaz ve tümüne savaş açılamaz. Bu katliamda görev alan unsur veya unsurlar nesnel olarak ajan provokatörlerdir. Proleter devrimcilerin, adına hareket ettikleri siyasi yoğunluk ise hiç bir halükarda hedef alınmayacaktır. Onların provokasyon karşısında takınacakları tavrı onlara hatırlatmaya gerek yoktur. Çünkü kısa bir süre önce, onlarla bu yöntem bir kez daha tartışılmış idi ve bu yöntemi en iyi onlar bilmek zorundadırlar. Ayrıca Böyle bir provokasyon karşısında nasıl bir yaklaşım içine gireceğimizi de iyi bilirler… dedik ve devrimci kamuoyuna da takınacağımız tavrı bir kez daha hatırlattık. Biz yeni bir kan davası istemiyoruz, ama ajan provokatörlerin döktükleri kanlarımızı da yerde bırakmayacağı, ajan provokatörleri yargılayacağız, sizler de bu eylemi bundan sonraki provokatif eylemlerde örnek alın, dolayısıyla Kürdistan devriminde ajan provokatörlere daha fazla prim vermeyelim, diye ilave ettik.

Bu tavrımızı bilen sömürgeciler ve işbirlikçileri, ajan provokatörleri, aracılığıyla bu tavrımızı ortadan kaldırmak için eyleme geçtiler. Dedikodu ve yalan makinelerini işletmeye başlattılar. Örneğin: kısa bir süre önce imzasız ve slogansız on sayfalık bir yazı ile saflarımızda provokasyon yaratılmaya çalışıldı. Bu tip imzasız slogansız ve içinde tahrik edici yalan belirlemelerin bulunduğu bildirilerin kimler tarafından kaleme alınacağı ve hangi amaçla kadrolara sunulacağı açıktır. Genel olarak Türkiye’de özel olarak da Kürdistan’daki devrimciler bu tip bildirilere yabancı değildirler. Özellikle 12 Mart döneminde sık sık bu tip imzasız bildirilere, devrimci saflarda panik yaratmak için, oldukça sık başvuruluyordu. Ama her seferinde de bu tip imzasız “mesajlar” sahiplerine iade ediliyordu ve devrimci saflarda asla itibar görmüyordu. İşte bu on sayfalık imzasız, slogansız bildiride de dost güçleri birbirine kırdırmak isteyen, yeni kan davaları yaratmak isteyen ajan provokatörlerin, proleter devrimcilerin kararlı ağırbaşlı mücadeleleri ile karşılaştıklarında içine düştükleri panik ve korku görülmektedir. Her ne pahasına olursa olsun yeni bir kan davası istenmektedir. İşte bu istem, Kürdistan devriminde ilk kez olumsuz karşılanmakta ve kanı daha kurumayan bir proleter devrimcinin anısına saygı ağırbaşlılıkla gösterilmektedir. Kürdistan devriminde bir proleter devrimci ilk kez anısıyla ajan provokatörlerin karşısına dikilmekte ve onların provokasyonlarına, çamurlarına gülümseyerek göğüs germektedir. O on sayfadaki çamurların ölümsüzleşen yoldaşımıza ulaşması mümkün değildir. O çamurlara, o tahriklere yoldaşımızın bize ışık olan o kısa yaşamındaki anıları göğüs germektedir.

“Bir Ölümün Siyasal Anatomisi” başlıklı bildiride ajan provokatörler proleter devrimcilere saldırmaktan geri kalmıyor, katledilen şehit yoldaşımız Mürsel’e saldırıyorlar. Çünkü biliyorlar ki; kararlı mücadelesi ile içinde savaştığı siyasetteki arkadaşlarının yanı sıra diğer dost siyasetlerdeki devrimcilerin de saygısını kazanan ve ajan provokatörlerce tertip sonucu katledilen bir proleter devrimcinin anısına çamur atmak en iyi tahrik unsurudur. Hele de Kürdistan’da kan davalarının kanlı geleneğinin mirası ile donatılan beyinlerde bu gibi tahrikler mutlaka cevap görecektir. İşte bu inançla o on sayfalık metin kaleme alındı ve Kürdistan’daki devrimcilere sunuldu. Ama bu yöntem de tutmadı. Proleter devrimciler kendi mücadele yöntemlerini gerçek kurtuluşa kadar Kürdistan devriminde egemen kılacaklarına bir kez and içtiler ve artık bu anddan geri dönüş yoktur. Her alanda mücadeleyi kendi mücadele yöntemlerimiz ile sürdürmek zorundayız diyen proleter devrimcileri bu köhnemiş, paslanmış imzasız bildiri silahları ile saptadıkları yöntemden vazgeçirmek mümkün değildir. Hiçbir süreçte uzun süreli çıkarları kısa süreli çıkarla feda etmeyiz anlayışı ile yola çıkanlar, ani öfkelere kapılarak uzun vadeli çıkarları tehlikeye sokamazlar. Bu evrensel ilkeye bağlılık, yol ayrımından bu yana geçen sürede en açık haliyle gözler önüne serildi. İftiralara, yalanlara, kişiliklere yapılan saldırılara hep proleter devrimci sorunsal egemen kılınarak yaklaşıldı ve bu perspektifte göğüs gerildi. Ancak bu şekilde geniş yığınlar ve kadrolarımız arasında proleter devrimci mücadele yöntemlerine güven, bir kez daha pekiştirildi.

Bu tavrımızı dört ay boyunca içerleyerek izleyenler, daha da tahrik edici olacağını sanarak Mürsel arkadaşımızın anısına saldırdılar. Acemice arkadaşımızın yol ayrımında karşı karşıya geldiği unsurları, sömürgecilere şikayet ettiğini yazdılar. Oysa özellikle devrimcilerin polis ve emniyet ile olan ilişkilerinin gizli kalamayacağını en iyi onlar bilirler. Çünkü her proleter devrimci, hatta her yurtsever bilir ki, bu mücadelede kararlılığın ölçüsü içerde, dışarıda ve polisteki direnişteki kararlılıktan geçer. Bu alanlardan herhangi birinde, mücadelenin herhangi bir sürecinde kararsızlık geçiren, korkakça davrananların, bu kararsızlıkları, korkaklıkları süreç boyunca hep karşılarına çıkarılır. Dışarıdaki kararlılık, içerde ve işkencelere uğrarken ki kararlılıkla birleştiğinde bir anlam ifade eder. Aksi takdirde hiçbir işe yaramaz.

Bu gerçek, tüm devrimcilerce böyle bilinir. Hiçbir devrimci de mücadele sürecinde, dışarıda herhangi bir pürüz bırakmak istemeyeceği gibi, arşivlerde kalacak düşüncesiyle korkuya kapılıp emniyette yani egemen sınıfların baskı unsurlarının karşısındaki mücadelesinde ve zindanlarda devam eden mücadelesinde de herhangi bir pürüz bırakmaz, en azından bırakmak istemez. Mirasına, direnişine sahip çıktığımız ve ser verip sır vermeyen devrimciler de hep bu anlayış gereği ser vererek o çok sevdikleri dünyadan kopup gitmeyi yeğlemişlerdir. Bizim yoldaşımız da bu gerçeği böyle bilirdi. Hiçbir süreçte hiçbir gerekçe ile polise bilgi vermeyi, veya birilerini polise “şikayet” etmeyi düşünmedi. Bu konuda bizim O’nu savunmamıza gerek yok. Van Yurdunda kalan diğer siyasi yoğunluklardan arkadaşlar ve bizzat polisin arşivleri bu konuda en iyi tanıklardır. Bildiriyi kaleme alarak Kürdistan’da yeni kan davaları yaratmak isteyenler, proleter devrimcilerin kanına susayanlar, bu arşivlerden rahatlıkla yararlanabilirler ve devrimci kamuoyuna elde ettikleri “bilgileri” sunabilirler. Hatta en kısa zamanda da sunmalıdırlar. Çünkü bizzat Mürsel yoldaş kendisini dipdiri yaşayan ve ajan provokatörler için korkulu bir düş haline gelen kararlı anısı ile onlara gereken cevabı verecektir…

Biz bu süreçte Mürsel yoldaşı savunmayacağız ama şunu mutlaka dost ve düşmanlarımız iyi bilmelidir; MÜRSEL yoldaşımız, Kürdistan devriminde sınıf savaşının gereği olarak gerileyen burjuva siyasi aksiyonlarının proleter devrimcilere duydukları sınıf kinleri nedeniyle katledildi. Kürdistan devriminde bu mücadelede bu nedenle katledilen ne ilk ne de son proleter devrimci olacaktır. Çünkü “O… Ne önde / Ne arkada / sırada / sıramızdaydı.” Sırası geldiğinde de sınıf düşmanlarımızın saflarında yer alan ajan provokatörlerce ölümsüzleştirildi. Kısa yaşamındaki her anına sahip çıkmaktayız. Ama ajan provokatörlere eylemleri ile prim verenler o ajan provokatörlere ve yaratılan olumsuzlukların sonuçlarına aynı yüreklilikle sahip çıkamayacaklardır. Buna proleter devrimciler kararlı, yürekli ve sabırlı mücadeleleri ile engel olacaklardır. Ajan provokatörlerin yayınladıkları on sayfalık imzasız bildiri, daha önce yayınlanan imzasız bildiriler nerelere atılmış ise aynı yere atılacaktır. Kürdistan’daki proleter devrimciler, yurtseverler, demokratlar bir kez daha dost güçlerin birbirlerine kırdırtılamayacaklarını, birbirlerine kurşun sıkmayacaklarını ve ajan provokatörleri tükürüp atacaklarını kanıtlamışlardır. Kürdistan devriminin yeni kan davalarına tahammülü yoktur.

Ancak bu şekilde dost güçlerin birbirlerini kırmaları engellenir, “yeni katliamlar kaçınılmazdır” diyen on sayfalar, bu tahrik edici belirlemeler kof bir hale getirilebilir. Çünkü, hiçbir yurtsever, güç bir katliamdan sonra o katliama on sayfadaki gibi sahip çıkıp “ne yapalım bu bizim yöntemimizdir. Mürsel son değildir, daha yeni Mürsel’ler de olacaktır” diyemez. Bu sözleri imzasız on sayfalık bildiriye yazdıran Kürdistan devrimindeki o kanlı gelenektir. Ajan provokatörler, o kanlı gelenekten cesaret almaktadırlar. Ama ajan provokatörler genel olarak Türkiye’de özel olarak Kürdistan’da bir şeylerin değiştiğini, sınıf mücadelesinin boyutlandığını kafalarına koysunlar. Ve en azından Şemdinli olayından sonra Türkiye ve Kürdistan’da devrimcilerin, yurtseverlerin, demokratların, sosyalistlerin takındıkları tavra bir göz atsınlar. Rızgari’nin bir sayfalık özel sayısı ise bu tip provokatif eylemler konusunda bizim için yol göstericidir. Tüm yurtseverler, sosyalistler, demokratlar, provokatörlerin tüm tahriklerine karşın, Kürdistan devriminde omuz omuza vererek, yeni katliamlara izin vermeyeceklerdir ve tüm katliamların da hesabını soracaklardır. Ama bu hesap sorma işleminde bir tek dost gücün burnunun kanamasına izin verilmeyecektir. Ancak bu şekilde en geniş mücadele birlikteliği ve yandaşlık sağlanabilir ve düşmanlara sıkılması gereken mermiler, düşmanın namlularına sürülmemiş olur…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!