Sabancı Cinayeti ve Basındaki Yankıları
Sabancı Cinayeti ve Basındaki Yankıları
Kamuoyunda Sabancı Suikastına ilişkin çeşitli iddialar yer aldı. Bunlardan birincisi; ABD–AB çekişmesi, İkincisi; Sabancı’nın Kürt sorununda resmi ideolojiden farklı düşünmesi, Üçüncüsü; darbe için gerekli ortamların hazırlanması, ülkedeki istikrarsızlığın ön plana çıkarılması ve kaos ortamının oluşturulması.
DHKP–C’nin eyleme sahip çıkan açıklamalarına rağmen gerek siyasiler gerekse basındaki birçok tanınmış köşe yazarı ve gazeteci ve gerekse terör örgütü DHKP–C’yi ve terör örgütlerini yakından tanıyan bilen birçok araştırmacı ve istihbaratçı yetkilisi DHKP–C’nin bu eylemde olsa olsa bir taşeron firma olduğunu iddia etmişlerdir. DHKP–C’nin bu eylemi tek başına yapmış olmasının mümkün olmadığını arkasında uluslararası gizli servisler ve güç odakları olacağını kamuoyunda çeşitli defalar yüksek sesle söylemişlerdir.
Sabancı suikastından sonra gazeteci Mehmet Altan 11 Ocak 1996 günkü yazısında; iç pazarı talan eden kapkaççılar ile parasını yeryüzü piyasalarından kazanmaya yönelenler arasındaki çelişmeye dikkat çekerek Sabancı grubu dışa açık sermaye gruplarının en başında geldiğini belirterek piyasacı adını verdiği bu grubun devletçi adını verdiği kesimi eleştirmeye başladığını söyleyerek katillerin derin devletin derinmeklerinde olduğunu ima ediyordu. Pentagon’a giren tek Türk gazeteci olduğunu iftiharla belirten eski Perinçekçi ve Maocu Cengiz Çandar’da 9 Ocak 1996 tarihli köşe yazısında konuyla ilgili yayınlamış olduğu makalesinde “terör örgütünün lideri Dursun Karataş karar merkezinde olamaz olsa olsa tetikçi hiyerarşisinde bir yerdedir” diyordu. Her terör örgütünün arkasında “bir devlet gücü vardır” uyarısında bulunarak şunları söylüyor:
Sanırım ne Sabancı ailesi nede sağduyu sahibi kamuoyu Mustafa Duyar’ı da DHKP–C’nin tutuklu liderlerini merak etmiyor. DHKP–C’yi hangi devlet biriminin nasıl kullandığını, Özdemir Sabancı cinayetinin ardındaki gerçeği merak ediyor.
23 Ocak 1996 günü yayınlanan “32. Gün” programında da Sabancı Holding’e yapılan saldırının DHKP–C’yi çok çok aşan bir eylem olduğu anlatılarak bunun DHKP–C tarafından gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı “32. Gün” yapımcılarından “Mehmet Ali Birand” ve gazeteci “Deniz Arman” “Show Tv” yöneticileri ve “Terörle Mücadele Dairesi Başkanı Cevdet Saral” tarafından iddia ediliyordu.
Yine Show Tv’de Ufuk Güldemir’de Cengiz Candar’la aynı paralelde düşünüyordu. Cengiz Çandar, Ufuk Güldemir ve Mehmet Altan’ın kişisel düşünceleriyle Sabah Gazetesinin 11 Ocak 1996 günkü boydan boya DHKP–C lideri Dursun Karataş’a ayrılan Haber–Yorumlar örtüşüyordu. Sabah bir çok olaya gönderme yaparak Dursun Karataş’ın Türk İstihbarat elemanlarıyla işbirliği yaptığını öne sürüyordu. Sabah Gazetesine göre Türk emniyet güçleri 6 Mart 1993’te İstanbul’da öldürülen Bedri Yağan ve arkadaşlarını Dursun Karataş’ın ihbarlarıyla bulmuş ve öldürmüştü. Sabah Gazetesine göre 13 Eylül 1992’de Dursun Karataş’ı Almanya’daki örgüt evinde bir süre gözaltına alıp sorgulayan Bedri Yağan’ın Dursun Karataş’ın elinden kaçmasıyla örgüt içinde başlayan içe dönük tartışmalar daha sonra örgütsel ayrılıklara dönüşmüş Dursun Karataş Bedri Yağan ve ekibini darbecilikle suçlayıp haklarında ölüm fermanları yayınlamıştı. Yağan’ın Ortadoğu’dan Türkiye’ye döndüğünü öğrenen Karataş emniyetle işbirliği yaparak Karataş hakkında bilgiler vermişti. Emniyeti’nde Yağan ve arkadaşlarının izlerini bularak öldürdüğü gazete manşetlerinde yer alıyordu. Sabah Gazetesinde yazılanlar yeni değildi. Çünkü Dursun Karataş ve ona bağlı örgüt yöneticileri ile ilgili birçok suçlamalar 1993’ten günümüze birçok sol gazete ve dergilerde de yer aldı.
Yine Sabah Gazetesi, Almanya ve Fransa’yı da Dursun Karataş’ı yakaladıktan sonra bıraktıkları için suçluyordu. Alman polisi, Mart 1993’te Karataş’ı tehditle para toplamak ve silah taşımak suçlarından gözaltına almış, fakat serbest bırakmıştı. Fransa ise, 1994 yılının 9 Eylül’ünde İtalya sınırında yakaladığı Karataş’a özgürlüğünü iade etmişti.
Milliyet Gazetesinde ise, köşe yazarlarından Yavuz Donat Özdemir Sabancı’nın “Kürt raporu”ndan dolayı öldürülmüş olabileceğini söylüyordu. Sakıp Sabancı’nın kardeşi Özdemir Sabancı’nın öldürülmesinden 3 ay önce Diyarbakır Ticaret Odasından yaptığı “Türkiye dünya ile birlikte yaşayacak, Ankara firen oluyor. Eylül ayından beri çalışıyorum 60 sayfalık rapor yazdım. Kürt sorunu ancak diyalogla çözülür” sözlerinden sonra bu mesajı alan derin güçlerin Sakıp Sabancı’ya göz dağı vermek için kardeşi Özdemir Sabancı’yı DHKP–C’yi taşeron olarak kullanarak öldürüldüğü başka gazeteci ve yazarlarca da çeşitli şekillerde dile getirildi. 9 Ocak 1996 tarihli Zaman Gazetesinde ise Marksist araştırmacı yazar Suat Parlar bu cinayetle ilgili yaptığı yorumda; “Japonlarla birlikte hareket eden Sabancılar’ın GAP’ta yatırım projesi vardı. İsrail’de aynı bölgeden aracılar vasıtasıyla toprak alıyor ve burayı bir meyve bahçesi gibi görüyor, GAP’taki bu çatışmadan dolayı karşı kanat Sabancılar’a gözdağı vermek için Özdemir Sabancı’yı öldürttü” diyerek İsrail ve Japon çekişmesinden dolayı bu cinayetin işlendiğini söylüyordu. Yine bu gazete yazarlarından İdris Gürsoy ise bu cinayetin Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyen dış güçler tarafından yapıldığını iddia ederek şunları yazıyordu:
Örgütler, bazen anarşi ve terörü tırmandırıp, ülkeyi istikrarsızlığa götürmek için de kullanılır. Dış istihbarat servislerinin yönlendirmesi ile profesyonel eylemler gerçekleştirilir. 80 öncesi ülke ihtilale böyle karanlık bir senaryo ile getirilmiştir.
PKK’nın yurtdışındaki birçok dergi ve gazetelerinde de Sabancı cinayetinden dolayı DHKP–C suçlandı. DHKP–C Hakkında “taşeron örgüt, karşı devrimci hareket” değerlendirmeleri yapıldı. Avrupa’da yayınlanan Özgür Politika Gazetesinde yayınlanan “Devletleşen Mafyanın Öyküsü Hüseyin Baybaşin Anlatıyor” başlıklı yazı dizisinde de Dev–Sol’dan da bahsedilerek bu örgütün başta uyuşturucu olmak üzere birçok karanlık işlere bulaştığı anlatılıyordu. Yazı dizisinde Dev–Sol’un önde gelen isimlerinden eroin işiyle uğraşan Paşa Güven de çıkar çatışmasından dolayı örgütü tarafından Paris’te öldürüldüğü de anlatılıyordu.
Dev–Sol’un birçok üst düzey yönetici ve militanının “Gladyo” mensupları olduğu da yazı dizisinde ileri sürülüyordu. Hüseyin Baybaşin’in açıklamaları DHKP–C’nin şiddetli tepkisine yol açmıştı. DHKP–C’nin yurtdışı basın bürosu 22 Nisan 1996 tarihli 31’inci açıklamasında Hüseyin Baybaşin’in Özgür Politika Gazetesindeki iddialarına karşı çıkılarak “Eylemlerimiz hakkında şaibe yaratmak isteyenler karşı devrim saflarındaki çatışmanın tarafı durumuna düşüyor” deniliyordu. DHKP–C Devrimci Sol PKK ile Sabancı cinayeti sonrasında farklı düşünüyordu. PKK yayın organlarında kendileriyle ilgili yapılan suçlamalardan dolayı PKK’ya ateş püskürüyorlardı.
PKK MK üyesi, MED Tv’de program yapan Selahattin Çelik adlı PKK taraftarı bir kişi Sabancı Cinayeti ile ilgili yapmış olduğu değerlendirmede bu eylemi yapan ve gerçekleştirenleri karşı devrime hizmet etmekle suçlayarak şunları söylüyor:
Sabancı Kürt sorunun barışçı çözümü için çalışıyordu. Sabancı hakim sınıfların birçok mensuplarından farklı düşünüyordu. Sabancı cinayetini eylem olarak nitelendiren güçlerin halka bu konuda oldukça izah edici açıklamalar yapmaları gerekir. Çünkü hiçbir halk gücü bunu devrimci bir eylem olarak değerlendirmez. Bu bir cinayettir.85
Dursun Karataş muhalifi Yağan taraftarı Avrupa’da Devrimci Sol Güçler imzasını kullanan grup ise eski liderleri Dursun Karataş’ın Hollanda’da bulunmasının bir tesadüf olmadığını Hollanda’nın uyuşturucu trafiğinde son derece önemli bir nokta teşkil ettiğini Karataş’ın devlet içindeki bazı üst düzey yetkililerle irtibat halinde olduğunu Türkiye’nin ne Fransa’dan ne de Hollanda’dan Dursun Karataş’ın iadesi konusunda istekli olmadığı belgelerin kasıtlı olarak hep eksik gönderildiğini NRC Honders Belot gazetesinde konuyla ilgili bazı haberlerinde çıktığını belirtiyorlardı.
Nitekim Dursun Karataş’ın İnterpol tarafından 174 ülkede yaklaşık 150 ayrı suçtan aranmasına rağmen bir türlü yakalanmamasının 29 kez polis baskınından kurtulmasını ancak bazı güçlerin göz yummasıyla mümkün olabileceğini söyleyen Yağan taraftarı Devrimci Çözümcüler bu bağlantının Paşa Güven’den daha önce kurulduğunu belirtiyor daha da ilginci ileride Dursun Karataş’ın da yeşil pasaportu olduğu ortaya çıktığında kimsenin şaşırmaması gerektiğini belirtiyorlardı.
30 Mart 1994’de Almanya’da yapılan DHKP–C Kurtuluş toplantısında örgütün genel sekreterliğine getirilen Dursun Karataş’ın Almanya Fransa arasında mekik dokurken 9 Eylül 1994 tarihinde Fransız polisi tarafından yakalandıktan 140 gün sonra 27 Ocak 1995 tarihinde serbest bırakılması kafalardaki soru işaretlerini netleştiriyordu. İnterpol tarafından her yer de aranan örgüt lideri elini kolunu sallayarak serbest bırakılıp Fransa’dan kaçtı, daha doğrusu Fransız gizli servisi Dursun Karataş’a yol verdi.
DHKP-C lideri Dursun Karataş’ın Fransa’dan iadesini isteyen ve Karataş’ın suç dosyasını Fransız hükümetine veren Türkiye bütün diplomatik girişimlerine rağmen bir sonuç alamayacak, tabiri caizse avucunu yalayacaktı.
İstihbarat servisleriyle içli dışlı olmakla bilinen kimi zaman Genel Kurmay kimi zaman MİT belgelerini Aydınlık adlı yayın organlarında 70’li yılların sonlarından beri yayınlayan “derin konu”ların uzmanı İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek de yapmış olduğu bir açıklamada “bazı devrimci liderlerin Dursun Karataş da dahil olmak üzere uyuşturucu ve silah mafyasının üzerinden MİT ve CIA’nin oyuncakları haline dönüştüğünü” söylüyordu. Sabancı cinayetinin de böyle bir ihale sonucu DHKP–C’ye havale edildiğini iddia ediyordu. Perinçek’in Aksiyon Dergisinin 11–17 Mayıs 1996 tarihli 75. sayısında çıkan açıklaması aynen şöyleydi:
Dünya ölçeğinde uyuşturucu trafiği ABD’nin kontrolündedir. ABD’nin yıllık uyuşturucu geliri 120 milyar dolardır. Bunu Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürü söylüyor. Bununla birlikte Türkiye yönetiminin tepkisindeki bazı kesimler uyuşturucu ve silah ticareti ile iç içe gelmeye başladılar. Türkiye yönetimi mafyalaşmaya başladı. Türkiye yönetimindeki bazı insanların bu örgütlerle, PKK ile işte bu uyuşturucu ve silah ticaretinde buluştuklarını görüyoruz. Ama unutulmamalıdır ki dünya uyuşturucu ticaretinin kontrolü ABD’nin elindedir. Sol örgütler uyuşturucu işine ilk önce mali kaynak bulmak için giriyorlar. Fakat bu işe girdikleri zaman kaçınılmaz olarak dünyanın hakim güçlerinin denetimine giriyorlar. Bu işe girdikten sonra bazı devrimci liderlerin (Dursun Karataş) uyuşturucu ve silah mafyası üzerinden MİT ve CIA’nin oyuncakları haline dönüştüğünü görüyoruz. Şimdi şunu düşünmek gerek; burada söz konusu olan yüz trilyonlardır. Bu imkanlara göre büyüyen bir örgüt, uyuşturucu işi yapamadığı zaman çöker, yok olur gider. Uyuşturucu ticaretini kontrol eden güçler ‘Ben bu işi senden alıyorum’ dediği an bu apaçık bir tehdit anlamına gelir. Bunu oyuncak haline gelen örgüt lideri de bilir. Böyle bir ticari ortaklık içerisinde ‘Falan adam bu günlerde bizi rahatsız ediyor dendiği zaman bu, bu adamı ortadan kaldırın anlamına gelir. Sabancı böyle bir ihale sonucu ortadan kaldırılmış olabilir. Bildiğiniz gibi Sabancı Kürt sorununa bir takım çözümler önerdi. Açıkça Diyarbakır’a gitti, ‘Bu sorunu çözelim’ dedi. Bu, terörü bir sektör haline getirmiş olan biraz önce bahsettiğim bazı kesimleri rahatsız etmiş anladığım kadarıyla. İkinci adamını öldürerek Sabancı’yı tehdit etmek istemiş olabilirler. İkinci adam öldürüldüğü için bu eylemin devrimci bir mantıkla işlenmediğini anlamak çok kolay.