Şair Siyasetçi
ŞAİR SİYASETÇİ
POLİTİKACILAR, genellikle, edebiyat ve sanattan uzak dururlar. Bu belki politikanın tabiatında var, belki de kişiler böyle etkinlikleri “ayrıntı” olarak görüyorlar.
Oysa politikanın bu tür etkinliklere ihtiyacı vardır. Az da olsa şiirle, tiyatroyla ve romanla ilgilenen politikacıların bulunduğu biliniyor. Örneğin, romanlarıyla tanıdığımız İstanbul Milletvekili Yılmaz Karakoyunlu, espirileri ve ilginç konuşmalarıyla dikkat çeken Çorum Milletveki Yasin Hatiboğlu’nun şair olduğunu kaç seçmen kaç milletvekili bilir. Bakın bir rübaisin de Yılmaz Karakoyunlu ne diyor:
“Her tavrı şükür mazluma sakin görünür
Meçhulleri çözmüş gibi kahin görünür
Bir zulmete düşmüş deli gönlüm yoluna,
Bin yıl ışıyan sure-i yasin görünür.”
Yasin Hatiboğlu ise;
“Şiirin beni cezbeyleyen esrarına kandım
Gördüm nice şairleri şiirimden utandım;
Uslanmadım. Oldum gine şairlere rüsva
İbrahim’i messeyleyen ateşlere yandım” diyor.
Zaman zaman bu iki şairin karşılıklı şiir atışmalarını da gazetelerden okuyoruz. Ayrı partilerden olmalarına rağmen şiirde birleşen ve böylece sanat ve edebiyat ile diyalog kuran siyasetçileri gördükçe içimiz rahatlıyor. Kötümser duygularımızın bir bir yok olduğunu görüyoruz.
Keşke çoğu siyasetçilerimiz de bu yolu seçse de bu tartışmalar ve kavgalar nükte ve şiirle noktalansa , diyorum.
……….
Yukarıda sözünü ettiğim sanatçılardan ve en eskilerinden birisi de Süleyman Arif Emre’dir. Hukukçu ve siyasetçi olmasına rağmen, edebiyatla içiçe yaşamış, ve şiir yazmış, şiir gibi konuşmaya özen göstermiş, sessiz sedasız yaşayan bir gönül adamıdır.
O diplomasını eline alıp avukatlığa başladıktan sonra hayatı mücadelelerle geçmiş; mağdurları savunmuş, zalimlerin karşısına kale gibi dikilmiş bir insandır.
Hayatı hapishanelerde geçen rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti, onun avukat olmak istediğini söylediği zaman, kendine has lisanıyla “Get hey Arif, sen avukat olamazsın, içine kapanık, mahcup bir delikanlısın. Sana kim dava verir?” der. Buna karşı cevabı çok ilginçtir: “Osman, sadece senin aleyhinde açılan davaları alsam bana yeter de artar.”
……….
Adıyaman Besni 1923 doğumlu olan Süleyman Arif Emre’nin uzun bir siyasi hayatı vardır. Önce Hürriyet Partisi’nin Adıyaman il teşkilatını kurarak siyasete ilk adımını atar. Arkasından Yeni Türkiye Partisi’nde kendini gösterir. Milli Nizam Partisi içinde yer alır. Bu parti kapatıldıktan sonra kurulan Milli Selamet Partisi’nin Genel Başkanlığı’nı üstlenir. Bu görevi asıl sahibine verinceye kadar sabırla yürütür. Arkasından 1980 ihtilali ile hapse girer. Uzun süren mahkemeler beraat kararı ile sonuçlanır. Refah Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilir. Siyasi mücadelesine burada devam eder.
Partisinin kapatılması üzerine Fazilet Partisi’ne girer.
Her devlet adamından beklediğimiz, ama bir türlü gelenek haline dönüşmeyen bir eksiklik var: Hatıra yazma alışkanlığı. Bu çok az bir devlet adamının yaptığı bir iş!. Süleyman Arif Emre, bu ender şahsiyetlerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. İki yüze yakın şiir yazmış ve bunların bir kısmını da “Suların Şarkısı” adlı kitapta toplamıştır. Bakın bir şiirinde garipliği mısralarda nasıl tarif ediyor. Birlikte okuyalım;
“Benliğimi bindiğim istasyonda unuttum.
Bilmiyorum kimim
Bu yokluk katarında gitgide
Yabancıların en yabancısı
Gariplerin en garibi oldum.”
Ayrıca üç ciltlik “Siyasette Otuzbeş Yıl” isimli hatı-ralar demeti var. Bunlar, gerçekten güzel ve kalıcı eserler.
Süleyman Arif Emre, ikinci eseriyle bizi siyasi tarihimizin en karmaşık günlerine, gizli kalmış hatta unutulmuş olayların içine götürüyor. Siyasi tarihin önemli bir dönemine dikkate değer bir açıklık getiriyor.
İnsanların değişen şartlarda nasıl tutunmaya çalıştıklarını, nasıl başarmaya koştuklarını, bu çerçevede nasıl yalanlara ve entrikalara başvurduklarını tam bir şair üslubuyla anlatıyor.
O şairliği, siyaseti ve devlet adamlığını yürütmesine rağmen sade, gösterişsiz, fazla öne çıkmayan, hep geri planda bulunmaya özen gösteren bir insan.
Kendisi Süleyman Demirel’in 1977 yılında kurduğu koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı idi. Altı aya yakın Özel Kalem Müdür Yardımcısı olarak birlikte çalıştık. Yakından tanımayanların soğuk bulduğu, ama konuştuğu zaman dost olunabilecek çok iyi bir insan olduğu anlaşılan ender bir insandır. Bu durumun epey tanığı vardır.
Onun hiç unutmadığım, her zaman takdir ettiğim bir yönü de bunca sessizliğine ve alçak gönüllüğüne rağmen, görevinde hayli otoriter olduğudur. Partisinin Genel Başkanı’nın yakın akrabası olan ve kendi bakanlığına bağlı kuruluşun genel müdürlüğünü yürüten bir profesöre, kendisinden izinsiz olarak İstanbul’a gitmesi nedeniyle gayet nazik ve anlamlı bir not yazıp göndermişti. Bununla bir nevi genel müdürü ikaz etmiş oluyordu.
……….
1980 İhtilalinden sonra bir süre tutuklu kaldı. Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti. Sonra yeniden aktif siyasete döndü. Birara en yaşlı üye sıfatıyla geçici Meclis Başkanlığı’na davet edilmeden oturup tebrikleri kabul etmesi, hiç hoş değildi.
Siyasi deneyimleri ve yaşı nedeniyle bu tip heyecan ve hevesleri çok gerilerde bırakmış olması gerekiyordu. Süleyman Arif Emre keşke, birikimini ve deneyimini genç nesle örnek olması için kitaplara dökseydi, daha kalıcı eserler ortaya koysaydı diye düşünmeden edemiyorum.
……….