Sezer’in Sezdikleri
SEZER’İN SEZDİRDİKLERİ
Adaylığının kesinleşmesinden sonra bütün gözler Ahmet Necdet Sezer’in üzerine çevrildi. Türk siyasî tarihinde ilk kez TBMM’de temsil edilen siyasi partiler anlaşarak ortak bir aday çıkarıyorlardı. Böylelikle, Viktor Hugo’nun “Zamanı gelmiş bir fikir kadar güçlü hiçbir şey yoktur” sözü, “Zamanı gelmiş fikirler er geç kendi kahramanlarını da tarih sahnesine sürerler!” şekline dönüşüyordu. Öte yandan Sezer ismi, “Türkiye’nin tarihsel gelişme yolunda aşama aşama geldiği yere uygun düşüyor; cuk oturuyordu.” Siyasi fırsatlara göre rota çizen Demirel gidiyor, yerine hukukun üstünlüğünden bahseden bir hukukçu cumhurbaşkanı seçtirilmek isteniyordu.128
“Türkiye üçüncü kez Çankaya’ya bir hukuk adamını çıkarmaya çalışıyordu. İlki Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’di. Girişim, 27 Mayıs cuntasının tehditlerine takılmıştı. Muhittin Taylan ise, 12 Eylül öncesi bilek güreşine kurban gitmişti. Ahmet Necdet Sezer üçüncüsüydü. Anayasa Mahkemesi Başkanı, cumhurbaşkanlığı makamına seçilirse Çankaya’nın ‘en sivil’ sakini olacaktı. Atatürk, İnönü, Gürsel, Sunay, Korutürk zaten askerdi. Bayar, görünüşte sivildi, ama Kuvayi Milliye Komutanı kıyafetiyle çektirdiği resimle kendini Kurtuluş Savaşı’nı vermiş asker kadroda göstermekten geri kalmazdı. Demirel ve Özal da, darbelerin yıktığı siyaset sahnesine askerlerin icazetiyle denilmese bile onlara rağmen çıkmadı.
Çankaya, şimdiye kadar siyaset ya da asker, bürokrasinin devletle en üst seviyede bağlantı noktasıydı. Cumhurbaşkanları, içinden geldikleri muhitin devletle ilişkisinde amortisör görevi gördüler. Şimdi ilk kez, referanslarının uluslararası hukuk olduğunu söyleyegelmiş bir kişi Çankaya’ya çıkmaya hazırlanıyordu.129
Sezer’in adaylığının netleştiği günle Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunun 38’inci yıldönümü törenleri aynı günde kesişti. Törene olan ilgi çok fazlaydı. Herkes Sezer’in törende söyleyeceği sözleri merak ediyordu. Sezer, burada 13 sayfa tutan konuşmasında ilk çıkışını da yaptı. Sezer, aday gösterildiği makama Anayasa’yla verilen yetkileri fazla buluyordu. Anayasa’nın 104’üncü maddesinde sıralanan yetkilerin parlâmenter demokrasinin sınırlarını aştığını belirten Sezer, “Oysa demokratik devlet düzeninde, ulusal iradeyi temsil eden parlâmento dışında sorumsuz bir cumhurbaşkanının yönetimi paylaşması ve tek başına önemli yetkiler kullanması kabul edilemez” diyordu. Sezer’in farkını ortaya koyduğu istekleri bu kadarla da sınırlı değildi. 12 Eylül dönemi yasaları ile birlikte cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlerin de mutlaka yargı denetimi altına alınmasını istiyordu. Sezer’e göre, “Devletin üstün otoritesinin hukuka bağlılığının sağlanmasının ilk koşulu, yargı denetiminin, devletin tüm organlarını kapsamasıydı. Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu idarenin yargısal denetimiydi.”
Halef–selef cumhurbaşkanlarını buluşturan bu törende Sezer, adaylığıyla ilgili ilk değerlendirmeyi de “Öneriyi, benim kişiliğimde yargıya verilen bir değer olarak algılıyorum. Bu değeri verenlere teşekkür ediyorum. Parlamentonun takdirindedir” şeklinde yaptı.
Artık Sezer konuşuluyor, Sezer tartışılıyordu. Kimdi, nasıl biriydi? Görüşleri nelerdi?
Kokteyllere, davetlere rağbet etmeyen Sezer ailesi, kamuoyu açısından tam bir kapalı kutuydu.
Sezer, tanınmaya çalışırken, seçim süreci de işlemeye devam ediyordu.
Çiller, 27 Nisan’daki ilk tur oylamada DYP’yi “serbest” bıraktı. FP’de gelenekçi kanat Erbakan’ın telkinleriyle Somuncuoğlu’na, yenilikçiler de Nevzat Yalçıntaş’a destek verdi. ANAP’ın oyları dağılırken, DSP ve MHP Sezer’in arkasında durdu. Tarihî uzlaşma, taktik kaygılar yüzünden ilk turda etkisiz kaldı. Sezer, ancak 281 oy alabildi.
Oylamayı Devlet Mahallesi Adalet Sitesi’ndeki evinde yakınlarıyla birlikte izleyen Sezer, çıkan sonucu “parlâmentonun takdiri” olarak değerlendirdi. Oylama öncesi tahmini olmadığını belirten Sezer, “Hiç oy çıkmamış olsa bile sonuna kadar devam. Hayırlısı neyse o olsun” diye görüş açıkladı.
5 siyasi parti liderinin imzasıyla ortaya çıkan “tarihî uzlaşma”ya rağmen Sezer’e çıkan oy sayısı 281’de kalmıştı. Manzara liderler açısından hazindi, ancak gidişat için gayet normaldi. Çünkü kimse Sezer’in ilk tur oylamada 367’yi bulup cumhurbaşkanı olmasını beklemiyordu. Çıkan sonuç hayal kırıklığı değil, beklenendi.
Hayal kırıklığını, karşılaştığı milletvekillerine, “Bana destek ol, sonra Clinton falan hep birlikte kafa kafaya verir, dünya meselelerini konuşuruz” diyen Rasim Zaimoğlu ile “Ben burada geçici olarak oturuyorum yarın cumhurbaşkanı olacağım” diyen Mail Büyükerman yaşadılar. Çünkü Zaimoğlu 7, Büyükerman 3 oyda kalmışlardı.
Birinci tur sonunda adaylıktan çekilmeme kararı, diğer adaylar arasında da ağır basıyordu. Örneğin 58 oy alan Somuncuoğlu, “Hiçbir hal ve şartta bu mücadeleden vazgeçmedim ve vazgeçmem” diyordu. 61 oyla ilk turun ikincisi FP’li aday Yalçıntaş ise bir basın toplantısı düzenleyerek Sezer’e verilen oyların ‘hormonlu’ olduğunu belirterek adaylıktan çekilmeyeceğini açıkladı. Siyasi partilerin ‘beşli uzlaşma’ adı altında Sezer’i dayattıklarını savunun Yalçıntaş, “Başbakan Bülent Ecevit bir fide verdi. Kimisi gübre, kimisi su, biri de solaryumla onu güneşe tabi tuttu. Karşımıza hormonlu 281 çıktı” diye konuşuyordu. Akbulut ise, ilk turda aldığı 56 oyla umduğunu bulamamış ve ikinci turu görme kararı almıştı. 35 oyda kalan Doğan Güreş’e de DYP yönetimi “devam” yönünde görüş belirtti.
Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda da sonuç alınamadı. Yine beklenen oldu. Muhalefet, kolay kolay hükümeti rahatlatmak istemiyordu. Bunun için oylar yine dağıldı.
Fakat Sezer, ilk tura göre oyunu yükseltti. İkinci turda, Sezer seçilemese de 314 gibi hatırı sayılır bir oy aldı. Bunda “Sezer, seçilemezse, TBMM’nin feshi yoluna gidilebilir” söylentileri de ektili oldu. Sonuçta Sezer, Köşk’e biraz daha yaklaştı.
İkinci turda Akbulut çekilmeye zorlandı. ANAP yöneticileri oylama sırasında Akbulut’la tek tek görüşerek “Muhalefetin oyununa geliyorsun. Seçilemeyeceğin açık. Kendini de yıpratıyorsun.” diye çekilme yönünde iknaya çalıştılar. Akbulut ise, “Adaylığım devam ediyor. Çekilmem söz konusu değil. Bana baskı yapmayın” diyerek kararlılığını ortaya koydu.
İlk tur seçimlerde beklediklerini bulamayan adaylardan Oğuz Aygün’den sonra Agah Oktay Güner ve Ahmet İyimaya da çekildi.
İkinci tur oylamasına gidilirken de ilginç diyaloglar yaşandı. Örneğin, ilk turda 7 oy alarak üç rakibini geride bırakan DYP’li Rasim Zaimoğlu, milletvekillerinin eğlence konusu olmaya devam etti. Destek için ANAP grubuna da giden Zaimoğlu, kendisiyle dalga geçen Yaşar Eryılmaz’ın, “İşte halkın gönlündeki adam” sözleriyle neşelenirken, Ersin Taranoğlu’nun, “Gaz vermeyin adama” sözlerine bozuldu. Zaimoğlu, “Benim oyum kutsal, öyle herkese verilecek oy değil” diyen Taranoğlu’na, “Halkın gönlüne girdim. Senin de gönlüne gireceğim” diye karşılık vermeyi denedi, ancak tepkinin sertleştiğini görünce oradan ayrıldı. Taranoğlu, Zaimoğlu’na sert çıktığını söyleyen arkadaşlarına da, “Benim oyum b. ktan bir oy değil. Kutsal bir oy. Öyle herkese vermem” diye konuştu.
Köşk yolunda şansı biraz daha artan Sezer, ikinci tur oylamayı da evinde izledi. Sonuç değerlendirmesi de önceki oylamada olduğu gibiydi: “Parlâmentonun takdiri”…
Sezer, ikinci oylamanın sonunda artık bir bakıma Türkiye’nin 10. cumhurbaşkanı olacağını mütevazı ve suskun kişiliğiyle sessiz sedasız ilân ediyordu. Etkili bir makamda olmasına rağmen siyasete girmek gibi bir niyetinin olmadığını, siyaseti kişisel reklamı için kullanmayarak gösteren Sezer, 58 yaşında üç çocuk sahibi sıradan bir babaydı. Daha göreve gelmeden gelecekteki makamının yetkiyle fazlasıyla donatıldığını söyleyen bir adamdan ne beklenirdi? Bunun cevabı, ya “çok şey olmalı” ya da “hiçbir şey” şeklinde verilebilirdi. Çünkü, “hak ettiğini isteyen bir adam”ın bu isteğinden, iktidardan çok başka değerlerin önemli olduğu veya ne istediğini bilmediği şeklinde bir yorum çıkartılabilirdi.
Bir mühendisin, dişçinin, işçinin cumhurbaşkanı seçilmesiyle bir hukukçunun seçilmesi arasında ne fark olabilir? diyenler de çıkıyordu. 1982 Anayasası’ndan şikayet etmek haber miydi? Hatırlayacak olursak, Demirel de cumhurbaşkanlığı yemin töreninde yaptığı konuşmada Anayasa’dan şikâyet ederek demokratikleşme istemişti.
Ahmet Necdet Sezer isminin tercih edilmesi, demokratikleşmeye ne kadar hizmet edecekti? Bu beklentiyle yorum yapanlar, gerçekten haklılar mıydı yoksa yanılıyorlar mıydı? Madem hükümet ve meclis bu kadar demokratikleşme meraklısıydı ve bundan önce de bu yönde yasalar çıkartmışlardı da cumhurbaşkanları onları veto mu etmişti? Yani bugüne kadar demokratikleşmenin önündeki tek engel cumhurbaşkanı mıydı ki, şimdi bu engel kalkmış olacaktı?
Sezer’e şüpheyle yaklaşanlar, onun Kürtçeye özgürlük verilmesiyle ilgili görüşlerini hatırlatıyorlardı. Ama, Süleyman Demirel de bir zamanlar ‘Kürt realitesini tanıdıklarını’ söylemiş, Tansu Çiller de ‘Bask modeli’nden söz etmişti.
Sezer’in Fethullah Gülen taraftarı olan akrabası, bir milletvekili tarafından Başbakan Bülent Ecevit’e hatırlatıldığını iddia edip, Sezer’in de Fethullah Gülen yanlısı olduğunu ima etmeye işi götürenler de vardı. Ancak çok çabuk unutuluyor; Sezer türban konusunda hayli sert laik Anayasa Mahkemesi kararlarına imza atmıştı. Ve bu görüşleri savunmaya devam ediyordu.130
Sezer, aslında kendisiyle ilgili bir şeyler sezdirme gayreti içinde değildi. Ne var ki, tırmanmaya kalktığı Çankaya yokuşu onun doğal davranışlarını, geçmişini ve artık söylediği her sözü, takındığı her tavrı önemli kılıyordu. Açık açık konuşmayacağı içinde bu verilerden hareketle sezgiler devreye sokuluyordu. Sezer, şöyle olabilir, böyle olabilir, şu davranışı şucu, falan tarihte verdiği bir karar bucu olmasına işarettir gibi.