Şiilik
Şiilik
Bektaşîliğe etki eden faktörlerin başında Şiilik gelir. Bektaşîlik bünyesinde önemli bir yer tutan Ehl-i Beyt sevgisi ve Oniki İmam inancı konusunda hiç şüphesiz ki Şiilik’ten etkilenmiştir. İlk Şii fikirler hicri ikinci asra doğru şekillen-meye başlamış ve bir siyasi hareket olarak doğmuştur. Sahabe devrinde yaşanılan bir çok siyasi hadise, kelâmi problemlere etki etmiş ve sonradan bu siyasi hareketler, kendi görüşlerini bir mezheb olarak netleştirmişlerdir.
Vâsilik, Mehdilik ve Rec’at gibi fikirlerle başlayan Şiilik hareketi hicri ikinci asırda Hz. Ali’nin soyu ile irtibatlandırılmış ve eski kültürlerin de etkisiyle yayılmıştır. “Şia, Ali b. Ebi Talib’in Hz. Muhammed (s. )’den sonra nass ve ta’yin yoluyla halife olduğuna inanan, imametin kıyamete kadar O’nun soyundan gelenlerde olduğunu ileri süren ve bu imamların mâsum olduklarını iddia eden toplulukların müşterek adıdır.”
Emevî İktidarı’nın aşırı baskıları özellikle mevâli olarak adlandırılan Arap olmayan unsurlarda bir muhalefet hareketi başlattı. Ehli Beyt, Emevî iktidarına alternatif olarak görülüyordu. “Hz. Ali, (40 h./m. Ocak 661)’de Nehrevan’da öldürülen arkadaşlarının intikâmı için bir Hârici tarafından şehid edildiği zaman, oğlu Hasan, Kufe’de Hâşimi desteği ile, halifeliğe yarı istekli bir teşebbüste bulundu. Ancak Muaviye tarafından devre dışı bırakılarak, Medine’de müreffeh bir hayat yaşamasına izin verildi. Bu olaydan bir müddet sonra, Hucr. b. Adiy el-Hindi’nin başını çektiği bir ayaklanma (51 h./m.671) oldu. Ancak, başarı-sızlıkla sonuçlandı. Muaviye’nin ölümünden sonra, Yezid (61 h./m.680) başa geçti. Bunun üzerine Hz. Ali’nin diğer oğlu Hüseyin, halifelik iddiasında bulundu. Beklediğinden daha az bir destek görmesine rağmen iddiasından vazgeçmedi. Çoğu Ehl-i Beyt’ten olan yüz kişilik bir toplulukla hilafet merkezine doğru yürüyüşe geçti. Kendisine bu yürüyüşünde katılımların olacağını ümit ediyordu. Ancak Kerbela’ya geldiklerinde, Yezid’in askerleri tarafından şehid edildi.”
Hz Hüseyin’i hilafet hususunda teşvik eden ancak kendisine yardım etmeyen bir kısım Kufe’liler Hz. Hüseyin’e olan ihanetlerinden dolayı pişmanlık duymaya başladılar. Bunun üzerine Yezid’in ölümünden sonra “ tevvabun” adı verilen bir hareket başlattılar. Böylelikle Hz. Hüseyin’in intikamını almayı hedefliyorlardı. Ancak ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırıldı(65 h. /m. 685). Araplar arasında şiî motifli bu tip hareketlere zaman zaman rastlanıyordu. Ancak Muhtar es-Sakafi’nin ayaklanmasıyla olaylara Arap olmayanlar da büyük oranda katıldı. Sakafi, Tevvâbûn Hareketine sürgünde olduğundan dolayı katılamamış Hz. Ali ve Hâşimi taraftarı bir kimseydi. Tevvâbûn hareketinin başarısızlığa uğramasından sonra, Tevvâbûn’dan arta kalan kimseler başta olmak üzere, kendisi gibi düşünenleri toplayarak (65 h. /m. 685) yılında bir isyan hareketi başlattı. Ancak bu da diğerleri gibi sonuçlandı.
Bütün bu olaylardan sonra Şiiliğin omurgası da yavaş yavaş oluşuyor, Ehl-i Beyt sevgisi ve imamet anlayışı inançlar arasına giriyordu. Zamanla imamet anlayışı ve diğer görüşler netleşti. Daha sonra imamet anlayışı, kendi içerisinde farklılıklar göstermeye başladı Oniki İmam’ın sıralanmasında değişik görüşler ortaya çıktı . Bunun üzerine Şiilik, kollara ayrıldı. “Şia’nın en önde gelen kolu İmamiyye’dir. Bugün Şiilik dendiği zaman, ilk akla gelen İmamiyye olmaktadır. Bu fırkaya, Câfer es-Sâdık’a dayandırılmasından dolayı, Caferiyye; nass ve tayinle imam olduğuna inanılan kimselerin sayısının Oniki olmasından dolayı da İsna-aşariyye adı da verilmektedir.”
Zeydiyye, Şia’nın Ehl-i Sünnet’e yakın bir koludur. İsmailîlik Dürzîlik, Nusayrîlik, Bahâîlik ise, Şia’nın oldukça aslından uzaklaşmış, zaman zaman yeni bir din hüviyetine bürünmüş, bâtinî kollarıdır. “Zeydiyye ve İsmailiyye gibi şiî fırkaları kendilerine göre devletler kurabilmişlerdir. İmamiyye de, Savefiler sayesinde İran’da 907/1501’den 1149/1736-1737’ye kadar süren bir devlete sahip oldu.” Bu devletin kuruluşunda, Anadolu Türkmenlerinin büyük bir rolü vardı. Göçebe halinde Anadolu’da yaşayan Türkmenler devletin kuruluşunda büyük gayret sarfettiler.
Safevi Hanedanı, adını Şeyh Safiyyüddin’ (735/1334) den almıştır. Erdebil’de Sünnî bir tarîkatinin kurucusu olan Şeyh Safiyyüddin de sünnî bir zâtdı. Ölümünden sonra yerine, sırasıyla oğlu Sadreddin, torunu Hoca Ali ve O’nun oğlu Şeyh İbrahim geçmiştir. Tarîkat, torunu Hoca Ali’nin şeyhliğine kadar (h.793/m.1392) tamamıyla sünnî iken, onun zamanında Şiiliğe kaymaya başladı. Hoca Ali’nin siyasi ilişkileri fevkalade denilecek derecede iyiydi. Timur’la arasında kuvvetli bir dostluk oluşmuştu. Erdebil, köyleri ile birlikte Timur tarafından, Hoca Ali’ye verildi. Aynı zamanda kendisine bu topraklarda özerk olarak hareket etme serbestisi tanındı. Zamanla burası, merkezî güç tarafından kontrol altında tutulmadığından, topluma zararlı bir çok kimsenin de sığınağı haline geldi. Erdebil Tekkesi, özellikle Hoca Ali’nin torunu Şeyh Cüneyd zamanında tamamıyla siyasi gâyeler taşıyan bir tarîkat haline gelerek İmamiyye Şiiliği’ni be-nimsedi. Erdebil Tekkkesi, Şah İsmail’in başa geçişiyle (907-931/1501-1524) İran’a siyasi birliğin ve Şiî İmâmiyye’nin devlete sahip oluşunun menşei teşkil etti. Şah İsmail, sünnîlere merhamet etmesi sebebiyle annesini bile öldürtebilecek kadar ifrat derecede Şiiliğe bağlanmış, bu hususta şiddet kullanmaktan kaçınmayan birisiydi. Ezana da, “Eşhedü Enne Alliyyen Veliyyullah” sözünü eklettirerek, camilerde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a lanet edilmesini emretmiştir.
Şah İsmail bütün bunlarla da kalmamış, Şiiliği yaymak için yoğun bir gayret sarfetmiştir. Anadolu’ya propagandacılar göndererek, özellikle göçebe Türkmen halk üzerinde büyük tesirler icra etmiştir. Anadolu, böylelikle Şii fikirlerle karşı karşıya kalmıştır. Şah İsmail, “Hatayî” mahlasıyla yazdığı düzgün ve akıcı Türkçe Şiirlerle, Anadolu’daki Türkmenler üzerinde büyük etki uyandırmıştır. Bütün bunlar Yavuz Sultan Selim’i çileden çıkarmış ve (919 h. /m. 1514) yılında Çaldıran savaşında Şah İsmail mağlup edilmiştir. Ancak etkileri sürüp gitmiştir.