Şöhret Peşinde Koşan Sahte Jöntürkler
Şöhret Peşinde Koşan Sahte Jöntürkler
Riyaset kavgasına girişenlerin hiçbirisi, üzerine almak istediği mesuliyeti takdire yanaşmadı. Tuttukları mevkiin doğuracağı tehlikelerden kaçmak ve kolayla şöhret kazanmak maksadile gizli cemiyet kurarak gazete idarehaneleri açtılar. Garibi şu ki gittikleri yolun çıkmaz bir yol olduğunu hemen hepsi biliyorlardı. Fakat geri dönüldüğü taktirde gününde alınması tabi olan fedakarlığa hiçbirisi yanaşamıyordu. Kimisi kabahati diğerine, kimisi de milletin sırtına yükletmeğe çalıştılar. Abdülhamid’in sokmağa muvaffak olduğu ahlak fesadı yüzünden çirkin manzaralar husule gelinceye kadar bu yolda devam edildi.
İlk iki sene zarfında maddi menfaatler takip edenler olmadı dersem gerektir. Fakat şahsi menfaatlerini şöhret kazanmakta gördüklerinden bunca gençler mavh ve ifna edildi. Halbuki bunları ehlinin eline düşmüş olsalardı, onları müthiş bir silah olarak kullanmak kabildi. Ne çare ki bunca gayretler heba oldu. Onun için bidayette işin başında bulunanlar indimde en büyük haindirler.
Ondan sonra, bu çirkin manzaralar arasında bir iki ciddi teşebbüs görüldü ise de, azanın hem meslek ve azim, sebat sahibi olmamasından dolayı hiçbir şeye muvaffak olunamadığı gibi, teşekkül eden cemiyetler de devam edemedi. Fikir ve menfaatlerini makusen mütenasip heterojene azadan mürekkep meclislerin hiçbir şeyde muvaffak olamayacakları tabiidir.
Prens Sebahattin insan tanımak hususundaki melekesi ilmi derecesinde olsaydı, pek çok şeylere muvaffak olurdu. Herhalde onda cevher vardır. Fakat tecrübesizlik yüzünden onun gayretleri de akim kaldı.
Şimdiye kadar hiçbir dersten istifade edilmedi. Bu hususta gösterilen istidatsızlığa şaşmamak elden gelmiyor. Ne hariçten ibret aldık, ne de kendi hatalarımızdan mütenebbih olduk. İtikadımca herşeyi göze almış beş, altı genç biraraya gelip çalışmış olsa idi, bu mesainin bugün birçok eserlerine tesadüf edilirdi. İnşallah şimdi yeni bir devre giriyoruz. Bu on iki sene zarfında zühura gelen elim hatıralarla dolu inkılaplar arasında birçok zamanlar birbirimizi kaybettik. Nihayet bugün doğru yolda buluşuyoruz. İnşallah sonuna kadar sizi takip etmeğe müyesser olurum.
Doktor Bahaddin Şakir Bey’in Yusuf İzzettin Efendi’ye yazdığı mektupta Mısır’da çıkan “Şûra-yi Ümmet”in Paris’e nakline karar verilmesinden bahsetmesi meselesine gelince bu nakil keyfiyeti şu sebepten ileri geliyordu:
“Yeni teşkilatın naşir-i efkarı olmasına karar verilen “Şûra-yi Ümmet”e bir şekil vermek lazım geliyordu. Bu maksatla Prens Mehmet Ali Paşa, Sami Paşazade Sezai Bey, Doktor Bahaddin Şakir Bey’e Nazım Efendi (Doktor Nazım Beye daima Nazım Efendi diye hitap ediliyor!) Sezai Bey’in evinde toplanarak aşağıdaki maddeleri kararlaştırmışlardı:
Şûra-yi Ümmet, evvelce olduğu gibi Mısır’da Ahmet Saip Bey’in nezareti altında ayda iki defa neşredilecekti. Gazeteye yazılacak olan esaslı şeyler, makaleler Paris’te müzakere edilecekti. Mısır telgraf havadislerini ve bazı kere de cemiyetin programına muzır olmayan müstacel mektupları, Paris’teki cemiyet merkezine müracaat etmeden basabilecekti.
Yazılan makalelere imza konmayacaktı. O tarihten itibaren neşrolunacak ilk Şûra-yi Ümmet nüshasına cemiyetin eski adresi, yani “Meşveret” idaresinin adresi yazılacaktı.
Gazetenin tahrir nezareti Sezai Bey’e havale olunacaktı. Dahil ile yapılarak muameleler ve muhaberelerle Doktor Bahaddin Şakir Bey’le Nazım Efendi meşgul olacaklardı. Hesap işlerine, Prens Mehmet Ali Paşa’nın nezareti ve mes’uliyeti altında Nazım Efendi bakacaktı. Ecnebi işleri ise – muvafakat hasıl olursa – Ahmet Rıza Bey’e havale edilecekti. Nihayet cemiyette kimsenin diğerinden fazla bir selahiyeti olmayacaktı.
Bu kararlar Ahmet Saip Bey’e gönderildiği zaman o yazılan makalelere imza konulmamasına itiraz etmiş ve demişti ki:
“Buna asla razı değilim. Paris’te söylediğim gibi tekrar arzederim ki Şûra-yi Ümmeti imzasız neşretmek muvafık değildir. Zaten böyle imzasız bir gazete neşrini katiyyen deruhte edemem. Gazete’nin neşri için para gönderdiğiniz halde neşrinden imtina etmemin sebebi budur. “Şûra-yi Ümmet”in tahriri heyeti istediği zaman imzasını koyabilmelidir.”
Bundan başka Ahmet Saip Bey “Şûra-yi Ümmet”e Cemiyetin eski adresinin konulmasına itiraz ediyor ve bu mesele halledilinceye kadar gazeteyi neşretmeyeceğini de yazıyordu. Bu vaziyet karşısında yeni teşekkül eden Cemiyet “Şûra-yi Ümmet”i işte Mısır’dan tekrar Paris’e nakletmeğe karar vermişti. Bu maksatla Ahmet Saip Bey’e müracaat edildiği zaman ondan aşağıdaki yazılı olan sert bir cevap alınmıştı:
“Gazeteden ayrılmam ancak şu suretle mümkün olabilir. Birincisi; ettiğim gayretlerden sarfınazar, “Şûra-yi Ümmet”e sarfettiğim paralar tamamile bana iade edilmelidir. Şayet gazete tekrar sizin elinize geçecek olursa, aramızdaki hangi sebeplerden dolayı ihtilaf çıktığı gazetede ilan olunmalıdır. Bu ilan benim mütalaam alındıktan sonra gazeteye basılmalıdır.
Eğer Cemiyeti’niz bu maddeyi kabul etmeyecek olursa tarafeyn arasında birer hakem tayinine razıyım. Benim fikrime kalırsa bu ihtilafı başka türlü halletmek mümkün değildir. Şayet siz bu hakem tayinine de razı olmayarak doğrudan doğruya gazeteyi çıkartmak isterseniz, o zaman “Şûra-yi Ümmet”in her hafta benim tarafımdan da çıkarılacağına emin olabilirsiniz.
Hakikati hal bundan ibarettir. Ben maksadım açıktan açığa yazıyorum. Siz nasıl isterseniz o suretle hareket edebilirsiniz. Benim yukarıda yazdığım surette hareket etmem muhakkaktır. Bir de sizden şunu rica ederim ki o pek tanımadığım zevatın imzasile mektup gönderilmemesini cemiyetiniz tarafından temin olunsun. Ben yalnız “Şûra-yi Ümmet” heyetini tanırım. Onların bu işe müdahaleye hakları olduğunu tasdik ederim. Fakat Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin müdahaleye hakları yoktur.
Bu gazete için can siperane çalışan, gazetenin masrafını temin eden, gazete yüzünden bin kere tahkirlere maruz kalan ve hatta bir kere de hapse giren Ahmet Saip değil midir ya? O halde “Şûra-yi Ümmet” gazetesi benim reyim olmadan başka bir cemiyetin mürür-u efkarı nasıl olabilir? Buna benim aklım ermiyor. Eğer bunu zorla yapacaksanız, yapınız da görelim! İttihat Cemiyeti hünerini göstersin!”
Bu mektuptan anlaşılacağı veçhile Ahmet Saip Bey “Şûra-yi Ümmet”in Mısır’dan Paris’e nakline razı olmuyor, onu kendi gazetesi tanıyor ve hususile Doktor Bahaeddin Şakir Bey’in yeniden vücuda getirdiği Osmanlı Terakki ve; Şura-yı Ümmet Gazetesinin yeni yayın politikası.