Süleyman Demirel kimdir?
Demirel kimdir?
Süleyman Demirel, genç Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun birinci yılını doldurmuşken dünyaya geldi. Annesi Ümmühan Ana’nın “ayvalar sararıp, narlar kızardığı” diye tarif ettiği bir sonbahar mevsiminde, Kasım ayında, 1 Kasım 1924 tarihinde…
Yedi düvelle savaşıp tüm dünyaya bağımsızlığını kabul ettiren bir milletin savaş sonrası içine düştüğü sıkıntılardan payını fazlasıyla alan bir Anadolu çocuğu olarak hayata gözlerini açan Demirel, çocukluk yıllarını İslamköy’de geçirdi. İlk okulu bitirdiği 1935 yılına kadar tüm dünyasını İslamköy şartlarına göre şekillendirdi. “Şehir” dedikleri Isparta’nın ışıkları, akşam karanlığı ile birlikte ufuktan bir kuyruklu yıldız gibi parlayıp sönerken, köy ahalisiyle birlikte Süleyman Demirel de elektriğe ve suya olan hasretini, yarınlara umut olarak taşıdı. Ama bekleyerek değil; büyük bir tutku ve arzuyla çalışarak…
Süleyman Demirel, 13 yaşında parasız yatılı sınavını kazanıp okumak için Muğla’ya gittiğinde umutlarının sınırıda genişledi. Şehirdeki okul hayatı, adını henüz koyamadığı, ama içinde olanca ağırlığıyla hissettiği “bir şeyler olma, büyük adam olma tutkusu”nu perçinledi.
Düzenli ve çalışkan bir öğrenci olarak sınıflarını başarıyla geçen Demirel, o zamanki adıyla “Mühendis Mektebi”nde okumaya da hak kazandı. Artık Demirel’e “eline ekmeğini almış bir genç” olarak bakılabilir, dolayısıyle evlenebilirdi. Demirel, ailesinin de isteğiyle “beşik kertmesi” olan Nazmiye Şener ile başlık parası vermeden evlendi.
Üniversite mezuniyetinin ardından gelen yoğun çalışma yaşamı, Demirel’e hem tecrübe, hem de siyasî birikim kazandırdı. Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde çalışıp ABD’de ihtisas yapan Demirel, 1955 yılında getirildiği DSİ Genel Müdürlüğü’nden 1960 yılında askerliğini yapmak üzere ayrıldı. “Kader”, 36 yaşında askere giden Demirel’i, o an bilemediği, fakat gelecekte çok iyi bileceği isimlerle tanıştırdı. Askerlik görevini yapacağı yedek subay okulunun komutanı, Kurmay Albay Kenan Evren’di. Elektrik Yüksek Mühendisi Turgut Özal da okulda asteğmendi. Demirel, beş yıl sonra başbakan olacak, hemen ardından asteğmeni Turgut Özal’ı müsteşarlığa getirecekti. Okul komutanı Kenan Evren’i ise, 17 yıl sonra Kara Kuvvetleri Komutanı olarak atayacak, 12 Eylül 1980’de de bu komutan, başbakanı ihtilalle gözetim altına alacaktı.
Süleyman Demirel, askerliğini yaptıktan sonra hem işadamlığına soyundu, hem de siyasete adım attı. 1962 yılında Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi oldu. Ancak, ülkede ve parti içinde yaşanan bazı olaylara karşı tepkiliydi. Siyasî hayatı boyunca kendisiyle birlikte anılacak ilk cümlesini o zaman kullandı: “Şapkamı alır giderim”. Nitekim, Genel İdare Kurulu üyeliğinden ayrılıp gitti de. Ne var ki, dönüşü gecikmedi. Üstelik bu kez sadece parti yöneticiliğiyle yetinmeyip liderlik mücadelesine de girdi. 24 Kasım 1964 tarihinde Adalet Partisi’nin ikinci büyük kongresinde Genel Başkan seçildi. Otuz yaşında Genel Müdür olmayı başaran Demirel, kırk yaşında Başbakanlık makamına da ulaşmıştı.
Demirel’in mücadele azmi hiçbir dönemde tükenmedi. Siyasî hasımlarıyla daima bir “rövanş maçı” hazırlayıp, kaybettiği mücadelelerde en azından beraberlik, çoğu zaman ise üstünlük sağlamasını bildi.
Demirel, Türkiye’nin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölümüyle boşalan Cumhurbaşkanlığı makamına zorlanmadan geldi. 70 yaşında Cumhurbaşkanı olan Demirel’in rakibi, 60’lı yıllarda İsmet Paşa, 70’li yıllarda Ecevit, 80’li yıllarda ise Özal’dı. 90’lı yıllara gelindiğinde, makamı, Demirel’e anayasal bir “tarafsızlık” rolü oynattı. Şimdi 2000’li yıllardayız. Demirel, İslamköy’de başladığı tutku yolculuğunda kendine yakışır bir zirvede kalma mücadelesi verdi. Bu mücadelenin adı “cumhurbaşkanlığı seçimi” oldu. Ne var ki Demirel, bir dönem daha zirvede kalamadı. Ancak, onu zirvede bırakmayanlar, yeni bir hesaplaşma unsuru olarak Demirel’in karşısında yerlerini aldılar. Rövanş, büyük olasılıkla oynanacaktı. Çünkü Demirel, lise yıllarında sahiplendiği fötr şapkasıyla 6 kez gitti, yedi kez geldi. Popüler anlamda, bir siyasetçinin hayatında olması gereken tüm renkleri bünyesinde toplayan Demirel, hala kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir kabiliyet. “Benim köylüm, benim işçim, benim memurum” sözleriyle yola çıkan Demirel, bu tür söylemlerin yegâne sahibi olarak hafızalarda taptaze duruyor.
Aktif siyasetin içinde olduğu yıllar boyunca tam 24 yıl tek başına iktidara gelememiş ancak yine de ülkenin kaderinde “bir numaralı adam” olmuş biri Demirel. Onun hayatıyla birlikte, Türkiye’nin kaderi hep paralellik arz etmiş. Esprili ve yumuşak görüntüsünün altındaki savaşa hazır ruhuyla Türk demokrasisine damgasını vuran Demirel, artıları ve eksileriyle devletin “babalık” sıfatını temsil etmeye devam ediyor. O, her ne kadar siyaset literatürüne geçen “Dün dündür, bugün bugün” sözleriyle eleştiriliyor olsa da, “Siyasette bir gece çok uzun, bir hafta çok kısadır” diyerek dengelerin bir anda nasıl değişebileceğini kendi veciz ifadesiyle yıllarca anlatmaya çalıştı. Nitekim 2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaderini belirleyen anayasa değişikliği oylamasının sonuçları, Demirel’i bir kez daha haklı çıkardı. Demirel, Çankaya Köşkü’ne veda edecekti artık. Ama bu, Demirelvâri bir veda ile vuruşa vuraşa olacaktı.