Sultan Hamid’in Hortumcu (!) Bahriye Nazırı
Sultan Hamid’in Hortumcu (!) Bahriye Nazırı
Abdülhamid devrindeki istibdat idaresinin bahriye işlerindeki ataleti, Sultan Aziz devrinden kalan az çok büyük bir donanmayı tamamile ihmal etmesi ve gemileri çürüterek Haliç’ten dışarı çıkarmaması o zulüm devrinin en büyük cinayetlerinden birisini teşkil ediyordu. Senelerce Bahriye Nezareti makamında oturan vicdansız ve bütün manasile hırsız bir nazırın Osmanlı bahriyesini soyup soğana çevirmesi İstanbul’daki Genç Türkleri pek ziyade müteessir ederdi. Onun için Paris’teki İttihat ve Terakki’ye yazdıkları mektuplarda uzun uzadıya Bahriye Nezareti’nin elim ahvalinden bahsederlerdi.
1896 senesinde Bahriye Nezareti’nin ağlanacak vaziyetini, bilhassa Japon sularına gönderilen Ertuğrul Gemisi’nin feci akıbetini ve Girit isyanlarında Bahriye Nezareti’nin aldığı gülünç tedbirleri pek acıklı bir surette anlatan ve bu hadiseler için mühim birer vesika teşkil eden o mektuplardan bazılarını neşrediyoruz.
Mektuplardan birisi 1 Mayıs 312 tarihlidir. Biraz mufassal olmakla beraber Abdülhamid devrinde bir nazırın nasıl yaşadığını, neler irtikap ettiğini Ertuğrul Gemisi gibi facialara nasıl sebebiyet verildiğini gösteren çok kıymetli bir vesika olması itibarile onu aynen aşağıya yazıyoruz:
On beş seneden beri Bahriye Nezareti makamı telvis edip duran … paşa, Osmanlı Devleti’nin tarihindeki zalimler fihristinin en yüksek noktasını işgal etse layıktır. Yaşı yetmişe geldiği halde henüz güçlü kuvvetli olduğundan dolayı pençe-i zulmü altında her gün bin türlü acı feryatlar koparmaktan başka bir şey yapamayan biçare bahriye zabitleri onu İblis-i lain sülalesinden zannedecek kadar vehme kapılıyorlar ve kıyamete kadar yaşaması mukadder daimi bir bela imiş gibi tahammülfersa bir teessür ve hüzün içine düşüyorlar. Suphenallah! Bu zalim, bu hain, bu den-i mahlukun insan şeklinde olduğu, ehl-i imandan göründüğü ve alelhusus din ve devlete hadim bir mevkide bulunduğu tazavvur edildikçe insan kendisinin, velev zahiren olsun, ona benzediğine son derecede müteessif oluyor.
“Herif, hiçbir cemiyet-i insaniye, hiçbir cemiyet-i islamiye kabul etmez! Bu İblisi, lainin din ve devlet ve saltanat umuruna ve vazifelerine iştirak ve müdahalesinden daha berbat bir şey tasavvur olunamaz. Allah’ın laneti yüzünden gözünden akan, hiyanet ve denaet ve her türlü şenaet vücudunda adeta tecessüm etmiş olan bu bahis şahsın bu ana kadar kanına girdiği, hakkını gaspettiği biçareler yarınki mahşer günü yakasına yapışsalar her birine, melanetle dolu olan vücudunun ancak bir cüzü ferdi düşebilir.
Mesela Ertuğrul gibi çürük çarık eski bir gemiye bahriyenin en güzide zabitlerini ve en muallem neferlerini doldurarak güya din ve devlete lüzumları yokmuş gibi, cebren Bahrimuhitlere gönderip mahvetti! Öyle bir gemiyi göndermek istemesi, tamir ve ihzarı için verilmesini isteyeceği paradan kendisine bir hisse kapmak fikriyle idi. Filhakika bu yüzden hiç olmazsa ellibin lira sirkat, hayır, gaspetti!
Devlet ve millet ise maddeten 2-3 milyon lira mutazarrır olduğu gibi senelerce para ve emek sarfile besleyip, yetiştirip büyütmüş olduğu en muktedir amirlerinden, en istidatlı zabitlerinden, en zeki mühendislerinden ve en muallem askerlerinden yüzlercesini ebediyen zayi etti! Bu zayi o kadar büyüktür ki bir iki milyon değil, düşünülürse bir iki milyarı bile geçer!
Biçare zabitler bilerek ve ağlaşarak ve çoluk çocuklar ile, bildiklerile helallaşarak gittiler! İçlerinde avdet ümidi besleyen yoktu! Hepsi ölmeğe gitmekte olduklarını biliyorlardı. Hele Osman Paşa, kayınpederi olacak hainin, o ahlaksızın ahval ve ef’ali deniyanelerinden külliyen bizar olduğundan dolayı şu vesile ile o aile içinden sıyrılmayı canına minnet bildi ve gelmek nasip olmamasını dua ederek gitti! Ah, işte o gemiyi gark ve mahveden tayfun değil, kumandan ve kaptan değil, doğrudan doğruya bu biaman zalimdir! Allah kahretsin!
Bu katmerli mel’un o kadar ustalıklı bir sarik ve gasıptır ki bütün bahriye işlerinde en büyüğünden en küçüğüne kadar bilaistisna herkesi sirkat aleti ve gasıp vasıtası olmak üzere kullanmaktadır. Tamirat, inşaat, mübaasat, hasılı dahili ve harici her türlü muamelat biçare milletin zayıf bir parmağile hafif hafif döner bir dolap olduğu halde, bu yezit o dolabı kendine göre çevirmiş, ne akarsa canavar gibi doymak bilmeyen boğazından aşağıya yuvarlıyor!
Tersane vergisi, masrafsız bir malikanesidir! Bir halde ki hariçten başka birinin sarih mülkü olsa, şu zamanda ve şu halde o iblis kadar istifade edemez. Bahriye zabitleri ve neferleri kamilen onun irgatlarıdır. Bu surette ki başka birinin esirleri olsalar, o insafsız alçak kadar onlardan müstefit olamaz.
Vükela denilen eşkıya içinde fikrini, vücudunu, zamanını, hasılı her şeyini din ve devlete hiyanet yoluna vakfeden ve her düşündüğüne muvaffak olan şeytan fikirli bir şeytan varsa o da ancak odur! Her gün her işten, her fırsattan, herkesten mutlaka az çok bir şey yolar. Muntazaman ve devamlı bir surette gaspettiği maaşı ancak 300 lira olduğu halde umum mesarif-i beytiyesi ayda 1500 lirayı buluyor. Hariçteki emlak ve akaratı senede yüz bin liraya yakın varidat getirdiği gibi tersaneden, hayır bahriye malikanesinden senede en aşağı elli bin lira geliyor! Eyvah biçare millet!
Bu herifin babası olacak hainden hemen hiçbir miras yemediği katiyyen muhakkaktır. Çünkü vaktile, yani 25 sen evvel Küçük Mustafapaşada oturduğu evin kirasını aylarca verememiş ve evden de çıkmamıştı. Nihayet ev sahibi damın kiremitlerini kaldırıp götürmek ve birikmiş aylıklardan da vazgeçmek suretile o belalı kiracıdan güçhal ile kurtulabilmişti! Bunu o mahallede oturan ihtiyarların hepsi bilir. Hatta tersane kumandanı oluncaya kadar ailesinin ve kendisinin ihtiyaçlarını bin türlü müşkülat ile defedebilirdi. Birçok yerlere birçok borç etmişti. Bazan süvarisi bulunduğu gemilerin sandığından göz göre göre para alırdı. Maaşını ve güya kimseye sezdirmeksizin çekebildiği eşyayı ve mebaliği ihtiyacatına, israfatına, ezvak ve huzuz-u denianesine yetiştiremiyordu. Bugün birkaç milyon liralık adam!
Onun çiftlikleri, akarları, gemileri var. Kurduğu sirkat ve gasp dolabı bir düzüye dönüyor, hiç durmuyor. Her gün cebine sirkat ve gasbp tarikile on ile elli, yüz lira giriyor! Hele rüşvet kapısı daha açıktır. Tersaneden, limanlardan, iskelelerden, ve bütün sevahilden her türlü mahsulat ve mamulat… Mütemadiyen akıp gelir. Bir halde ki yalnız rüşvet varidatı nefs-i habisini belegan mabelağ idare eder ve ediyor!
Aman yarabbi! Böyle bir zamanda böyle bir merkez-i saltanat, böyle büyük bir makam-ı nezarette böyle hain, böyle deni, böyle mel’un bir herif, böyle iblisi bile utandıracak, Firavun’a ve Yezid’e bile rahmet okutacak derecede tasavvurun fevkinde melanetler yapıyor! Yazık biçare millete! İdare-i mahsusa dahi din ve devletin hasmı canı olan o mel’un yezidindir. Ne kadar varidat hasıl oluyorsa, hemen hepsini gaspediyor. Bugün idareci mahsusa şu halde kalmak şartile hariçten birisine verilse, o hain kadar ticaret edemez. Çünkü idare-i mahsusasının kaptanları bahriye zabiti tayfası bahriye neferatıdır. Her türlü levazım tersaneden zahiren idare hesabına ve hakikatle Nazır Paşa namına daima gelir. Tamirat ve saire tersanede yapılır. Hasılı masraf olmaz. Variat kamilen safi olarak onun hazine-i bahriyesine girer.
Bu herif şehvet ve servetten ibaret olmak üzere başlıca iki şiddetli hırsı nefsaninin esiridir. Ezvak-ı hayvaniyesini istediği gibi muntazam ve daimi ve emin bir surette icra edebilmek için servete muhtaç olduğunu bildiğinden, istediği kadar servet sahibi olmak için de mümkün olan meşru vasıtalar kafi gelmediğinden her türlü şen’i sebeplere müracaati yegane vazife edinmiştir.
Yalnız, beytülmalin bir şubesi olan bahriye hazinesinden sirkat ve gasp etmek ve her tesadüf edenden rüşvet almak suretlerile ihtiyacını tedf ve servetini cemetmek mümkün olmadığı için, bahriyenin her noktasını aleti gasp haline getirip kullanmaya ve umum bahriye memurlarının muhassasatından ve her türlü bahriye levazımından ve mevcudatından muhtelif gizli vasıtalarla hisse kapmaya ve bu da kifayet etmediği için yeni yeni membalar tedarik etmeğe çalıştı, çalışıyor ve muvaffakta oluyor.
Bu cümleden olarak memuriyet ve rütbe satıyor. İşine elverecek ahmakları, alçakları milletin hazinesinden doyurarak kullanıyor. Zaruri masraflarının hepsini bedavadan çıkarıyor. Fazla masraflar için mutlaka bir iki misli fazla rüşvet, fazla sirkat buluyor. Mesarifi arttıkça varidatını da daha ziyade arttırıyor. Böyle çalışa çalışa o kadar mükemmel bir dolap kurmuştur ki bugün muntazaman suret ve sühuletle işlemektedir.
İşte Abdülhamid’in devr-i menhusunda yetişen yılan mizaçlı, şeytan fikirli Firavun hırslı, Yezit cüretli, hayvan tabiatlı nevileri muhtelif mahluklar bugün üstatları olan Abdülhamid’in medarı iftiharıdır! Verilen mefsedet ve mel’anet dersinden en ziyade müstefit olan ve binaenaleyh en ziyade işe yarayan Bahriye Nazırı … Paşadır. Onun şeytanat ustası, habaset ve denaet rehberi olmak ancak Abdülhamid’e yakışır… Ey koca afet! Taundan, vebadan yüz bin kat tehlikeli olan saltanat gasıbı! Gasp, tegallüp, istibdat, zulüm, hunrizlik, hiyanet, din ve devlete suikast, hırs, cebbarlık, muannitlik gibi her biri yüzlerce fezahate esas olan rezaletleri insaniyete nasıl yakıştırabilelim! Hiç olmazsa taannüde kapılmamak lazım gelirdi.
İfrat-ı sebat adem-i haki hedreyler!
Evet, Allah aziz zuintikamdır! Çekilen ıstırabı azim ve azabı elim cezayi Şezaya mukaddime, hayatı hainaneye suishatemedir!”
İşte mektebi Hamidi’nin en serefraz şakirdi şeytanatı olan Bahriye Nazırı… Paşa’nın hususi ve umumi seyyiati ahval ve ef’alini gösteren bundan ibarettir. Gelecek sayımızda bahriyenin ve donanmanın o devirdeki iç yüzünü okuyarak hayret edeceksiniz.