Terakki ve İttihat Cemiyeti Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti İle Birleşmeye Karar Veriyor
Terakki ve İttihat Cemiyeti Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti İle Birleşmeye Karar Veriyor
Terakki ve İttihat Cemiyeti Dr. Nazım Bey’den aldığı raporlar üzerine Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşmeye karar vermişti. Bu münasebetle Bulgaristan’da, Girit’te, Kıbrıs’ta, İstanbul’da ve Anadolu’nun sair yerlerindeki şubelerine birer tamim göndererek Türkiye’nin bir noktasında teşekkül eden ve bine yakın azası olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşmeğe karar verildiğini bildirmiş ve bu husustaki fikirlerini bildirmelerini şubelerden rica etmişti.
Bu tamime gelen cevaplarda birleşme meselesi hararetle kabul olunuyordu. İstanbul’daki şubeden gelen bir mektupta deniliyordu ki:
“Elbette tehlike karşısında ittihatsızlık affedilmez azim bir kabahattir. Biz ise artık bu tehlikenin karşısında değil, içinde bulunuyoruz ve gayet kıymettar günler zayi ediyoruz. Şüphe yok ki ittifaka ihtiyacımız bugün gayet şedittir. Lakin hala, bir kısım zavallı halkımızın hem şimdiki idareden şikayet ettiklerini, hem de davet edilince; benim nemelazım dediklerini görüp dilhun olduğumuz için, eğer şayan-ı itimat ise ve gönderdiğiniz memur-u mahsusun kayd-ı fahrüm-ü bahatından salim bulunuyorsa, velev adedi az olsun, “Hürriyet” Cemiyeti’nin iltihakına memnun olduk.
Ancak bu hususa ait efkarımızı da tahrire lüzum gördük: Biz de gönlüne vatan aşkı varlığı gibi tesir edip ölümün bile kendisini bu sevdadan ayıramayacağını hisseden ve mevcudiyetini bu yolda feda edebilen hamiyetli insanlar tarh edilirse, vatanımızda selametine çalışır gibi görünen ve erbabı hamiyeti arayan iki kısım halk vardır. Bunların birincisi şimdiki idareden istifade edemediğine muğber olanlar ve haset sevkile hükûmet-i hazıraya aleyhtarlık edenlerdir. İkincisi ise bugün iktidar mevkiinde bulunanların bir kısmıdır ki, yalnız Sultan Hamid öldükten sonra kendi sukutlarını bildiklerinden, bugünkü ikballerinin muhafazası için erbab-ı hamiyete iltihakı arzu edenlerdir. Lakin şu iki fırkanın her ikisinin de gönüllerini altın gülle rahnedar eder ve bugün sürurla kabul edilen bir ittihat yarın felaketi bais olur. Neticede hamiyet erbabının ümit şulesi bütün bütün söner.
Şunu itiraf etmek lazımdır ki bizim hayli senelerden beri devam eden ikdamatımız neticesinde hala dört buçuk kişi beşe iblağ edilememiş ve adetçe terakkimiz gayet batî bir surette vücuda gelmiştir. Eğer bugün esrarımızın hakikatine vakıf bin kişi varsa, bu gayet azim bir nimettir ve fazla bir şey beklemek icap etmez. Her türlü icraat için bu adet kafi raddede demektir. Lakin bu bin kişi bütün mana ve sümulü ile hamiyet sahibi olmalı ve ne halde ne istikbalde nefsi için bir mükafata intizar etmeyip sadece sevda-yi vatanla hareket etmelidir ki cemiyetimizin bina-yi hazırı tehlikeden masun kalsın.
Şu halde gönderdiğiniz memur-u mahsusun azasını bine iblağ ettiği heyet, ne fikir insanlardan mürekkeptir? Bunlar meyanında Rüştü, Ahmet Muhtar, Cevdet, Ahmet Şuayip, Talat, Sadık Han (İran tebaasından), Nevruz (keza), Aram, Mehmet Ali var mıdır? Ve Edebiyat-ı Cedide’ye mensup zevattan bazıları dahil midir? Kimlerdir? İşarınıza intizar ederiz. Şüphe ve ihtiyatımız yanlış telakki buyurulmasın! Pek güç mesai ile vücuda gelen varlığımızın ifşası bize korku veriyor. Bunun için ihtiyat ve teyakkuza lüzum görüyoruz.
İttihatname müderecatına gelince; vakıa bizce pek münasip ise de yalnız ikinci addenin (esası Mithat Paşa tarafından vazedilen Kanun-u Esasi’nin zamanın ihtiyacatına tatbikan tebdilile kabulü) suretinde ifadesi daha münasib olur. Çünkü bu Kanun-u Esasi’ye de Sultan’ın bazı efkarı karışmıştır, zannolunur. Faraza 5 inci ve 7 nci maddelerinde olduğu gibi.”
Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Selanikte’ki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşmesi hakkındaki fikrini yukarıki tarzda Paris’e bildiren zat “Ağabey” denilen zattı. Bu zatın asıl ismi Hamdi Bey’di ve Paris’le muhabere eden İstanbulluların en eskisi idi. Hamdi Bey o günlerde Paris’e yazdığı diğer bir mektubunda diyordu ki:
“Sultan’ın hastalığı hakkında elde edilen malumata göre Abdülhamid geçen Cuma günü arabasına güç bindirilmiş, zafı artmaktadır. Hatta çehresinin teşhis edilemeyeceek bir halde olduğu rivayet ediliyor.
Jurnallar ve evrak-ı saire Burhanettin, Serasker, Başkatip ve Arap İzzet’ten mürekkep bir komisyonda tetkik ediliyor. Pek fevkalade ahval kendisine arzolunuyor.
Bize vasıl olan gazeteler vesair evrak sokaklara ve sayfiyelerin dahiline dağıtıldı. Bu evrakın semereleri görülüyor. Ahali arasında küçük cemiyetler teşekküle başlamıştır. Hiçbir şubeye mensup olmayan bu ufak heyetlerin birer birer elde edilmesi vakıa pek kolay ise de İstanbul’da gayet mühim muhaliflere galip bir cemiyetin vücuduna kail olan bu adamların birden bire karşılarına çıkmak bizce şimdilik münasip görülmedi. Fenerbahçe mevkii civarında vukulan içtimada bütün hamiyet erbabına hitaben bir intibah varakası neşri muvafık görülmüşse de matbaa olmadığından bunu yapmak mümkün olamamıştır. Siz de bunu münasip görüyorsanız gayet muhtasar olmak şartile bu intibah varakalarından tab ettirip göndermenizi rica ederiz.Sabahaddin’e yazdığınız cevaplar pek haklıdır. Şu mübarek, şu mukaddes vatanın zerre kadar hukukunun, bir avuç toprağının zıyaına razı olacak bir Türk tasavvur edilemezken hanedanlarının, baka-yi saltanatlarının devamına hizmet eden bu biçare ümmetin kanları pahasına kazanılan yerlerden altı vilayetin tefrikine rıza göstermek, ancak şu müstebitlerin ahlakına yakışacak ahvaldendir. Babası Damat Mahmut Nedim Paşa Bağdad Demiryolu’nun imtiyazına nail olamadığından hamiyet-i habesetine perde edip iaşesini eyyadi-i muhibbanına terk ile mazhar-ı ikabı ukba olmuştu. İllah, İllah…”