Tip’in Yumruksuz Kongresi Olmuyor.
Tip’in Yumruksuz Kongresi Olmuyor.
TİP’in İstanbul’dan Sonra İzmir ve Antalya İl Kongresi’nde de Yumruklar Konuştu.
TİP yönetimi İstanbul kongresinden sonra “Türkiye Sosyalist Hareketi ve Partimiz Ciddi Tehlike Altındadır” başlıklı bir bildiri yayınlayarak bütün parti örgütlerine dağıtmışlardı. Dağıtılan bildiri de MDD tehlikesine dikkat çekilerek, örgütler karşı devrimce bir akım olan MDD’cilere karşı aktif ve uyanık olmaya çağırılıyordu. İstanbul İl Kongresi’nden 21 gün sonra 26 Nisan’da yapılan İzmir İl Kongresi’nde de Aren–Boran liderliğindeki TİP’e hakim olan grupla MDD’ciler olarak adlandırılan Mihri Belli’nin ASD taraftarlarıyla kongre günü karşılıklı tartışmalar ve yumruklaşmalar yaşandı. MDD taraftarlarının zorla içeri girmek istemelerine TİP’in gençlik örgütü olan SGÖ militanları izin vermeyecekti. Kongre salonuna Sosyalist Devrimciler olarak adlandırılan Aren–Boran ekibi hakimdi. Kongreyi de zaten bu grup zorlanmadan kazanmıştı. TİP yönetimi İzmir İl Kongresi’nde MDD yanlılarının olay çıkartacağını haber alınca çevre illerden gençlik örgütü SGÖ’lüleri İzmir’e yığmıştı. Ankara, İstanbul ve benzeri illerden gelen SGÖ’lü gençler kongre dışında ve içinde önlem alarak kongrede gövde gösterisi yapmak isteyen MDD taraftarlarına geçit vermemişti. Bir grup MDD delegesi salona girmelerine rağmen kongreyi lehlerine çevirecek delege ve taraftar gücüne sahip olamamışlardı. Ankara’dan İzmir’deki kongreye katılmak için giden İlhami Aras önderliğindeki MDD taraftarlarıyla SGÖ’lü görevliler arasında çıkan tartışma ve olaylar sonucunda 15 MDD taraftarı polis tarafından gözaltına alınmıştı.
TİP yöneticilerinden SGÖ’lü gençleri İzmir İl Kongresi’ne yığan Nihat Sargın TİP’li Yılları anlattığı anılarında bakın İzmir İl Kongresi hakkında neler söylüyor:
Bildiri’den sonra kongreler konusundaki son kararımız da bir genelge halinde örgüte iletildi. Genelgede Çankaya, İstanbul gibi örnekler göz önüne alınarak “kongrelerin yapılmasını engelleyici faaliyetleri önlemek ve kongrelerin düzenli bir şekilde salimen yapılmasını temin etmek maksadıyla bundan sonra kongrenin delegeler, üst kurul üyeleri, kongrenin güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiş partililer ve basından başkalarına kapalı olmasını ve kongrelerde ancak delegelerle üst kurullar üyelerinin söz alıp konuşabileceklerini” öngörüyor ve karar gereklerinin titizlikle yerine getirilmesini istiyorduk.
Kararın ilk uygulama alanları iki hafta arayla birbirini izleyen İzmir ve Antalya kongreleridir. Her iki kongrede de kararın uygulanmasını sağlayacak güvenlik konusunda birinci derecede görevli ve yetkili ben olduğum ve o günlerin MDD’ci organlarında ciddi ciddi yer verilen dedikoduların da odak noktasında bulunduğum için her iki kongreye, daha doğrusu kongre öncesi ve sırasındaki güvenlik çalışmalarına okuyucudan özürlerimle ayrıntılı olarak yer vermek niyetindeyim. Önce İzmir:
Kararımız 16 Nisan’da alınmıştı. 10 gün sonra İzmir Kongresi yapılacaktı. İzmir Merkez ilçesinde MDD’ci azınlık dışardan gelen yandaşlarıyla gürültü çıkarmış, Kongre’nin yarıda kalması güç önlenmişti. Ayrıca kararın ilk uygulaması olacaktı. Ne yapıp yapmalı, mutlaka başarılı olmalı, kararımızı uygulatabilmeliydik.
Önce İzmirli arkadaşlarla temasa geçtim. Dışardan izleyici gelmeyeceği için tutulacak yerin çok geniş, büyük bir salon olmasına gerek yoktu. Buna karşılık dar ve sağlam, kolayca savunulabilir bir dış kapısı olmalıydı. Ve eğer olanaklıysa, salonun süslenmesi, hoparlör düzeneği vb. için diyerek önceden anahtarını almalı ve daha sabah olmadan içine yerleşebilmeliydik.
Kral telefon etti. Hepsi sağlanmıştı. Salonun dışa açılan tek kapısı vardı ve kapı da demirdendi. Doğrudan salona da girilmiyor. Kapıdan sonra bir hol ve merdiveni aşmak gerekiyordu. Anahtar alınacak, geceden nöbet tutulmaya başlanacaktı.
Kongreden bir gün önce İzmirliler’e yardıma gitmesi kararlaştırılan SGÖ’lü genç arkadaşları, hepsini G. Merkez’e çağırdım. Atilla şaşırmış, “hepimizi mi” demişti. Yanıtlamıştım, evet, kesinlikle hepinizi.
Merkez lokalinde yarım daire şeklinde bir araya geldiğimizde sordum: Karşımızda kim var; yarın kimle mücadele edeceğiz, Kongre salonunu kime karşı koruyacağız? Yanıt “MDD’ciler” oldu. Ve aralarından kimileri de orda burada tek başına görüldüklerinde kıstırılıp tokat, yumruk yemekten kinleri bilenmiş, eklediler: Bu kez çoğunluktayız, ne olur müsaade edin; biraz da biz onları okşayalım. Evet, şimdi böyle bir uygulama da vardı; başka illeri bilmem, ama Ankara’da zaman zaman karşılaşıyordu çocuklar.
İşte bunun için hepinizi çağırdım, dedim, böyle düşüneceğinizi tahmin ettiğim için. Hayır, karşımızda MDD’ciler yok, hani bir süre birlikte olduğunuz, belki bir ikisiyle fakültede hala selamlaştığınız veya göz göze gelmemeye çalıştığınız eski arkadaşlarınız MDD’ciler değil karşınızdaki.
Bizim karşımızdaki büyük burjuvazidir, nesnel olarak büyük burjuvazidir. Kim kimin ajanıdır, kim kimden ne biçim talimat almıştır, kim nasıl bir oyuna gelmiştir, bilemem. Bu yüzden hiçbirini de tek tek suçlamam. Ama karşımızdaki büyük burjuvazidir. Onunla, onun sahasında, onun silahlarıyla baş edemeyiz, hiç değilse şimdilik. Bu yüzden kesin olarak söylüyorum; hiçbirinizin üzerinde herhangi bir silah değil, bir tırnak çakısı bile bulunmayacak. Ve bize hücum edilmedikçe kimsenin kılına dokunulmayacak. Bizim görevimiz Kongre’nin bir kazaya uğramadan düzgün bir şekilde yapılıp sonuçlanmasıdır. Görevimiz budur; başarımız da burada olacaktır. Burjuvazinin oyununa gelmeyeceğiz.
Tekrar tekrar yineledim sözlerimi. Evet, dediler gerçi, hepsi partiliydiler, iyi birer militandılar. Sözümden dışarıya çıkmayacaklardı. Ama en azından bir bölüğü, MDD’cileri hizaya getirebilecek önemli bir fırsatın tepildiği kanısını taşıyordu, yüzlerinden okumaktaydım.
Yapacak bir şey yoktu. Partililiklerine, militanlıklarına güveniyordum.
Özel otobüs tutuldu. Sabah saat 5’te, daha ortalık ağarmadan salonun kapısına geldiler. İçerdeki İzmirli arkadaşlarıyla birlikte güle oynaya salonu süslemeye giriştiler. Saat 6’da bir iki kişilik ilk “misafir” grubu kapıya kadar gelmiş; milletin içerde olduğunu görünce kös kös dönmüş. Ben 8’de salona girdiğimde aktardılar. İyi ki erkenden yerleşmişiz buraya, dediler.
Kongre, yanılmıyorsam 10’da başlayacaktı. Yavaş yavaş delegeler geliyordu. Gelen herkes kapının iç yanındaki masada oturan İzmirli arkadaş tarafından delege listesiyle karşılaştırılıyor, liste işaretlenerek içeriye alınıyordu. Delegelerle birlikte gelmek isteyen birkaç kişi olmadı değil. Delege arkadaşları onların adına şefaatte bulundular. İçlerinde dış ilçelerden gelmiş iyi niyetliler de vardı. Ama hepsi geri çevrildi. MYK kararı kesindi. Anlayışla karşılamalıydılar. Birkaçı da “nasıl alamazsınız” gibilerinden tartışacak oldu. Etrafları sarıldı. Pabucun pahalı olduğu anlaşıldı. Kendilerini dışarıda buldular.
Kongre başladığı sırada dışarıda epey kalabalık birikmişti. Ön sırada İzmir’den, Ankara’dan tanıdık birkaç MDD’ci, sonra arkadakiler, kim oldukları, hangi hesapla, kimin direktifi ile orda oldukları belli olmayan ve giderek artan bir kalabalık. Daha arkada da polisler.
Kapı dışındaki arkadaşlara, takılmaktan küfür etmeye kadar uzanan bir çerçevede sinir bozma gayretleri… Bizimkilerde hareket yok. Çok sinirlenen içeri alınıyor; kongre’yi izlemeye yollanıyor; yerini yeni bir genç alıyor. Bu nöbetleşe yer değiştirme birkaç kez yinelendi.
Bir ara salondan bir MDD’ci delege dışarıya çıktı. Dışarıdaki arkadaşlarıyla görüştü. Duyanlar söyledi: İçerdeki MDD’cilerin isteklerini iletmiş. Kongre iyi gitmiyormuş, daha fazla gecikilmemeliymiş.
Dışarıda bağrışmalar, sloganlar, küfürler… gırla gidiyor. Fakat henüz fiili bir durum yok. Bir ara, bir dalgalanma başladı. Büyük bir ağırlıkla kapıya yüklendiler. Polis o arada bizimkilerden kimilerini yakaladı. Gözaltına alınan oldu. Bir kişi dışında diğerleri serbest bırakıldılar. Parti’de çaycı olarak çalışan genç ise ceketinin iç cebinde tornavida bulunduğu için tutuklandı. Ancak 20 gün sonra, o tornavidayı parti lokalinde elektrik vb. arızalarında kullanmak zorunda olduğu için devamlı yanında taşıdığını söyleyerek tahliye edildi.
Genç arkadaşlarımız durumu bizzat yerinde görmüşlerdi. Parti’nin önceki saptamaları doğruydu.
Kongre Sosyalist Devrimciler’in başarısıyla sonuçlanmıştı. MDD’ci birkaç delege uzun uzun konuşmuştu, herhalde arkadaşlarının baskınını bekliyorlardı; ama konuşmaları ne kadar uzatırlarsa uzatsınlar salonun basılmadığı, basılamayacağı anlaşılınca, sonunda çaresiz yenilgiyi kabullenmişlerdi. Konuşmalarına müdahale edilmemiş, herkes onları sessiz sedasız dinlemişti. O kadar.
Bir noktayı ekleyeyim: Dışarıya hoparlör konup içerdeki konuşmaları dinlemeye o kalabalıktan kimse yanaşmamıştı. Mutlaka içeriye girmek istiyorlardı.
İsteklerine eremediler. Küçücük bir azınlığın dışarıdaki güruhla birlikte gürültü, kavga… Kongre’yi alma, başaramazlarsa yarıda bıraktırma taktiği artık sökmeyecekti. İstanbul son olmuştu. Eğri tersine dönmekteydi.[1]
İzmir İl Kongresi’nden sonra Antalya il Kongresi’nde de taraflar yine karşı karşıya gelecekti. TİP yönetimi önlem olarak Genel Sekreter Behice Boran’ı ve Nihat Sargın’ı il kongresinden iki gün önce Antalya’ya göndererek çalışma yaptırıyordu. Nihat Sargın genel merkezin direktifleri doğrultusunda Antalya İl Kongresi’ni, MDD yanlılarına kaptırmamak için Antalya’ya yakın illerden getirdiği SGÖ’lülerle önlem almak istiyordu. MDD yanlılarının Kongre için hazırlık yaptıklarını öğrenen Nihat Sargın, Ankara’yla temasa geçerek Ankara ve Eskişehir’den de takviye kuvvet istiyordu. Kongre günü MDD’ciler Mustafa Kaçaroğlu ve İlhami Aras’ın önderliğinde kendileriyle birlikte hareket eden delegelerle kongreyi lehlerine çevirmek isteyecekler ama sonuç alamayacaklardı. Nihat Sargın’ın önceden hazırladığı organizasyon ve aldıkları tedbirler sayesinde MDD’ciler kongre salonuna bile giremeyecek dışarıda sloganlar atarak bağırıp duracaktı.