Trablusgarp Savaşı
Trablusgarp Savaşı
1911 Sonbaharında, İtalyan emelleri büsbütün meydana çıkınca İstanbul Hükümeti İtalyanlarla anlaşmak ister gibi hareket ederek vakit kazanacağını ve Trablusgarb’ın müdafaasını hazırlamağa çalışacağı yerde gazetelerde Türk ricalinin meydan okuyucu sözler söyleyecekleri ve “Trablus’un her bir karışını bütün kuvvetimizle müdafaa edeceğiz!” gibi beyanatla vaziyeti büsbütün gerginleştirdikleri görülüyordu.
Onun için Eylül ayı, hep harp hazırlıkları gürültüsüyle geçmişti. Bunun üzerine İtalya Hükümeti, 28 Eylül’de Babıâli’ye 22 saat mühletli bir nota vererek Trablusgarb’ın ve Bingazi’nin İtalya tarafından işgaline, mümanaat edilmemesini istemişti. Babıâli’nin nezaketle reddettiği cevabi notası üzerine 29 Eylül’de İtalya Türkiye’ye karşı ilan-ı harp etmişti.
Bosna-Hersek’in ilhakından, Bulgaristan’ın istiklalinden, Girit meselesinden sonra Trablus Harbi iki senelik Meşrutiyet idaresine dördüncü darbeyi vurmuş oluyordu. İlk harp günlerinde İstanbul’da müthiş bir zihin karışıklığı, kararsızlık, azami bedbinlik hüküm sürüyordu. Hariçten bir yardım gelmesine imkan yoktu. İtalya, bu maceraya İngiltere’nin teşvikiyle atılmıştı. Almanya, ittifakı müsellese dahil olan İtalya’ya karşı hiçbirşey yapamazdı. Bosna-Hersek buhranında Avusturya yüzünden olduğu gibi, Trablus meselesinde de İtalya yüzünden Türkiye’deki mevki ve nüfuzunu tekrar kaybetmişti. Osmanlı Devleti’nin hali o günlerde pek yamandı. Memleketin muhtelif kısımları isyan halinde gibi birşeydi. Yemen’de asi Araplara muhabereler bütün şiddetiyle devam ediyordu. Kürdistan ve Suriye ahvali çok bozuktu. Hususiyle Balkanlar çok galeyanda, orada her an ihtilal, harp çıkabilirdi. İtalyanların Kızıldeniz’de de harp açmalarından ve Yemen’deki Türk askerleriyle irtibatı kesmelerinden korkuluyordu. 1500 kilometre uzunluğunda olan Trablus sahilinde 12 tabur ve birkaç eski topla müdafaasına imkan olmadığı görülüyordu.
Bu buhranlı vaziyet tabii Osmanlı Devleti’nin dahili meselelerine tesir etmişti. Meşrutiyet idaresi bu dördüncü darbeyi de yedikten sonra İttihat ve Terakki’nin nüfuzu pek ziyade sarsılmıştı. Harbin ilan edildiği gün, Hakkı Paşa Kabinesi istifa etmiş ve yerine Sait Paşa geçmişti. Şimdi gerek Sait Paşa, gerekse Hariciye Nazırı Asım Bey, İtalyanlarla pek seri bir surette anlaşmağa taraftar bulunuyorlardı. İkisi de harbe devam etmek mes’uliyetini üzerlerine almak istemiyorlardı. Trablus’u ve Bingazi’nin elden gittiğini kanaat getirerek Padişah’ın hukuk-u hükümranisi baki kalmak şartıyla İtalyanlarla anlaşmağa taraftar görünüyorlardı.
Aradan üç dört gün geçtikten sonra 1 Teşrin-i evvel’de Almanya İmparatoru’nun tavassut edeceğine dair bir şayia çıkmıştı. Bu tavassutu, Sadrazam Sait Paşa, memnuniyetle karşılamıştı. Bu tavassut, Almanya’nın İstanbul’daki nüfuzunu bir dereceye kadar olsun tekrar kazanabilmesi için Almanya tarafından teklif olunmuştu. Halbuki Rus ve Fransız diplomatları derhal bu işe parmaklarını sokmuşlardı. Çünkü tavassut işini yalnız Almanlara bırakarak Almanya’nın İstanbul’da tekrar nüfuz kazandıklarını istemiyorlardı. Alman Sefiri bu aralık tavassut için 4 maddelik bir eshası hazırlayarak Sadrazam’a vermişti. Bu dört maddede deniliyordu ki;
1-Trablus’un İtalya tarafından işgaline Türkiye’nin razı olması,
2- Türkiye’nin Trablus üzerindeki hukuk-u hükümranisinin itibarı olarak tanılması,
3-İtalya tarafından Türkiye’ye tazminat verilmesi,
4-İktisadi sahalarda ve kapitülasyonlar meselesinde İtalya’nın Türkiye’ye karşı müsaadekârane hareket etmesi.
Almanya bu esas üzerine bir anlaşma temin ederek Türk-İtalyan ihtilafının büyümesine mani olmak istiyordu. Bunda da en ziyade Alman menafiine gözetiyordu. Çünkü Trablus Harbi’nin Türkiye’ye büyük zararlar vermesini Alman menafine zıt buluyordu. Türkiye’den iktisaden istifade etmek için Türkiye’nin tam ve mümkün mertebe kuvvetli kalmasını istiyordu. Onun için idi ki ilan-ı harpten bir hafta sonra Heyet-i Vekile bütün İtalyanların Türkiye’den tardedilmelerine karar verdiği halde İstanbul’daki Alman Sefiri’nin müdahalesi ve ricası üzerine bu kararın tatbikinden muvakkat bir zaman için vazgeçilmişti.
Bu esnada eski Sadrazam Kamil Paşa boş durmuyordu. Mebusan Meclisi’nde gittikçe artan muhalefet kuvvetli, Kamil Paşa’ya istinat ediyordu. Kamil Paşa, bu kuvvete dayanarak İtalya’ya karşı sonuna kadar muharebeye devam edilmesi için propaganda yapıyordu. Herhalde Kamil Paşa, bu muharebeden kat’i bir netice çıkmayacağını biliyordu. Fakat onun maksadı, harbin biran evvel bitmesini isteyen Sait Paşa kabinesine karşı muhalif vaziyette bulunmak ve bu kabineyi düşürmek idi. Düşünce, yine kendisi iktidar mevkiine geçecek ve İttihat ve Terakki’yi büsbütün ortadan kaldıracaktı.
Fakat Kamil Paşa’nın harbe devam için propaganda yapmasına hiç hacet yoktu. Çünkü İtalya’da şiddetli bir galeyan hasıl olmuştu. Osmanlı Devleti’nin mukavemet edemeyeceğini anlayan İtalyan efkar-ı umumiyesi Trablus’un bilakaydüşart ilhakını, Türkiye’yi hiç tazminat verilmemesini ve zımni bile olsa Türk hukuk-u hükümranisinin kabul edilmemesini şiddetle talep ediyordu. Evvela Türkiye’ye karşı bazı haklar tanımağa mütemayil görünen İtalya Hariciye Nazır San Culyano, bu tazyik karşısında fikrini değiştirerek daha radikal bir siyaset takip etmeğe başlamış, Trablus’un bilakaydüşart ilhakı lazım geldiğini ve ilhak işinin cerrahi bir ameliyat gibi yapılacağını söylemişti.
İtalyanların bu ısrarları karşısında, tabii her türlü tavassut teşebbüsü geri kalmıştı. Kendisine tavassut için müracaat eden bazı sefirlere Hariciye Nazırı Asım Bey bile bu şartlar altında sulh yapmaktan ise çoluğu çocuğu evde bırakarak bizzat harbe iştirak ederim” cevabını vermişti. İtalyanların memleketten tardı yeniden mevzubahis olmağa başlamış ve harbe devam arzuları günden güne daha ziyade şiddet kesbetmişti.
Bu esnada İngiliz politikasının gayet mahirane bir oyunu oynanıyordu. İtalyan harbi çıkıncaya kadar her taratan İtalyanların muhakkak suretle İngilizler tarafından Trablus’u işgale sevkedildikleri söylenmişti. Herhalde Hakkı Paşa, Sadaret’ten çekindiği zaman kendisinde bu kanaat vardı. Halbuki Türkiye-İtalya harbi patlak verdikten sonra İngiliz siyasetinde büyük bir değişiklik husule gelmişti. Roma’daki İngiliz diplomasisi garip denilecek kadar bitaraflık gösteriyordu. İstanbul ise; İngilizler ve İngiliz dostu geçinen Türkler, Kamil Paşa için çok hararetli bir propaganda yapıyorlardı. Kamil Paşa’nın da bu propaganda esnasında harbe devam taraftarı görünmesi çok garipti. Hatta İngilizler o kadar ileri gidiyorlardı ki İngiliz Sefiri Loryther. “şayet Türkler harbe devam edecek olurlarsa Trablus üzerindeki hukuk-u hükümranilerini kurtarmak ümitleri çok kuvvetlidir” diyordu.
İttihat ve Terakki mahafilinde, İngilizler tarafından yapılan bu telkinlerin manası layıkıyla anlaşılamıyordu. Deniliyordu ki “İngilizler bize sonuna kadar harbe devam etmemizi tavsiye ediyorlar, fakat buna mukabil yalnız Türk hukuk-u hükümranisinin muhafaza olunabileceğini ileri sürüyorlar.” Böyle bir kazancın boş bir ünvandan ibaret olduğunu söylemeğe hacet yoktu. İngiliz sefareti Baştercümanı Fizmaurice de Babıâli’ye giderek Sadaret Kalemi Mahsus Müdürü’nü görüyor ve “Hala İtalyanları tard etmediniz mi, hala Alman tesiri altında mı bulunuyorsunuz?” gibi sözlerle kendi hesabına tahrikât yapmaktan geri kalmıyordu.
Bu tahrikat tesirsiz kalmıyordu. İstanbul efkarında bir galeyen hasıl olmağa başlamıştı. Birçok yerlerden Hakkı Paşa’nın mahkemeye verilmesi hakkında sadalar yükseliyordu. Mesele Hakkı Paşa’nın suçlu veya suçsuz olduğundan değildi. Hakkı Paşa, Alman politikasına taraftar olduğu için Alman politikası bastırılmak ve yerine İngiliz politikası geçirilmek isteniliyordu. Bütün hadiseler İngiliz diplomasisi ile Kamil Paşa’nın bu işte ittifak ettiklerine delalet eyliyordu. Şayet tavassut teşebbüslerinden bir netice hasıl olmaz ve harp devam ederse son dakikada İngiliz diplomasisi ortaya çıkacak, Türkiye’ye mümkün mertebe müsait şartlar sulhü temin edecek ve İtalyanları Trablus’a sevke sebep olduktan sonra neticede yine Türk dostu olarak işin içinden çıkacaktı. İngilizlerin takip ettikleri bu gayet mahirane siyaset yüzünden Türkiye için bir tarata İngiltere, Fransa, Avusturya ve diğer taraftan Almanya ile Avusturya olmak üzere Avrupa devletleri birbirlerine girmişlerdi. İtalya’yı ittifak-ı müsellesten ayırmak için onu Trablusgarb’a yollayan İngiltere ile müttefikleri şimdi mesele bir emrivaki olduktan sonra gene Türkiye’ye dost görünerek Bağdat meselesinde Almanya’yı mağlup etmeye çalışıyorlardı. 17 Teşrin-i evvel’de İstanbul’daki Alman Sefiri Baron Mareşal tarafından Almanya Hariciye Nezareti’ne gönderilen bir notada deniliyordu ki:
“İngilizlerin İstanbul’da senelerden beri el altından bize karşı yaptıkları mücadele Trablus meselesinden dolayı şimdiye kadar görülmemiş derecede şiddet kesbetmiştir.”
Baron Marşal iki gün sonra da şu raporu gönderiyordu:
Bu defa mesele Bosna-Hersek hadisesi gibi bir iki ay zarfında atlatılabileceğimiz geçici bir devir değildir. Bilakis tesirlerini bir çok seneler hissedeceğimiz kat’i bir muharebedir. Şayet İtalya’nın iki müttefiki (Almanya ve Avusturya) Roma’da Türkiye için kabule şayan sulh şartları temin edemezlerse ve İngiltere’nin tavassutu devam eylerse, o zaman İngiltere İstanbul’da kendisine öyle bir mevki temin edecektir ki Bağdat hattının inşası bile bu yüzden tehlikeye düşecektir.
Gariptir ki, İngilizler Londra’da bulunan Alman ve Avusturya sefirlerini de kandırmağa muvaffak oluyorlardı. Mesela Londra’daki Alman Sefiri Wangenheim’dan sonra bir müddet İstanbul’da sefirlik yapan Kont Metternich, Hükümeti’ne gönderdiği bir raporunda diyordu ki:
Her ne kadar Türkiye’yi İtalya’ya karşı biraz himaye etmek milyonlarca İslamı kazanmak için cazip görünüyorsa da, İngiltere, Trablusgarp Muharebesi meselesinde tam bir bitaraflık muhafaza etmek azmindedir.”
Avusturya Londra Sefiri Kont Mensdedorf ile Rusya’nın Londra Sefiri Kont Benkendorf ta, İngiliz gazetelerinde ve İngiliz efkâr-ı umumiyesinde İtalya’ya karşı bir husumet görülmesine rağmen İngiltere Hariciye Nezareti’nin daha ziyade İtalya’ya mütemayil olduğunu hükümetlerine bildiriyorlardı. İtalya’nın Londra Sefiri Marki İmperiali ise İngiltere’nin tavır ve hareketinden çok memnun olduğunu yazıyordu.
Görülüyor ki, İngiltere İstanbul’a karşı başka bir vaziyet., harice karşı ise büsbütün başka bir vaziyet takınıyordu. Bunu takdir edebilecek bir kimse bulunmadığı için İstanbul’da İngilizlerin tavassut tekliflerine dostane bir teşebbüs nazariyle bakılıyordu. Halbuki maksat, Kamil Paşa’yı tekrar iktidar mevkiine getirmek ve Osmanlı Devleti üzerine gene İngiliz emellerini hakim kılmaktı. Bir de İngilizlerin bir İslam devletine karşı hareket ettiğini bütün İslamlara karşı örtmek ve Türkiye’ye güya düşman değil, dost görünmekti.
Bu vaziyet karşısında bütün ümitlerin İngiltere’ye bağlanması kadar tabi bir şey olamazdı. Türk ricali, İttihat ve Terakki erkanı ve Mebusan Meclisi’nde bir çok mebuslar hep aynı hisse kapılmışlardı. Ancak Kamil Paşa, iktidar mevkiine geçerse işlerin düzeleceği zannediliyordu. Tabii Sadrazam Sait Paşa’nın mevkii tamamiyle sarsılmıştı. Fakat bu işte Sait Paşa, Kamil Paşa’dan daha kurnazca hareket etmiş ve 18 Teşrin-i Evvel’de Mebusan Meclisi’nin gizli bir içtimaında mebuslara aşağıdaki beyanatta bulunarak Kamil Paşa’nın Sadaret gemisinin yelkenlerini şişiren rüzgarı durdurmağa ve dümeni elden bırakmamağa muvaffak olmuştu. Sait Paşa, bu gizli içtimada demişti ki:
“Geçirdiğimiz bu vahim zamanlarda size hakikati tamamiyle anlatıyorum. Bizim için bir İtalyan harbi değil, bütün Şark Meselesi mevzubahistir. Türkiye’nin taksimi için kuvvetli bir cereyan vardır. Hakka Paşa idaresi birçok şeyleri ihmal etmiştir. Fakat fenalığın menbaı daha derinlerdedir. Biz şimdiye kadar tecerrüt ettik. Bunanla beraber bazı devletlere mütamayil olduğumuzu gösteren bir siyaset takip eyledik. Şayet mütemayil olduğumuz devletlerle bir mukavele akdetmek için lazım olan esasları bulamazsak, o devletleri rakip olan diğer tarafı iltizam eylememiz icap eder. Şimdiye kadar takip ettiğimiz siyaset yüzünden bir grup devletleri soğuttuk. Onun içindir ki hiçbir devlet, bizi bugünkü mevkiimizden kurtarmak için yardım etmiyor. Ben, bugün ne bu ne şu; devletler grubuna taraftarım. Yalnız, gördüğüm bir şey varsa o da Osmanlı Devleti’nin derhal bir himayeye muhtaç olduğudur. Bu himaye umumi tehlikenin zuhurunu geriye bırakmalı ve münhasıran şimdiki harp ile iştigal etmelidir. Ben, Allah’ın inayetiyle vatanı kurtaracağımızı zannediyorum, şu şartla ki, bana karşı umumi bir itimat gösterilsin, Türkiye yabancı bir devletin velayeti altına girmeden ancak bu sayede o muazzam himayeye mazhar olabilir. Bahsetmek istediğim muazzam kuvvet itilafı müsellestir. Bizden daha bazı coğrafi, ticari ve siyasi fedakarlıklar isteyecektir. Biz bu fedakarlıkları yapmalıyız.”
Sait Paşa’nın Mebusan Meclisi’nde söylediği bu sözlerden bir Türk-İngiliz anlaşması manası çıkıyordu. Sadrazam Sait Paşa, memlekette İngilizler lehine şiddetli bir cereyan hasıl olduğunu anlayınca, hemen o cereyanın başına geçer gibi görünerek mevkiini kurtarmağa muvaffak olmuştu. Çünkü söylediği sözlerin tesiri altında kalan mebuslar, ona büyük bir ekseriyetle itimat meyan etmişlerdi.
Sait Paşa, tehlikeyi bu suretle atlatmağa muvaffak olduktan sonra İstanbul’daki sefirleri oynatmağa başlamıştı. Bir kere Alman Sefiri ile vukubulan mülakatında Sefir, kendisine kuvvetleri birbirine uygun olmayan İngiltere ile Türkiye arasında akdedilecek bir ittifakın zayıf taraf için tehlikeli olacağını söylemesi üzerine Sait Paşa böyle bir ittifakın mevzubahis olamayacağı cevabını vermişti. Baron Marşal bu cevaba memnun olarak oynadığı taktik rolden dolayı kendisini tebrik etmişti. Hariciye Nazırı Asım Bey dahi İngiltere ile Türkiye arasında bir ittifak akti için bir tasavvur mevcut olmadığını Alman Sefiri’ne anlatmıştı.
Her ne kadar Sefir Baron Marşal bu sözlere inanıyorsa da Berlin’e yazdığı bir raporunda Sait Paşa’nın İngiliz yardımından ümitler beklediğini hissettiğini de ilave ediyordu. Bu raporda aynen şunları söylüyordu:
“İngiltere’nin yardım edebileceğine ve etmek istediğine burada o kadar intizar ediliyor ki, Sait Paşa’nın hareketini yalnız taktik bir manevra gibi telakki etmek hata olurdu.”
Gene sefirin böyle bir raporuna nazaran; Sait Paşa’nın kendisine, her ne kadar İngilizler tavassut etmek istiyorlarsa da biz bir Alman tavassutunu tercih ederiz sözlerini söylemişti.
“Fakat İtalya, diğer devletlerin tavassut etmelerine imkan bırakmamak için 5 Teşrinisani 1911’de Trabulgarp ve Bingazi’nin bilakaydüşart İtalya’ya ilhak edildiğini resmen ilan eylemişti. Bu suretle her türlü tavassut ihtimali ortadan kalkmış oluyordu. İtalya’nın yaptığı bu teşebbüs Avrupa’da fena bir tesir hasıl etmekle beraber, iş o fena tesiri hasıl etmekten başka bir netice vermiyordu. Türkiye’de ise; İtalyanların bu hareketi harbe devam arzusunu azami derecede şiddetlendirmişti. Artık sulh ihtiyacı ve sulh yapılması fikri büsbütün ortadan kalkmıştı. Mebusan Meclisi’ndeki, Arap mebuslar bir karar vererek “Şayet Trablusgarp feda edilecek olursa Arapların Osmanlı Padişahlarının hakimiyeti altında yaşamak için hiçbir alakaları kalmayacağını, ilan etmişlerdi. İtalyanlar tarafından koşulan şartların Babıâli tarafından kabulüne hiç imkan yoktu. Çünkü İtalyanlar, silahların bırakılmasını, Türk askerlerinin Trablus’tan çekilmesini istiyorlardı ki bu şartlar kabul edildiği takdirde Türkiye ile müttefikan hareket eden Sünusilerin, asi olarak İtalyanlara terkolunmaları lazım geliyordu.
İtalyanlar bir taraftan Trablus’un ilhakını ilan ederlerken diğer taraftan orada bir karış bile ilerlemeğe muvaffak olamıyorlardı. Parlak şenliklerle teyit ettikleri ilk muvaffakiyetlerinden sonra, bütün askeri harekat durmuştu. İtalyan askerlerinin memleket dahiline doğru yapmak istedikleri ileri hareketler büyük mağlubiyetlerle neticelenmişti. Avrupa diplomatlarından birisi bu aralık diyordu ki: “Türkler kendilerinde mevcut olan büyük yaratma kabiliyetini inkişaf ettirebilmek için vakit kazandılar” hakikaten yapılan büyük fedakarlıklar neticesinde az zaman zarfında Trablus’ta bir Türk Ordusu yaratıldı. İtalyanların depo ettikleri askeri tenezzüh çetin bir harp şeklini aldı. Alman Sefiri vaziyeti hakkında Berlin Hariciye Nezareti’ne gönderdiği bir raporunda diyordu ki:
“Türkler, gene sabrederek beklemek usulünü takibe başladılar. Bu hususta Türkler, tasavvur edilemeyecek kadar tehlikeli bir rakip kabul edilebilirler.”
“Babıâli’nin Trablusgarb’ın ve Bingazi’nin ilhakını tasdik etmesi İtalyanlar, Avrupa’da bir karışıklık çıkararak Türk askeri kuvveti harap oluncaya kadar ve Türkiye böyle bir vaziyet karşısında mevcudiyetini muhafazaya mecbur kalıncaya kadar bekleyebilirler.”
İtalyanlar, Trablus’ta çok fakir İtalyan kuvvetleriyle çarpışan fedakâr Türk zabitleri ve askerleri tarafından gösterilen mukavemetin kırılamayacağını anladıklarından muharebeyi Türkiye’nin kara sularına sirayet ettirmek istiyorlarsa da, Avrupa Devletleri’nin şiddetli itirazları yüzünden buna muvaffak olamıyorlardı. Mesela Arnavutluk sahillerini topa tutmak isteseler Avusturyalılar, Boğazlara hücum etmek isteseler Ruslar kıyamet koparıyorlardı. Hususiyle Boğazlar Meselesi’nde Ruslar yalnız kalmıyorlardı. Bütün devletler o işte alakadar görünüyorlardı.