Türkistan’dan Çimkent’e
Türkistan’dan Çimkent’e
Abay Mirza, kalacak yerin problem olmayacağını söylüyordu. Hatta Kazıkurt’un eteğinde Akbuğra Türbesinin hemen yanında küçük bir pansiyon olduğundan bahsediyordu. Çok sevinmişti Abay Mirza; bize Kazıkurt’u göstereceği için sanki ibadet vecdi içindeydi. Yola çıkabilmemiz planladığımızdan daha sonraya kaldı. Resimler hakkında bilgi almak isteyen ziyaretçiler bizi geciktiriyorlardı. Bir buçuk saat Türkistan – Çimkent, yarım saat kadar da Çimkent’ten sonra yolumuz olduğunu söylüyordu Abay.
Türkistan ve Çimkent arasındaki karayolu son günlerde tamir görmüş; çukurları doldurulmuş, bozuk yerleri düzeltilmişti. Bu yüzden Abay’ın söylediği sürede Çimkent’e varabildik. Tamir öncesi bu yolda, her an önümüze bir çukur çıkabilirdi. Bunlardan bazıları tekerinizi patlatacak ve hatta kazaya sebep olabilecek kadar büyüktü. Türkistan’ın 1500. yılına gelecek yabancı konukların hatırına yollar da tamir edilmişti.
Türkistan – Çimkent karayolu Kazakistan’ın pek çok bölgesindeki yollardan biraz farklıydı. Mesela; Kızılorda’ya doğru veya Taraz’dan Almatı’ya doğru seyahat ederken uçsuz bucaksız bozkır, gözünüzün retinasına yapışmış gibi sizi hiç bırakmaz. Aracınız ne kadar süratle ilerlerse ilerlesin adeta etrafınızdaki manzara sabitleşmişçesine aynı kalır. Bu yollarda ilerdeki yerleşim merkezlerine olan mesafeleri gösteren tabelalarda çok seyrek konulmuştur. Bu tekdüzeliğe onları takip ederek bir renk katma, mevkiinizi belirleme imkanı da pek azdır. Yolların acemisi olanlar kaybolma korkusuna dahi kapılabilirler ki, bu hissi ilk seyahatlerimde ben de yaşamıştım.
Türkistan – Çimkent arasında ise, yol sık sık köylerin arasından geçer. Doğrusu bu köy denen yerler Anadolu’da olsalar belde veya ilçe statüsü isterler. Kazakistan’da köyler Anadolu köyleriyle mukayese edildiklerinde çok daha iyi durumda. Su, elektrik, yol gibi meseleleri yoktur bu köylerin. Hatta bazılarında doğal gaz bile bulunur. Okulu, kültür merkezi, sağlık ocağı olmayan köy yok gibidir. Yol, köylere uğradıkça yolculuğun monotonluğu da kalkar üzerinizden.
Türkistan – Çimkent arasındaki köyler Intımak Köyü ile başlar, Intımak köyü ile biter. “Barış, huzur” anlamına gelen ıntımak sözünün bu ilginç tesadüfü bana hep asırlardır savaşlardan rahat nefes alamayan yöre insanının sakin bir hayat arzusunun timsali gibi gelmiştir.
Yol, Intımak Köyünden sonra yörenin en önemli merkezlerinden biri olan İkan’a gelir. İkan çok kalabalık bir yerleşim yeri olup, nüfusunun tamamı Özbek’tir. İkan eski hanlık merkezlerinden biridir, hatta adının da han sözünden geldiği rivayet edilir. Rusların bu bölgeyi işgalleri sırasında da uzun süre Rus karargahının merkezi olmuş. Eski İkan dedikleri yer ise Karadağ’a daha yakın ve yoldan nispeten uzakta kalır. Şimdi nüfusun büyük çoğunluğu Yeni İkan’da yaşıyor. Eski İkan Rus işgali sırasında yıkılmış ve yerleşim, yola daha yakın bir yere taşınmış.
İkan, bugün de Kazakistan’da yaşayan Özbeklerin merkezliğini üstlenmiştir. Bu kasabadaki televizyon antenlerinin yönü hep Taşkent’i gösterir ve Özbekistan’ın televizyon kanalları seyredilir. Bölgedeki Özbeklerin sanat, kültür ve hatta siyasi bağlantıları hep İkan bağlantılıdır.
Güzergahın üç dört yerinde köylerin girişlerine yolcular için kurulmuş seyyar satıcı tezgahları, şaşlık (şiş kebap) mangallarından oluşan küçük pazarlar da ayrı renk katar yolculuğa. Günde on dolarlık satış yapabilmek için yazın kavurucu sıcağında kışın ayazlarında bekler insancıklar tezgahlarının başında. Tezgahtarlar genellikle ya orta yaşın üzerindeki kadınlardır yada yirmi yaşlarındaki genç erkeklerdir. Ama erkeklerin sayısı hemen her pazar yerinde olduğu gibi buralarda da azınlıktadır.
Küçük tahta tezgahların üzerinde meşrubat, bisküvi, sigara, kımız, kımran, kurut ve köje çorbası bulabilirsiniz. Bu son dördü Türk Kültürünün tarihi yiyecek ve içecekleridir.
Meşhur kımızımız bilindiği üzere at sütünden mayalanarak yapılır. Kımran, tabiri yerinde ise kımızın deve sütünden yapılanıdır. Sevenleri için kımızdan daha hoş içecektir. Devenin inadı insana da geçer düşüncesiyle midir bilinmez, Kazaklar kımranı hamile kadınlara içirmezler. İnanışa göre eğer hamile kadın, kımran içerse doğum hem geç hem de güç olur.
Kurut ve kurutulmuş et, Türk ordularının, kıtadan kıtaya sefer yaparken erzak sıkıntısı çekmelerini önleyen sırrı. İkisi de bozulmayan, besin değeri yüksek ve askerlerin çok sevdiği yiyecekler olduklarından, yeteri kadar kurutu ve kuru eti olan ordu, yiyecek sıkıntısı çekmeden istediği kadar sefere çıkabilirdi. Et kurutma adeti azalmış olmakla birlikte kurut hâlâ kıpçak grubunun çok sevdiği yiyeceklerden biridir. Yağı alınmış yoğurda tuz katıp kurutarak yapılıyor kurut. Kuruta katılan tuz oranı ve kurutma derecesi yöreye göre değişiyor. Güney Kazakistanlı Kazaklar, tuzluca ama fazla kurutmadan yaparlar. Kuzeylilerin kurutu ise taş gibi serttir. Birinin yemesine alışan diğerini pek sevmez. Ben de Güneyin kurutlarını seviyorum: Kuş yumurtası büyüklüğünde yuvarlanmış kuru yoğurdu ağzınıza ilk aldığınızda hissedilen tat, kesif bir tuz tadıdır. Kurutun asıl lezzetinin damağa yayılması için ise ağızda bir müddet bekletmek gerekir. İşte o lezzet tadına doyulmaz bir şeydir. Bu lezzetin süresini uzatmak için kurut, şeker gibi ağızda emilerek yenir. Bir gün yolunuz Kazakistan’a düşer ve bir yanağı şişmiş bir çocuğa rastlarsanız, biliniz ki kurut yemektedir.
Köje çorbasına gelince, bu belki coğrafyanın en yaygın yemeğidir. Anadolu’da yaygın adı “toga” olarak bilinen bu çorba, Orta Asya’nın en sevilen yemeklerinden biridir. Ankara – Kızılcahamam yöresinde de bu çorbanın adının “köce” olduğunu öğrenince doğrusu epey şaşırmıştım. Asıl malzemesi buğday ve yoğurt olan bu çorbaya nohut ve nane eklerler. Nevruz Bayramlarında kaynatıldığında adı nevruz köjesi olur ve hemen her evde yapılır. Nevruz günlerinde bir eve gidildiğinde, misafir bu çorbadan içmeden gönderilmez. Diğer zamanlar ise adına piyale dedikleri kaselerle satarlar bu çorbayı. İçildiğinde sıcak günlerde serinlettiği gibi besleyicidir de.