Yağan’ı Polise Karataş mı ihbar etti?
Yağan’ı Polise Karataş mı ihbar etti?
Bedri Yağan, Dev–Sol’u dört ay yönettikten sonra gittiği Suriye’de kendisi ile birlikte hareket eden Dev–Sol mensupları ile birlikte sansasyon yaratacak eylemlerde bulunmak amacıyla İstanbul’a geldiği akşam 6 Mart 1993 günü Kartal’da kaldığı evde dört arkadaşı ile birlikte ölü ele geçirildi. Ölenler arasında Dev–Sol’un Türkiye sorumlusu Derya kod adlı Gürcan Özgür Aydın, İstanbul Hemşireler Derneği’nin bir dönem başkanlığını yapan Berrin kod adlı Menekşe Meral, ve örgüt üyeleri Rıfat Kasap ve Aliye Kasap vardı. Operasyonda Dursun Karataş’tan alınan örgüt arşivinin bir bölümü ele geçti.
Bedri Yağan’ın öldürülmesi basında da geniş bir şekilde yer aldı. Dev–Sol’un Yağan kanadına yönelik operasyonlarla ilgili “Öldüren Rekabet”, “Dev–Sol’da Yağan Takımına Darbe”, “Polis Dev–Sol’un muhalif kanadını vurdu”, “Dev–Sol’u Şam ihbar etti”, “Bedri Yağan’ın yerini MİT’e ve Polise Karataş ihbar etti” başlıklı haberler günlerce gazetelerin başlıklarını süsledi.
Yağan’ın öldürülmesiyle ilgili kimi yorumlarda Dev–Sol’un Karataş’la birlikte önde gelen iki isminden biri olan Bedri Yağan’ı Suriye gizli servisi El Muhaberat MİT’e ihbar etmişti. Dev–Sol’u Şam ihbar etti haberleri Hürriyet ve benzeri gazetelerde yer alırken yine aynı gazetelerde ikinci bir haber olarak Yağan’ın Karataş tarafından ihbar edildiği de ileri sürülüyordu. Bedri Yağan’la birlikte ölen bazı militanların yakınları da Dursun Karataş’ı Yağan’a husumet beslediğinden dolayı polise Yağan’ın yerini bildirmekle suçladılar.
Yağan’la birlikte öldürülen örgüt militanlarından Rıfat Kasap’ın kiralayıp işlettiği Cevizli’deki Züccaciye dükkanının gizli bölümlerinde Yağan kanadının büyük cephanesi bulundu. Cephanede, 6 roket atar, 17 Lav silahı, 8 kalaşnikof tüfek, 1 otomatik Map tüfek, 36 taaruz tipi el bombası, çeşitli tabancalar ve bol miktarda patlayıcı madde ele geçirildi.
Yağancılar, liderleri Bedri Yağan’ın öldürülmesinden Dursun Karataş’ı suçladılar. Bu operasyonla ilgili bilgilerin Dursun Karataş tarafından polise ihbar edildiğini ileri sürdüler Karataş’ın MİT ve çeşitli istihbarat kurumlarıyla ilişkisi olduğunu yayınlamış oldukları bildirilerde söylediler.
Bedri Yağan ve Gülcan Özgür’ün 9 Mart Salı günü düzenlenen cenaze törenlerine Dursun Karataş yanlısı TÖDEF’liler, ÖZGÜR-DER’liler ve bir kısım TAYAD’lı aileler de katıldı. Darbecilikle suçladıkları, haklarında “ölüm kararı” yayınladıkları, başta Yağan olmak üzere Yağan’ın yanında yer alan diğer militanların cenaze törenlerine katılarak “katledilenler şehitlerimizdir” açıklamasını yapmışlardı. Dev–Sol’un Karataş tarafından çıkartılan “Mücadele Dergisi”nde ve yine 8 Mart 1993’de yayınlanan 53 Nolu “Devrimci Sol Haber Bülteni”nde, bakın öldürülen Yağan ve diğer militanlar hakkında neler söyleniyor:
6 Mart gecesi katledilenler bizim şehitlerimizdir. Hatasıyla, sevabıyla, günahıyla mücadelemizde yer almış, oligarşinin katlettiği insanlara sahip çıkacağız. Gereken saygıyı göstereceğiz.
Fakat aynı çevre şehitlerimiz dediği Yağancılar için daha sonra “artık şehitlerimiz değillerdir” açıklamasını yapıyorlardı. İşte Karataş kanadı tarafından yayınlanan açıklamadan bir bölüm:
Artık Şehitlerimiz Değillerdir
O süreçte, “katledilenler şehitlerimizdir” dedik, çünkü darbeciliğin kontrgerilla hareketine dönüşmesini engellemek, oligarşinin oyununu bozmak için, darbecilere, iç düşmana bu sorunun hala iç sorunumuz olduğunu göstermek istiyorduk. Ve darbecilerin hareket zeminine dönmelerinin kapılarını açık bırakıyorduk. Ayrıca 3 Mart 1993 tarihinde darbeci şeflere toplantı davetiyesi gönderilmişti. Ama ikisi, davetiye ellerine ulaşmadan katledilmişlerdi.
Darbeciler çaresiz ve zavallıydı… Sorunu henüz iç sorun olarak gördüğümüz bu aşama darbeciler, cenazelerini kaldırmaktan dahi acizdi. Cenazeleri oligarşiye bırakamazdık; bu koşullarda cenazeleri de sahiplendik… Darbeciler oligarşinin yolunda ilerlemeye devam ediyorlardı. Oligarşinin prapogandasıyla ve istemiyle Bedri önder ilan edildi. Ve bu darbeci çata, örgütümüze karşı giderek kontrgerilla misyonu üstlendi.
Gelinen aşamada Bedri Yağan ve Gürcan Özgür her yanında pislik akan, ırz düşmanı, ahlak düşkünü ve darbeci kontranın sembolleri olmuşlardır. Bu nedenle şehitlerimiz değillerdir. Menekşe Meral, Asiye ve Rıfat Kasap ise aldatılmış ve sürüklenmiş ama darbeci ilişki ağı içerisinde yar almışlardır, bu nedenle onlar da şehitlerimiz değildir.52
Yağancılar: “6 Mart Katliamının sorumlusu Kontrgerilla ve tasfiyeci DK hizbidir”
Avrupa’da yayınlanan Devrimci Sol dergisine Dursun Karataş kanadının el koyması üzerine Bedri Yağan taraftarı grup yurt içinde “Devrimci Çözüm” adlı dergiyi yayına sokarken, yurtdışında da Devrimci Sol Haber Bülteni’ni yayınlamaya devam ediyordu. 16 Mart 1993 tarihli Devrimci Sol Haber Bülteni’nin 52. sayısında 6 Mart operasyonundan ve kayıplardan “kontr–gerilla” ve “tasfiyeci hizip” olarak nitelendirilen Dursun Karataş sorumlu tutulmaktaydı. Yağancılara göre 26 Aralık 1992’den itibaren Karataş hizbi örgütün deşifre edilmesinde ve kadroların sorumsuz ve disiplinsiz bir şekilde yok edilmesinde baş rol oynamışlardı. “Yoldaşlar” başlıklı yazıda Dursun Karataş ve çevresine yönelik suçlamalar uzun bir yazıda şöyle dile getirilmektedir:
Tüm demagojileri, spekülasyon ve karalamaları alt üst eden bir süreç yaşıyoruz.
Bu süreç görevimizin daha ağırlaşıp zorlaşacağı ve bizlerden daha fazla fedakarlık bekleyen bir süreç olacaktır. Özellikle 6 mart katliamı sonrası oligarşinin, tasfiyeci DK hizbinin ve yılgınlığın körüklediği kaos ve kargaşa ortamını aşıp örgütlenmemizi sağlıklı temellere kavuşturmak ve mücadeleye ivme kazandırmak için bu zorlu görevlere sahip çıkmak hepimiz için devrimci onur ve ahlak sorunudur.
Süreç, bilinçli, iradi ve örgütlü yaşamak zorundadır. Varolan olumsuzluklardan sağlıklı bir yapı ve kesintisiz bir mücadelenin temellerini atarak kurtulmanın başka yolu yoktur.
Her şeyin deşifre edildiği, bu yüzden önemli operasyonlara uğrayıp çok değerli yoldaşlarımızı yitirdiğimiz, oligarşinin zafer çığlıkları atarak, yoldaşlarımızın cesetleri üzerinde yeni politikalar inşa etmeye çalıştığı bir dönemde tüm Devrimci Sol’cuların daha inançlı ve daha kararlı olma gibi kaçınılmaz bir sorumlulukları vardır.
Tasfiyeci DK hizbinin çıkmaza saplandıkça daha sıkı bir şekilde sarıldığı yalan–karalama–demagoji–spekülasyon yöntemlerini ve giderek uç boyuta vardığı fiziki saldırılarını etkisiz kılmak için ideolojik siyasi çizgimize, geleneklerimize, ahlakımıza ve adalet anlayışımıza dört elle sarılmamız bugün her zamankinden daha da gereklidir.
Yine tasfiyeci hizbin yoldaşlarımızın cesetleri üzerinde politikalar inşa etmeye çalışması ve 6 Mart katliamını bu doğrultuda bir basamak olarak kullanmaya çalışması karşısında soğukkanlılığımızı ataklığımızla birleştirmek zorundayız.
Evet, güçlü olmak zorundayız, kararlı olmak zorundayız, cesur olmak zorundayız ve en önemlisi de kendimize, sadece kendimize güvenmek zorundayız.
Bu kendine güven, boş bir böbürlenme değil, ideolojik–siyasi sağlamlıkla, Devrimci Sol gelenek ve ahlakıyla, Devrimci Sol ataklığı, uyanıklığı ve adaletiyle, Kürt ve Türk haklarının mücadelesinde ve zaferine inançla biçimlenen, temelleri güçlü bir özgüven olmak zorundadır. Unutmayalım ki, Devrimci Sol’un ideolojik–siyasi–örgütsel çizgisinden ve hakların devrimci potansiyelinden başka dayanacak bir gücü yoktur. Ve bugün, bu gücü bizler temsil ediyoruz. Devrimci Sol ismiyle kendilerine bir yer arayanların, bu ismi kendi kişisel çıkarları ve karizmaları için kullanmaya kalkanların, mücadeleyi ve örgütlenmeyi değil, mültecilik koşullarını siyasi ve pratik olarak sağlamlaştırmaya çalışanların vardıkları–varacakları yer bellidir. Bugün 6 Mart katliamı sonrası çok açık olarak ortaya çıktığı gibi bu geçmişin şöhretleri artık hareketimize ve şehit yoldaşlarımıza karşı kontrgerilla ile aynı dile kullanmaya, hizip örgütlenmelerini kalıcılaştırmak için kontrgerillanın tezlerine sarılmaya başlamışlardır.
Evet yoldaşlar… sorunu kavrayamayan iyi niyetli bir kesimi hariç tutsak kimi burjuva politikacısı kafaların düşündüğü ve büyük bir keşif yaparcasına yüksek sesle dile getirdiği gibi sürece çok “iyi niyetli” başladık. Entrika, komplo, darbe ve tasfiye yöntemleri yerine kadroların iradesine başvurmayı Devrimci Sol gelenek ve ahlakının bir gereği olarak görüp bu yolu izledik. Başta hizbin başını çekenler olmak üzere birçoğu sözleri seçmekle “saf, politikayı bilmeyen idealistler”, “iki günde işleri bitirecek cahiller” olarak gördü ve hala da öyle görüyor. Varsın onlar öyle görsünler, öyle değerlendirsinler. Biz izlediğimiz bu yöntemden hiçbir zaman pişman olmadık, bugün aynı koşullarla karşılaşsak başvuracağımız yöntem yine farklı olmayacaktır. Biz yine sorunu kadrolara götüreceğiz, yine kadrolara “karar sizin” diyeceğiz. Çünkü izlediğimiz yöntemin ne kadar doğru ve geleneklerimize, ahlakımıza uygun bir yöntem olduğu bugün çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Önemli bir eksiğimiz vardır. Bugün dahi “bu kararda olmaz” dediğimiz bir kısım iğrençliklere, burjuva taktiklerine karşı önlemler almadık, örgütümüzü burjuva oyunların oynayacağı bir arena olarak düşünmedik. Ben merkezci anlayışın başlangıçta yarattığı kaos–kargaşa ortamı duruldukça kadroların olayın ilk şokuyla ve duygusal bombardıman altında neredeyse hiç okuyup araştırmadan, düşünmeden verdikleri kararların doğrudan ve gerçekten yana çevrilmeye başlanması ve eksikliklerimize karşın ne denli doğru yöntem ve tavır izlediğimizin göstergelerinden biridir.
Süreç şunu açığa çıkarmıştır ki, suçlananlar gerçekten suçluluklarının bilincindedirler ve en önemlisi de bu suçların değil cezasına, araştırma ve sorgulamasına dahi katlanamayacak denli siyasi sorululuk ve cesaretten yoksundurlar. Bunun içindir ki, sorunu çarpıtmak için her türlü yöntemi kullanmışlardır, bunun içindir ki, daha sorunun ne olduğu anlaşılmadan ve buna fırsat vermeden ayrı bir hizip örgütlenmesine girişmişlerdir.
Sonuç; alt üst edilen örgütlenme, deşifre edilen en gizli üsler, kadrolar ve ilişkiler ile tüm bunların yarattığı 6 Mart katliamı.
Sonuç; düne kadar birlikte ter döken, birlikte ölümlere giden, birlikte yeni değerler yaratan insanlarımızdan bir kısmının hiç konuşmadan, tartışmadan “darbeci” denilerek düşman ilan edilmesi, hatta birimlerden kovulup dövülmeleri ve de arkalarından silah sıkılması…
Sonuç; düne kadar köşesine çekilmiş, görevden kaçan, suçlu, yargılanan, cezalandırılmış, tecrit edilmiş ve hatta kaklarında ceza kararları bulunan bir kısım unsurların Devrimci Sol kadroları olarak ortaya salınması, insanlarımızın üzerine saldırılması, Devrimci Sol adına konuşturulmaları, yazmaları, sürece “yönlendirici” konumda ortak edilmeleridir.
Tüm bu sonuçlarda hareketimiz lehine tek bir nokta yoktur ve hepsi de ağır bedelleri gerektiren sorumluluklar yaratır. Bu bedellerin sorumlularına ödetileceği konusunda kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bu Devrimci Sol sözüdür!…
Kontrgerilla ve tasfiyeci hizbin 6 Mart katliamını ve şehitlerimizi “zafer”lerine basamak yapmak istememeleri boş ve iğrenç bir çabadır!..
13 Eylül’den günümüze yaşananlar, müdahalenin haklılığını kanıtlayan önemli olayları içinde barındırmış olsa da hiçbiri 6 Mart sonrası yaşananlar ve alınan tavırlar kadar gerçekleri bu denli açık ve net bir şekilde gözler önüne sermemiştir. Artık oyunlar, senaryolar değil, resmi ideolojik–siyasi tezler adına oynanıyor; arık yapılanlar ve söylenenler hiçbir yoruma ihtiyaç duyurmayacak denli açıkça yapılıp söyleniyor.
Kontrgerilla daha cesur oynuyor, çünkü hizipten cesaret ve maddi zemin buluyor; daha bir “güvenli” ve saldırgan davranıyor, çünkü kontrgerillanın objektif desteğini hissediyor.
Burada 6 Mart öncesi sürece kısa bir dönüş yapıp bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz. Sürecin başından beri her şeyi demagoji spekülasyon batağında boğmak isteyen ben merkezci kafanın kadrolarından psikolojik baskılanma yaratmak amacıyla diline doladığı “yakında Menzir’de sizi destekler, operasyonların benden kaynaklandığını açıklar” sözlerini unutmamız mümkün değildir. Bugün ise tam tersi olmuş, Menzir ve kontrgerilla operasyonlarına ilişkin yaptıkları açıklamalarda ben merkezci anlayışın destekçisi konumuna soyunmuşlardır. Bu güne kadar iç içe oldukları, emrinde çalıştıkları CIA ile ilişkilerini bile gizleyen, bu konuda tek bir açıklama yapmayan kitlelerin 6 Mart sonrası büyük bir hızlılıkla (katliam haberiyle aynı gün sütunlarda yer alacak biçimde) ve de “açıklık”la operasyonun Ortadoğu kaynaklı olduğu açıklamaları hangi taktiğin ürünüdür, düşünmek zorundayız. Bu taktik nasıl ve neden ortaya çıkmıştır, bulmak zorundayız.
Bunun için biraz daha geriye gidip 13 Eylül sonrasına dönmemiz gerekir. Ben merkezci anlayışın operasyonlar konusunda suçluluğunu gizlemek için başvurduğu teorilerden biride bilindiği üzere yavuz hırsız anlayışıyla ve utangaç bir biçimde dile getirilen “operasyonların Ortadoğu kaynaklı olduğu” teorisidir. Müdahale sonrası kompleksiyle hazırlanan bu savunmalarda dile getirilen bir çok kurgunun yanında özellikle bu “teori”nin dikkat çekmesi doğaldı, çünkü bu teorinin ortaya Bedri yoldaşı suçlamak için sıkıştırıldığı çok açıktı. Ancak bununla da kalmadı ve çözülmüşlüğüne bir de cezaevi komitesine karşı hizip örgütleme suçunu ekleyen (bu suçu nedeniyle hakkında ağır cezalık bir karar süreci yaşanan) Necdet isimli unsurun kaleminden bu “teori” resmileştirmeye çalışıldı. Ancak yine de açıkça ve kesin olarak bunu ifade edecek cesaret ve somut dayanaklara sahip değillerdi. Bu yüzdendir ki, Necdet isimli suçlu unsur cezadan kurtulmanın tek yolu olarak gördüğü bu teorisini “ben de böyle kurguluyorum” diyerek bitirmek zorunda kalmıştır. Bunlar hepimizin bizzat yaşadığı ve bildiği olgulardır.
Bugün ise tasfiyeci hizbin cesaretle ifade edemediği bu spekülatif suçlamalar kontrgerillanın ağzında kesinleştirmek istenmektedir. Kontrgerillaların kendi çıkarları ve politikaları doğrultusunda saptadığı bu taktik uygulamadan çıkar umanlar, buna sessiz kalanlardır, daha da ötesi yaptıkları ve söyledikleriyle bu politikaları bilinçsizce de olsa destekleyenlerdir.
Evet 6 Mart katliamının kaynağını arıyorsak ve bu konuda gerçeklere ulaşmak istiyorsak, tasfiyeci hizbin ben merkezci anlayışı eliyle gerçekleştirdiği 26 Aralık 1992’de örgütümüzde başlatılan “operasyona gözlerimizi çevirmemiz gerekecektir. Çünkü örgütümüz 26 Aralık’tan itibaren tamamen deşifre edilmiş, ben merkezci anlayışa onay vermeyen tüm sorumluluklar ve mekanizmalar kişisel kararlarla feshedilip en illegal örgütlenmelerimizde yer alan insanlarımızın peşine hafiyeler takılmış, tespit edilen üsler basılmış, bu üslerde kimin kaldığı konusunda kurumlaşma ilişkileri sorguya çekilmiş, hatta kimi yoldaşlarımızın üzerine zimmetli örgütsel araç ve gereçlerimize el konulmuştur. Tamamen legal alanlardan toplanan ve serseri mayın gibi gün ve gece boyunca önderliklerinin emirleri doğrultusunda yer altı üslerimizi arayıp bulmaya çalışan bu grupların ağızlarını tutma, sır saklama yeteneklerinin olup olmadığını tartışmanın bile abes olduğu bu koşullarda, peşlerine taktıkları takipleri nerelere kadar ulaştıkları tahmin edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Özellikle ben merkezci anlayışın başından itibaren istediği sonucu alamadığı mahalli örgütlemelerimizde ve SDB ekiplerimizde bu başıbozuk tayfanın yaratacağı tahribat çok daha uç boyutlara varma tehlikesi göstermiştir. SDB’lerimizin gerek örgütlülük ve kurumlaşma nitelikleri ve gerekse de pratiklikleri sayesinde bu tahribata karşı gerekli önlemler alınmış ve hizbin sokağa saldığı “deşifrasyon” ekiplerinin zararı asgariye indirilmiştir. Ancak aynı önlemler mahalli bölge örgütlenmemizde gerek alanların ve potansiyelin genişliği, gerekse de ben merkezci anlayışın kullandığı insanlarımızın ölçüsüz sorumsuzlukları alınan önlemlerin yeterli sonuçlar vermesini engellemiştir. Evet 6 Mart operasyonu gerçekleşme biçimi (ki burada ele aldığımız ayrıntıları da düşünürsek) ve hedeflenen üslerimiz göz önüne alındığında 6 Mart operasyonunun 26 Aralık operasyonunun bir devamı ve sonucu olduğu çok açık olarak görülecektir. Ki bu o kadar saklanamaz durumdadır ki, daha operasyon üzerinden birkaç saat geçmeden bizzat “önderlik”in sözcülüğünü ve sekreterliğini yapan Malik, yurtdışından arkadaşlarımızı arayarak katledilen 5 yoldaşımızın bulunduğu evde kimlerin kurumlaştığını, yerini ve şaibe yaratmak amacıyla da bir kısım arkadaşlarımızın adını vererek kimlerin o evi bildiğini, gelip gittiğini söyleyebilmiştir. İlk başta “biz her şeyi biliyoruz, hepinizi takip ediyoruz” biçiminde bir güçlülük gösterisinin işareti olarak dile getirilen bu bilgilerin kaynağını tasfiyeci hizip açıklamak zorundadır. O üssümüz nasıl öğrenilmiştir ve başka kimler bilmektedir? O üsse gelip gidenlerin kimler olduğu hangi anlayışla tespit edilmiştir? İnsanlarımızı takip edenler nasıl motive edilmiştir, onlara neler anlatmıştır? Tüm bu soruların cevabını tasfiyeci hizip vermek zorundadır, çünkü operasyonda 5 yoldaşımız şehit düşmüştür…
Tasfiyeci hizbi, başta sorumluları “önderlik” olmak üzere devrimcilere ve halklara karşı sorumlu davranmaya, düşmana koz vermemeye, söylenenlere ve yapılanlara düşmanın girebileceği gedikler açmamaya çağırmak istiyoruz. Ama bu güne kadar söylenenlere ve yapılanlara baktığımızda umudumuz kırılıyor. Özellikte 6 Mart katliamı sonrası söylenenler ve yapılanların ortaya çıktığı manzara karşısında kime nasıl çağrı yapacağımızı derin derin düşünmek zorunluluğunu hissediyoruz. Çünkü önü arkası düşünülmeden gündeme sokulan taktiklerin, körüklenen spekülasyon ve dedikoduların, bu doğrultuda harekete geçirilen fısıltı gazetesinin doğrudan merkezden ve bilinçli olarak yönlendirildiği konusunda o kadar çok belirti ve kanıt var ki, bu yolun sonu hiç düşünülmüyor mu demekten kendimizi alamıyoruz.
Evet kontrgerillanın 6 Mart sonrası açıklamaları ve olayı saptırmayı amaçlayan demagojilerini anlıyoruz. Çünkü onlar kendi karşı–devrimci çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar. Ama tasfiyeci hizbin hangi çıkarlar peşinde koştuğunu anlamak mümkün değil, daha doğrusu bu anlayışı gelenek ve ahlakımızda bir yere yerleştirmek, en genelde tüm devrimcilerin hedeflediği amaca uygunluğu konusunda tek bir olumlu değerlendirmede bulunmak mümkün değil.
Örneğin hemen operasyon sabahı yaşanılan belirsizlik ortamında “… bir gün önce A…, M… şehrinde gözaltına alınıp bırakılmıştı, operasyon ondan gelmiş olabilir” diye Avrupa’daki arkadaşlarımıza telefon açan anlayışı nereye sığdıracağız? Ki, böyle bir şey yoktur ve olayı öğrenen arkadaşlarımız da bunu bilmektedir. Tersi durumda itham altına sokulan arkadaşımız hakkında acele ve tepkisel bir kararın nelere mal olacağı hiç düşünülmedi mi acaba? Kim bilir, ortamı iyice bulanıklaştırıp kaosu derinleştirmenin ötesinde, belki de bu amaç buydu!.. (itham altına sokulan bu arkadaşla ilgili aynı saatlerde, “Bedri onu halletmeye gitmişti, ama o Bedri’yi halletti” söylentilerinin yaygınlaştırıldığını da göz önüne alırsak sergilenen bu çirkefliğin siyasi literatürde adını bulmakta zorlandığımızı itiraf etmek zorundayız) Keza neredeyse kontrgerilla ile aynı anda yine telefonla takibin Ortadoğu’dan geldiğini, bu yüzden kendilerine de bulaştığını iddia edip kendi suçlarını örtbas etme çabalarını nasıl değerlendireceğiz? Ki hemen bundan birkaç saat sonra operasyonun doğrudan Ortadoğu ilişkileri ile ilgili hiçbir yere bulaşmadığı da ortaya çıkmıştır. Tüm bunlarla ne amaçlandı acaba? Tamamen anlıyoruz suçlar örtbas edilmek isteniyor, yavuz hırsız rolüne girilmek isteniyor, ancak bu yöntemlerle yol açılacak sonuçlar hiç düşünülüyor mu? Bu kadar mı örgütümüzün çıkarlarından uzaklaştık, devrimcilere bu kadar mı yabancılaştık, mücadelenin–devrimin çıkarları diye hiç mi derdimiz kalmadı, şehitlerimize biraz olsun saygımız yok mu? Hizbin başından soruların cevabını istemiyoruz artık. Çünkü onun bu konularda hiçbir kaygı ve sorumluluk taşımadığı artık herkesçe biliniyor ve ondan böyle bir şey beklemiyor. Ancak hala “önderlik” demagojilerine safça inanan, örgütsel çıkarlar adına, devrimcilik adına hangi kirli amaçlarla–çıkarlara hizmet ettiğini fark edemeyen insanlarımıza sesleniyoruz. Tüm bunları yeniden düşünün… Nereye gidiyorsunuz, kime hizmet ediyorsunuz?
Evet bir zamanlar birlikte ter döktüğümüz, birlikte ölümlere gittiğimiz, sevinip ağladığımız yoldaşlarımıza, taraftarlarımıza kısacası tüm insanlarımıza sesleniyoruz!.. Hangi kulvarda kim adına, kimlerle beraber yürüyorsunuz? Sadece yanınızda, önünüzde olan insanlar değil, izlenen politikaları taktikleri de tek tek, ayrıntılı değerlendirmek zorundasınız. Çünkü bir yerlere varacaksınız. Giderek birer nesnesi durumuna düştüğünüz–düşeceğiniz anlayış ve politikaların sizlere sürüklemek istediği uçurumu görmek zorundasınız. Soracağınız her “neden” sorusu sizleri biraz daha gerçeğe ve doğruya yaklaştıracaktır. Bu soruyu sormaktan çekinmeyin, bir şey kaybetmez daha çok şey kazanırsınız. Örneğin kontrgerillanın neden DK hizbini destekleyici açıklamalar yaptığını sormalısınız. Veya neden olayın burjuva ilk günden itibaren “Kirletilmenin Günlüğü ve Kara Mizah” üslubu ve mantığıyla yansıtıldığını düşünmelisiniz. Evet gerçekten neden kontrgerilla kaynaklı tün açıklama ve haberlerde DK, hapsedilen, tutuklanan, paralarına ve pasaportlarına el konulan, iki “kahraman” tarafından kurtarılıncaya kadar zulüm ve işkence gören bir “masum” olarak gösteriliyor? Keza neden bütün olaylar kişisel olarak açıklanmaya, hırs ve kariyerizm ile temellendirilmeye çalışılıyor. Kontrgerilla neden bunları yapıyor? Neden Bedri Yoldaş destek bulmayıp Ortadoğu’ya kaçan, üç–beş kişi dışında “destekçisi” olmayan biri olarak gösterilmeye çalışılıyor? Kontrgerilla tüm bu spekülasyon ve dedikoduları hangi amaçla sürdürüyor? Bunun altında yatan politika nedir? Evet bunları düşünmek ve kontrgerilla politikalarını açığa çıkarmak zorundayız. Çünkü başka türlü kontrgerillanın örgütümüze yönelik izlediği politikaları boşa çıkartmanın olanağı yoktur.
Elbette ki, tüm bu kontrgerilla taktikleri bir şeylerin işaretidir. Ancak bu demek değildir ki, DK hizbi ile kontrgerilla arasında bir ilişki, bir işbirliği vardır. Hayır bunu iddia etmeyi bir kenara bırakalım, bunu düşünmenin bile saçma olduğunu farkındayız. Fakat şurası açıktır ki, kontrgerilla bugün bir tercih yapmıştır ve dolaylı olarak DK hizbini destekleme tavrını benimsemiştir. Çünkü kontrgerilla, operasyonlar konusunda olsun, örgütsel gelişmemiz konusunda olsun, nitel sıçramamız konusunda olsun varolan eksiklerimizin ortaya çıktığı bu konularda esas kaynağın ise yönetime bu güne kadar damgasını vuran DK’nın ben merkezci, tasfiyeci anlayış ve uygulamaları olduğunu tespit etmiştir. Bu nedenledir ki, bu zayıflığımızın (DK nezdinde) devam etmesini istiyor ve politikalarını taktiklerini buna göre saptayıp uyguluyor.
13 Eylül’den itibaren söylediklerimizi tekrar ederek çağrımızı noktalamak istiyoruz: Sorunlarımız temelinde ideolojik politik örgütsel anlayışımızda ortaya çıkan sapmalar vardır ve bu sapmalar etkisizleştirilip yok edilmedikçe sorunlarımızı çözmenin, yeni ve güçlü adımlara zemin teşkil edecek yapılanmalar oluşturmanın olanağı yoktur. Bu nedenle, öncelikle örgüt insanı olabilmek gerekiyor, sorunlara bu mantıkla, ideolojik–siyasi anlayışımız doğrultusunda bakmak gerekiyor.
Şu sorunun cevabını bulmak zorundayız: Ne yapacağız? “Ben–Ben–Ben” diyerek her şeyi kendi konumu ve çıkarlarına kurban eden bir burjuva politikacısının emirleri doğrultusunda ev basıp insanlarımızı dövmeye, tehdit etmeye, arkalarından silah sıkmaya devam mı edeceğiz, sorunlarımızı deşip doğru tavrı yakalama doğrultusunda adımlar mı atacağız? Birinci yol çıkmazdır ve kimseyi yeni suçların yanlıları olmaktan öteye götürmez. İkinci yol ise Devrimci Sol’cuyum diyen ve bunu kavrayan kavramaya çalışan insanlarımızın yoludur. Herkes fazla uzak olmayan bir gelecekte bu tercihine bağlı olarak adlandırılacak ve nitelenecektir.53
Devrimci Çözüm (Yağan Kanadı): “Tasfiyeciler başarısızlıklarının nedeni “günah keçisi”ni buldular: Darbeciler”
Yağan taraftarları tarafından çıkartılan Devrimci Çözüm dergisinin 15 Haziran tarihli 2. sayısında tasfiyeci olarak suçlanan Dursun Karataş ve ekibine karşı 13 Eylül 1992’den itibaren yapılan suçlamaların yeni bir devamı da “Tasfiyeciler başarısızlıklarının nedeni “günah keçisi”ni buldular: Darbeciler” başlıklı yazıda sürdürülüyordu. Yağancılara göre, başta 12 Temmuz 1991 olmak üzere 16–17 Nisan ve Gebze/Bayramoğlu 1992 operasyonlarının baş sorumlusu ve suçlusu Dursun Karataş’tı. Karataş örgütün güvenliğini hiçe saymış örgüt disiplinine ve kurallarına uymamış, bir lidere yakışmayan tavırlar sergilemişti. Devrimci Çözüm dergisinde tasfiyeci olarak nitelendirilen Dursun Karataş’la ilgili yazılanlar:
Tasfiyeciliğin 12 Temmuz, 16–17 Nisan ve Gebze/Bayramoğlu operasyonlarındaki suçlarına 6 Mart ve Bahçelievler katliamlarının hesabı eklenmiştir. DK’nın bugünkü durumunu gördükçe, haklarındaki iddialar karşısında beynine bir kurşun sıkılarak intihar etme onurunu gösteren burjuva, küçük–burjuva devlet adamlarına saygı duymak gerekir.
İzlediği yöntemlerden kaynaklanan operasyonlarda onca önder yoldaşın katline neden olduğu doğrultusunda hakkındaki iddialar karşısında hesap vermek bir yana üç devrimciyi daha katlettirmek ve başkalarını da katledeceğini açık açık ilan etmek, devrimci bir önderin değil, olsa olsa bir mafya babasının yöntemi olabilir.
Bedri Yağan, Gürcan Aydın ve Menekşe Meral’in ölüm fermanını imzalayan DK’dır. Rıfat ve Asiye Kasap ile kurumlaştıklarını bildiği yoldaşlarımızın peşine legal insanları takıp örgüt üssü aratan DK, öncelikle 5 yoldaşımızın katline neden olmasını açıklamalıdır. Bugün tam bir iki yüzlülük ve utanmazlımla her şeyi deşifre ettiler iddiasında bulunan bu kafa yapısı … tarihli notlarında “örgütü deşifre edip risk altına almak pahasına da olsa yapmak zorundayım…” sözlerini hatırlamalıdır. Bunu inkar etmeye kalkacaktır ancak el yazısı belgelidir. Polisin elini çabuk tutması dolayısıyla DK’dan önce katlettiği beş Devrimci Solcuya şehidimiz diyerek sahip çıkan bu utanmazlık ve burjuva politikacılığı, ardından da bu katliamdan yine aynı insanları sorumlu tutmaya çalışıyor.
6 Mart katliamının birinci dereceden sorumlusu olan DK mentalitesi, beş yoldaşın ölümü üzerine “timsah gözyaşları” dökerken etekleri zil çalıyordu. Ona göre darbecilik olayı bitmişti, kalıntıları da terörle halletmeyi düşünüyordu. “Temizlenmesi gereken” üç beş darbeciden üçü geberdiğinde (sözcüsü aynen böyle ifade ediyordu) göre gerisi kolaydı! DK, bu sevinçle yeni planlarını hızla devreye soktuğu bir dönemde, bitmez tükenmez telefon görüşmeleri yaptığı Bahçelievler’deki bir evde üç yoldaşın katledilmesini de alel acele darbecilere mal etti. “darbeciler” hareketin olanaklarını gasp ettikleri, her şeyi deşifre ettikleri için kendisinin ev bulamayan üç yönetici ile saatler süren günlük olağan görüşmelerini yaptığı –12 Temmuz’da çıkmış bir telefon– evde yaşanan katliamın suçluluğu DK kafa yapısını darbecilik edebiyatına hız vermeye yöneltti. her şeyden başkalarını sorumlu tutmayı bir üslup haline getiren, kendisine toz kondurmayan bu zihniyete bir bakmak gerekiyor:
Bahçelievler’deki evin telefonunun 12 Temmuz’da çıktığını biliyor muydun? Diyelim ki unutmuştun. Peki bunu sana hatırlatan yoldaşımızı neden dikkate almadın? Yoksa darbecilerin bu evi senden gizli kullanacaklarını mı düşündün?
Kendisi Avrupa’daki “ilelebet mülteci”lik yaşamı doğrultusunda kurumlaşırken, birkaç ülkede ev, araba, araç telefonları ve fakslar vb. bulunabilen Dursun Karataş, ülkede faşizm koşullarında mücadele eden üç yöneticiye sağlam bir ev bulamıyor. Oysa bu işler ülkemizde birkaç yüz bin marka değil, karşılaştırılamayacak düzeyde daha ucuza mal oluyor. Ama bütün bunların bir önemi yok, “savaş bu”, savaşın bedellerini ödemek gerekir. Ödeyecek olan kim? her şeyin yaratıcısı, dünyaya sadece bir tane gelen önderlik değil ya, şehirde ve kırda Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş, yolumuz Mahirlerin, Dursun yoldaşların yoludur diyenlerdir. Ayrıca nasıl olsa bundan sonraki her başarısızlığın darbeciler şeklinde açıklanacak bir gerekçesi de var.
İlan Ediyoruz: Dursun Karataş, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonraki bütün olumsuzlukların, başarısızlıklarını ve tekkesini fiziki imhaya götürmesinin nedenlerini darbecilik ile açıklayacak, bütün suçlarını, günahını bizlere yıkmaya çalışacaktır. Bu sahtekarlık, demagogluk ve burjuva politikacılığından başka bir şey değildir.
Savaştaki başarıları kendine; yenilgileri, hataları savaşçılara, onbaşılara, yüzbaşılara vb. bağlayan, dünyanın tanıdığı tek kurmaylık olarak DK mentalitesini, önümüzdeki süreçte (siyasal ömrü vefat etmez de yaşarsa) oldukça rahat edecek, çünkü artık onun her olumsuzluğu açıklayacağı darbecilik gibi bir iksiri olacaktır. Dayıcı ileri kadroların da gözü aydın! Çünkü onlar da bundan sonra başarısızlıklarının nedenlerini kolayca açıklayabilirler. Gerçi bu durumda kendilerine yüksek motivasyon sağlayan küfür ve hakaretlerden yoksun kalacaklar ama bizim yapabileceğimiz bir şey yok!
Güleriz ağlanacak halimize! Evet bu söz acı bir tebessüme neden olan DK kafa yapısının durumunu çok iyi anlatıyor. Güç gösterisinde bulunmak ve “Şark cephesinde yeni bir şey yok” diyebilmek için elindeki gücü alabildiğine zorlayan bu anlayış gençlik milisine, “SDB Anadolu Yakası komutanlığına bağlı Hamiyet Yıldız Grubu” gibi koca koca adlar verip eyleme sürmesini ve üçü şehit dört kayıp vermesini de darbecilere mi bağlıyor acaba? Bu eylemin planını ve eyleme geçme kararını da Avrupa’dan darbeciler mi verdi?
Sorunları çoğaltmaya gerek yok, nasıl olsa DK bunlara cevap veremeyecek, hem planını susturun şunları diye üstümüze salacaktır. Fakat yine de biz söyleyeceklerimizi söyleyelim: Bütün olumsuzlukları darbecilere mal etmek huyundan vazgeçin! Hem zaten onlar üç beş kişi değil mi? Uğraşmaya, Dersim’deki gerillalarda bile olmayan silahlar ve olanaklarla peşlerine düşmeye gerek var mı? Onlar üç beş kişiydiler, sekizini DK katlettirdi, geriye bir şey kalmadı ve böylece darbecilik alt edildi, şehirlerde ve kırda siz varsınız. Bu durumda yoldaşlarımızı katletmek için kurşun; yasal yayında dergi sayfaları ayırmaya gerek var mı? Olmayan bir şeye, son aylarda çıkan bütün dergi sayıları ve sayfalarını ayırmak niye?
Biz söyleyelim: Belki kandırdığı ve aldattığı insanlar tam bilmiyor ama çete başı ve yardımcıları kimlerin, hangi savaşçıların darbeci olduğunu iyi biliyor. Ve kendi başarısızlıkları karşısında birikim ve potansiyelimizden duyduğu korkuyu bir türlü bastıramıyor. Darbeciler, bu kafa yapısını gece gündüz rahatsız ediyor, onun güvenliğini tehlikeye düşürüyorlar, bu nedenle her şeye kadir önderliğine gölge düşüyor, helal geliyor. İşte bu nedenle darbecilerle bu kadar uğraşıyor. Pasımız silindi diye giriş yaptığı yazısında yeni yöneticiler arıyor. Her şeyi kader sayan, yaşasın önderimiz DK diyen…
Boşuna, bu umutsuz çaba bir müddet sonra tükenmeye mahkumdur.
Dursun Karataş Kanadı: “6 Mart darbecilerin intihara sürüklenişidir”
Dursun Karataş yanlıları 6 Mart’ta öldürülen Yağan ve arkadaşlarının öldürülmelerinden kendilerini değil darbeciler olarak nitelendirdiği grubu sorumlu tuttu. 6 Mart 1993 Karataşçılar tarafından “darbecilerin intihara sürüklenişiydi” bu sonu kendileri hazırlamıştı. Haklarında Yağan taraftarları ve kamuoyunda da dile getirilen “Bedri Yağan’ı Dursun Karataş’ın ihbar ettiği haberi Karataşçılar’a göre “oligarşinin bir yalanı”ydı. Karataşçılar tarafından kaleme alınan “6 Mart darbecilerin intihara sürüklenişidir” başlıklı yazı:
Darbeciler Devrimci Sol kadrolarının karşısına çıkabilecek meşru bir zeminden yoksundular. Kadroların onları mahkum ettiğini biliyorlardı artık. Kendilerine ulaşan deklarasyonlar onlara yalnızca suçlu olduklarını söylüyordu. Bu koşullarda darbeciler tek kurtuluş yolu olarak Devrimci Sol’u bölüp parçalamaktan medet umuyorlardı. Devrimci hareket hala sorunu çözme çabalarını sürdürüyor ve 3 Mart 1993 tarihli karar bunun bir ifadesiydi. Bu kararda darbecilere ve işbirlikçilerine hareketi tasfiye yönündeki tüm çalışmalarını durdurarak hareketin iradesine teslim olma çağrısı yapıyor ve şöyle deniliyordu: “Bu kararlara uydukları taktirde darbeciler ve onlarla işbirliğinde ısrar edenler hareketin kontrolü altında tutulacak, toplantı gününe kadar güvenlikleri sağlanacak, toplantıda kendilerini ifade etmeleri seçen gerekli özgür koşullar sağlanacaktır.
Devrimci hareket hala sorunun çözümü için onlara çağrılar yaparken darbeciler işledikleri suçun bilinciyle telaş içinde ayrılığı örgütlüyorlardı. Artık sağduyunun zerresi yoktu darbecilerde. Bu telaş 6 Mart’a götürdü onları. Kuşkusuz onları 6 Mart’a götüren tek etken telaş da değildi. Darbecilerin iç çelişkileri onların gözünü karartıyor, birbirlerine karşı her gün daha fazla derinleşen bir güvensizlik içerisinde darbeci yönetimlerini kalıcılaştırmaya çalışıyorlardı. Ülke içinde “çağrıcı” olarak bilinen Asaf darbecilere kendi koşullarını dayatıyor ve darbenin yeni şefliğine soyunuyordu. Bu çatışma, darbenin şefinin ülkeye gelme kararı almasının ikinci nedeni oldu.
Ve 6 Mart’ta bir katliam yaşandı İstanbul’da. Oligarşinin ölüm mangaları Bedri Yağan’la birlikte 4 kişiyi daha katletmişlerdi.
Oligarşi her zamanki gibi katliamdan sonra bir yandan “çökerttik”, “bitirdik” demagojilerini yaparken, bir yandan da “bölündü”, “parçalandı”, “birbirlerini ihbar ettiler” senaryolarıyla Devrimci Sol önderliğine saldırmayı ihmal etmiyordu. Burjuvazinin kalemşorları Bedri Yağan’ı Dursun Karataş’ın ihbar ettiğini yazıyorlardı. Oligarşi ve uşakları “provokasyonun tam sırası” diye düşünüyor olmalıydılar. Oysa Devrimci hareketin mücadele tarihi ve savaş içinde yarattığı değer ve gelenekler, kontrgerillanın her türlü sindirme, komplo, böl–parçala–yönet taktiklerini boşa çıkaracak güçteydi. Çünkü devrimci hareket bugüne kadar uğradığı en büyük kayıplardan sonra, karşı karşıya kaldığı komplolardan sonra bile kendisini yeniden onarmayı, düşmana bu sevinci yaşatmamayı başarmıştı. MİT, kontrgerilla ve onların sağa sola saçtığı demagoji kırıntılarıyla beslenen satılık kalemler 6 Mart’ta da daha büyük bir yanılgının tam ortasına düştüklerini anlayacaklardı.54
Dursun Karataş ise “darbeci şef” dediği 6 Mart 1993’de İstanbul Kartal’da öldürülen, bir zamanlar en güvendiği kişi, birlikte örgütü yönettiği, örgütün bir çok kanlı eylemlerinin kararını birlikte verdikleri Bedri Yağan’ın hakkında neler söylüyor:
Bir sahtekar ve ahlak düşkünü olduğu belgelerle kanıtlandı. Birbirlerine yeni darbeler düzenleme peşinde, ayak oyunları içerisinde ülkeye geldi ve ülkeye ayak bastığı gün katledildi. Polis onu öldürerek darbecilere konuşmayan bir önder armağan etti.