Yesevî Türbesinde Ferganalı Özbek Ana
Yesevî Türbesinde Ferganalı Özbek Ana
Türkistan’da dini hayatın, bayramlarla boy ölçüşecek kadar en hareketli ve yoğun coşkuyla kutlanan günleri kandillerdir. Ve özellikle Mevlit Kandili. Bu geceye, diğer kandillerden de ayrı bir önem verilir. Bu durumu, aslında yalnızca Türkistan şehri için değil, Ulu Türkistan’ın hemen her yerinde gözlemek mümkündür.
Mesela Özbekistan’ın değişik yerlerinde yaşayan Nakşibendi sofileri, bu kandilde Ahmet Yesevî’yi ziyarete gelirler ve Türkistan Şehrine 3–4 km mesafedeki Ökeş Ata Türbesinde zikir yapmaya giderler.
Kandil gecesinden önceki gün Yesevî Türbesinde; Fergana, Semerkant, Buhara gibi Özbekistan’ın hemen her yerinden insanların ve elbette ki Kazakların akın akın ziyarete geldiklerini görmek mümkündür.
Hoş bir tesadüfle, yine böyle bir günde Türkiye’den dostum ve hocam Prof. Dr. Hüseyin Karadağ, Türkistan’a gelmişti. Daha sonra defalarca gelecek olan Hocanın bu ilk gelişiydi ve tabii olarak Yesevî Türbesini görmek istiyordu.
Türbeye girdiğimizde, kıyafetlerinden Özbek oldukları anlaşılan kadınlı erkekli bir grup da ziyarette bulunuyordu. Hüseyin Hoca, aralarından yaşlıca bir hanımı bana göstererek “ Şu kadıncağız, halama ne kadar çok benziyor” dedi. Benzerliğe hayret edişi çok belliydi ve biz Türbeyi gezerken Hocanın göz ucuyla grubu takip ettiğini ve her fırsatta bu benzerliğe dikkat ettiğini fark ediyordum.
Onlar ayrı dolaşıyor, biz ayrı geziyorduk. Derken müze olarak tasarlanan küçük bir salona grupla beraber girdik ve o andan itibaren biz de grup üyelerinin arasına karışıvermiştik. Epeydir kolladığım fırsatı bulduğumu düşünerek sohbete başlamıştık: Özbekistan’dan Fergana’dan geliyorlardı. Mevlit Kandili vesilesiyle ziyaret edip Ökeş Ata Türbesine geçeceklerdi. Biz de kendimizi tanıttık. Bu arada ben bir yolunu bulup, kadına ve gruba “bizlerin aynı milletten olduğumuzu, hepimizin Türk olduğunu, dilimizin, dinimizin, tarihimizin aynı olduğunu” anlatan bir nutka zemin olması için, Hocanın halasını andıran bu kadıncağızın fiziki benzerliğinden dolayı, çok iyi bir fırsat yakaladığımı düşünerek Özbek Anasına dönüp:
–Hoca sizin Türkiye’deki halasına çok benzediğinizi söylüyor; sizi görünce halasını görmüş gibi oldu. Dedim.
Doğrusu, hayret dolu yüz hareketleri ve sözler bekliyordum. İşte ondan sonra da benim için Türklüğün ortak tarihi ve dolayısıyla ortak geleceği olması gerektiği ile ilgili nutkuma tam bir zemin yakalamış olacaktım.
Fakat beklediğim hayret duygularını ve şaşkınlığı oluşturamamıştım. Hatta “ne var bunda evladım” der gibi bir ifade ile yüzüme bakmıştı, Özbek Anası.
–Gençler; dedi, kendinden çok emin bir edayla. Siz eski kitaplara bakın. Bırakın bu yeni yazılanları. Benzeyebiliriz tabii. Ne’olmuş ki. Hepimiz Türk’üz. Biz de Türk’üz. Siz eski kitapları bulun, onlara bakın.
Sözlerini bir yandan Hüseyin Hocaya aktarıyor, bir yandan da sevinç ve hayret duyguları içinde kalıyordum. Kendimi zor tutuyordum: Duruşundaki vakar ve ciddiyet bu kadar yüksek olmasa ve ben utanmasam boynuna sarılabilirdim.