Dr. Vahap Dizdaroğlu’nun Şok Beyanı
C.H.P. MARDİN MİLLETVEKİLİ
DR. VAHAP DİZDAROĞLU’NUN
ŞOK BEYANI
10 Kasım günüydü. Başbakanlık Muhafız Bölük Komutanı Yzb. Mehmet Rıfkı Erdoğdu ile beraber Başbakanlık’ta oturuyorduk. (O da örgüt üyesi idi fakat komitede yer almamıştı.) İçeriye Öğr. Alb. Tahsin Ünal girdi. Arkasından da C.H.P. Milletvekili olduğunu o an öğrendiğim ve ilk defa karşılaştığım C.H.P. Mardin Milletvekili Dr. Vahap Dizdaroğlu girdi. Kendisi Yzb. Mehmet Rıfkı Erdoğdu ile tanışıyorlarmış. Onu ziyarete gelmiş. Yzb. Erdoğdu bizleri tanıştırdı. Hal-hatır sorduktan sonra C.H.P. Mardin Milletvekili Dr. Vahap Dizdaroğlu:
— Yüzbaşı M.B.K. çok haksızlık yapıyor, D.P.’yi yargılıyor. Efendim insaf ediniz kabahat hep o insanlarda mıdır? C.H.P.’nin hiç suçu yok mudur? Niçin onları da yargılamıyorsunuz?
Bu şok beyan beni çok duygulandırdı, yerimden fırladım. Dr. Vahap Dizdaroğlu’nu kucakladım. Tebrik üzerine tebrik ettim ve “Aman Vahap bey bize yardımcı olun” dedim.
Dr. Vahap Dizdaroğlu:
— Ben size yakın bir tarihte bir liste getireceğim. Orada C.H.P.’nin oyunlarını göreceksiniz.
Bu beyan hepimizi çok sevindirmişti. O akşam Alpaslan Türkeş’in Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde konuşması vardı. Kendisini oraya davet ettim. Biz Türkeş’in konuşmasından sonra Türkeş Yzb. Mehmet Rıfkı Erdoğdu Atatürk’ün yaverlerinden Tevfik Bıyıklıoğlu olmak üzere Konya’ya hareket ettik. Konya’da bir sinemada devam eden törene katılacaktık. Dr. Vahap Dizdaroğlu’nu Türkeş’le tanıştırmıştım. O Ankara’da kaldı vedalaştık. Ayrılırken kendisine:
— Hazırlayacağınız listeyi, vesikayı bekliyorum.
Yolda Türkeş’e durumu anlattım. O da benim gibi çok sevindi:
— Ahmet’ciğim durumu takip edelim.
Ne yazık ki 13 Kasım olayı ile biz Türkiye’den ayrıldık. Dr. Vahap Dizdaroğlu ile bir daha görüşmek karşılaşmak nasip olmadı. Tabi o vesikaya da ulaşamadık. Konya’ya vardığımız zaman bir sinemada devam eden 10 Kasım törenlerine katıldık. Burada Türkeş’te ben de bir konuşma yaptık. Gece yarısı Mevlana Müzesi Müdürü Mehmet Önder Hz. Mevlana’yı ziyaret etmek hususunda ki ricamızı değerlendirerek buna imkan sağladı. 11 Kasım sabahı 2. Ordu Karargahı’nda, 2. Ordu Komutanı ve subayları ile bir toplantı yaptık. Türkeş orada kısa süren mesleki ve siyasi bir konuşma yaptı ve aynı gün beraberce Ankara’ya döndük.
19 KASIM 1960 YURT’TAN AYRILIŞ
Mürted Askeri Havaalanı’nda bir müddet tutuklu kaldıktan sonra 19 Kasım 1960 günü tutuklu bulunduğum yerden alınarak Mürted Havaalanına getirildim. Burada çocuklarımızla ailemizle görüşmemize müsaade ettiler. Eşim Meliha, çocuklarım Bahadır ve Kürşat’la meydanda buluştuk. Ben gittikten sonra evi hazırlayacağım ve sonra kendilerini çağıracağım, öyle anlaştık. O sırada gözüm Mustafa Kaplan’a ilişti. O da Lizbon’a gidiyordu. Ayrılırken eşim Meliha Er’e şu ricada bulundum:
— Gelirken o suyu getirmeyi unutmayın.
O SU NE İDİ?
Özgüneş’le beraber Güney Anadolu gezimizde Mardin’in Ömerli İlçesi’ne uğramıştık. Orada susamıştım. Bir vatandaştan su rica ettim. O vatandaş bana bir bardak su getirdi. Getirdiği su değil bir balçıktı. Çamurlu bir su idi. Kendilerine sordum:
— Siz bu suyu mu içiyorsunuz?
Cevap verdi:
— Evet, bütün Ömerli halkı bu suyu içeriz. İlçede bir tek kuyu vardır. Bütün su ihtiyacı o kuyudan temin edilir. Halk gece gündüz o kuyunun başında sıra bekler.
Bunun üzerine, “Bismillah” deyip suyu içtim. Bu sudan bir şişe doldurup getirmelerini rica ettim. O bir şişe su gezilerimde bana eşlik etmiş benimle beraber Ankara’ya kadar gelmişti. Şimdi Afrika’ya gitmek üzere hazırlık yapıyordum. Orada da bir damla su şiirine ilham olacaktı. Allah razı olsun eşim bu suyu Afrika’ya getirdi. Halen evimde muhafaza altındadır. Ankara’dan kalkan uçağımız, İstanbul ve Atina’ya uğradıktan sonra Roma’ya indi. Uçakta Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Zeki Özak Paşa da vardı. İkimiz yan yana oturuyorduk. O pencere kenarındaydı; sordu:
— Uçakla Avrupa’ya ilk seyahatiniz mi?
Cevap verdim:
— Evet paşam..
Özak Paşa devam etti:
— Ahmet Bey buyrun pencere kenarına oturun. Etrafı seyredersiniz.
Yerini bana verdi; “Zahmet etmeyin paşam” dedim; ısrar etti. Yer değiştirdik.
— Sizi tanıyorum yüzbaşım, dedi ve devam etti:
— Siz Göçmen Piyesi’nin yazarısınız, sizi tanıyorum. Ben de Bulgaristan Türkler’indenim. Sizin dış Türkler’le ilginizi biliyorum. Bu tasfiyeyi de tasvip etmiyorum. Bizim elimizde de bir şey yoktu.
Sohbet ede ede Roma’ya geldik. Roma Havaalanı’nda paşayı Roma Büyükelçimiz Numan Menemencioğlu karşıladı. Bana da çok nazik davrandı. Unutuyordum, Zeki Özak Paşa Malta’da yapılacak Nato toplantısına gidiyordu. Uçaktan inerken gördüm. Gözüm Roma Askeri Ataşesi Dündar Seyhan’a ilişti. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Zeki Özak Paşa ile vedalaştık, ayrıldık. Dündar Seyhan koşarak yanıma geldi:
— Ahmet, hoş geldin…
Kucaklaştık… Dündar Seyhan’a “Albayım Deniz Kuvvetleri Komutanı elçiliğe gidiyor. Sizin orada bulunmanız gerek. İlginize teşekkür ederim.” Dedim. “Öyle şey olamaz seni yalnız bırakamam” dedi ve beni arabasına bindirerek, Roma’yı gezdirdi. Nihayet bir otele geldik. Akşam yemeğini beraber yedik. Televizyonu Roma’da o akşam otel salonunda gördüm. Dündar Seyhan’a sefarete gitmesi için rica ediyordum. Geç vakit otelden ayrıldı. Sabahleyin otele Roma Askeri Ataşe Yardımcısı bir Kur. Binbaşı geldi. Dündar Seyhan’ı bekliyorduk. Akşam Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Zeki Özak Paşa’yı çağırmış; “Bu gencecik subayları, Anadolu’nun yağız çehreli yiğitlerini yurt dışına kovarken hiç vicdanınız sızlamadı mı, Paşa” diye bağırmış.
Dündar’ı tanıyanlar onun daha fazlasını da yapabileceğini de bilirler. Neyse sonra elçilik mensupları Dündar Seyhan’ı yatıştırmışlar. Az sonra beni Roma Havaalanı’na götürdüler ve Libya’ya uğurladılar. Artık sürgün hayatımız başlıyordu.