Yağmadı, Ama Gürledi Gitti
YAĞMADI, AMA GÜRLEDİ GİTTİ.
Makamların kişilikler üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Gücü ve kudreti temsil ettiği makamdan kaynaklanan kişiler, zamanla, onunla özdeşleşirler ve kerameti kendilerinden bilirler. Apoletlere, etiketlere ve sıfatlara gösterilen saygı ile itinayı kendilerinden başkalarına gösterilmeyecek sanırlar. Yanıldıklarını ve vazgeçilebileceklerini anlamak için “emekli” olmak kadar basit ve doğal bir sürecin işlemesini beklemeleri yeterlidir kimi zaman.
Orgeneral Çevik Bir, görevde olduğu sürece etkin ve yetkin, ülke meseleleri hakkında söz söyleyip dinlettiren biriydi. Fakat, Çevik Paşa’dan daha çevik işleyen zamanın, “kader” faktörüyle ayrılmaz dayanışması, Çevik Bir’in emekli olmasına hükmetti. Orgeneral Çevik Bir, “Bir Bey” ya da “Sayın Çevik” olmuştu artık.
Sivil Bir, bundan sonraki hayatını nasıl devam ettirecekti? Engin deneyimlerini değerlendireceği platformları eskisi gibi önünde hazır bulması mümkün değildi. Öyleyse nasıl bir yapılanmaya gitmeliydi? Askerlerin çoğu emekli olunca karşılarında üçkağıtçının birini bulurlar, “Paşam, gel birlikte bir köpek kemiği tozu fabrikası açalım, inanın bu işte yaman para var” diyen sözde bir işadamına bütün emekli ikramiyelerini kaptırıp orta yerde kalırlardı. Acaba Çevik Paşa da böyle basit tuzaklara düşecek miydi?.. Yoksa işinin bittiğini bir üniformayı çıkarmak kadar basite indirgeyenlere, üniformasız Bir’in de yağmur yüklü bulutlar gibi dolu olduğunu gösterip sivil hayatın ayak oyunlarına pabuç bırakmadığını kanıtlayabilecek miydi? Kanıtlamalıydı… Ama nasıl?
“Nasıl?” sorusunun cevabı için fazla beklemek gerekmedi. Üniformasını çıkardığı 30 Ağustos’dan Kasım ayının sonlarına kadar “Ben, Stratejik Araştırmalar Vakfı kurup ülkem için fikir üreteceğim, üretilmesine yardımcı olacağım. Siyasete girmek gibi bir düşüncem yok” şeklinde mesajlar vermeye özen gösteren Bir, üç aylık aradan sonra gazetecilerin de bulunduğu ve TV’den naklen yayınlanan Rumeli İşadamları Derneği’nin yemekli toplantısında bombayı patlatıverdi: “Cumhurbaşkanını halk seçmeli… Öyle olursa aday olabilirim”.
“28 Şubat döneminin vitrindeki generali olarak kamuoyunun karşıt kesimlerinde zıt duygular uyandıran ve her adımı merakla izlenen bir şahsiyet”1 Çevik Bir, gizleyemediği heyecanıyla cumhurbaşkanlığına aday olduğunu açıklıyordu. Ancak bu açıklamanın yapıldığı programı izleyenler, ciddi bir konunun gündeme gelmiş olması havasına değil, “eğlence programı” seyrettikleri duygusuna kapılmışlardı. Kimileri, Çevik Bir’li yayını “Televole’den bile daha şamata, daha komik ve daha abuk” bulurken kimileri de, ev halkından biri “Yasemince”yi seyretmek isteyince, “Aman kalsın, Çevik Bir’in programı çok daha mizah yüklü, üstelik heyecanlı”2 diyerek tercihini Bir’den yana kullanmıştı.
Gerçekten de Türkiye’de hâlâ rüzgârı esen ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından daha bir yüzyıl eseceği söylenen 28 Şubat döneminin “kilit” ismi, “eldivensiz” olarak soldan sağa; Reha Muhtar, Güneri Civaoğlu, Murat Birsel, Mehmet Ali Birand, Deniz Arman, Esen Ünür ve İsmet Solak, Ali Kırca, Ruhat Güngör Mengi, Zülfü Livaneli, Necati Doğru, Kenan Akın, Ali Baransel gibi medya şöhretlerinin huzurunda sahne alıyordu. Hiç başka programlar tercih edilir miydi?
Çevik Bir’in cumhurbaşkanlığı adaylığına açıktan göz kırptığı geceye kurt politikacı, eski DYP’li Orhan Keçeli de anlamlı bir soruyla katkıda bulunmuştu: “Size Çevik Bey diyebilir miyim?” Keçeli, “Evet” cevabını aldıktan sonra, emekli orgenerale “Çevik Bey” diye hitap ederek geçer not verdi: “Siz çoktan politikaya girmişsiniz”.
Ancak Bir’in, bir politikacı sabrına henüz sahip olmadığı, hedefini netleştirmediği konuşma üslubundan anlaşılıyordu. “Paşa’nın konuşması, ne yazık ki Kızılderili üslubuyla “ben var konuşmak, siz var anlamak” türünden, el kol hareketleriyle süslense de plansızlık ve hazırlıksızlık yansıtan kırık dökük cümlelerden oluşuyordu.3 Oyun taktiğini “topu halka atmak” olarak açıklayan Bir’in, halkla karşı karşıya gelmek yerine 28 Şubat’a da destek vermiş sözde sivil toplum kuruluşları ve kendisini o dönem ayakta alkışlayanlarla karşı karşıya gelmesi manidardı.
Somali’ye gönderilen Türk Birliği’nin komutanı olarak görev yapan er, nöbet esnasındaki saldırıda hafif yaralanınca, onun fotoğrafını çeken ve düşüp bayıldığını yazan gazeteceyi, “Türk askeri bayılmaaz! Türk askeri korkmaaz! Sen bizi düşmanlarımıza rezil ettinn! Senin yazdıklarını gören PKK bize güleceek. Defol giit!”4 diye azarlayıp Somali’den Türkiye’ye posta eden Çevik Bir, bebek bezi reklamına çıksa yadırganmayacak şirinlikteki5 Murat Birsel’i de o gece paylayıvermişti. Görünen oydu ki, Çevik Bir, kendisine soru soran gazetecileri hâlâ Paşalık döneminden kalma alışkanlıkla bir zamanlar emrindeki askerler olarak görmeye devam ediyordu. Bir Bey, halkın karşısında aynı tavırla hareket etse acaba nasıl bir tepki alırdı? Tabiî bu soruyu şu şekilde sormak da mümkün. “Murat Birsel, aynı muameleyi başka bir liderden, mesela Erbakan’dan veya Çiller’den görse gerek kendisi, gerekse oradaki büyükleri nasıl davranırdı acaba!”
Çevik Bir, Keçeli’nin ince, bir o kadar da yüzeysel sınavına bile takılıp kalmıştı, ancak asıl baba sınavı aşması çok zordu. O gece, konuşmasını “Ben haddini bilen insanım. Hata yapıyorsun diyorsanız vazgeçerim” diyerek bitirmesi de, bir bakıma kendisinin de bunun farkında olduğunu itiraf etmesi anlamı taşıyordu. “Think thank”, balans “tank”inden farklıydı. Meret, emirle değil, fikirle yürüyordu.6
Çevik Bir’in “cumhurbaşkanlığına adayım” demesinin kuşkusuz olumlu yanları ağırlıktaydı. Hatta olumsuzluk aramak, zorlama bir uğraş olurdu. Bir’in adaylığını açıklaması, uzun zamandır kısık seslerle yürütülen cumhurbaşkanlığı tartışmalarının artık açıktan açığa yapılmasının dönüm noktası oldu.
Taktik bir çıkış olabilir miydi Çevik Bir’in çıkışı? Sorulması ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir soru da buydu… Paşa, geçmişte atak mizacından dolayı bir sürecin koro şefliğini üstlenmişti, şimdi de gerçekte başka birilerinin arzusu olan yasal zeminin hazırlanması için itiliyor olması pekâlâ mümkündü. Hatta bu hesapta bir taşla iki kuş vurulması, yani hem siyaseten netice almak, hem de ismi bir anlayışla özdeşleşmiş kişinin şahsında bazı çevrelere ne kadar tasvip edildiklerini göstermek de olabilirdi. Ya da kimi eski silah arkadaşları dahil, birilerinin, mesela Süleyman Demirel’e yakınlığıyla bilinen ve Çevik Bir’in siyasi kirveliğini üstlenen Ali Şen’in, Bir’in gerçekte sabun köpüğü olduğunu kanıtlamaya azmetmiş olabileceği”7 gibi…
Bu çerçevede, Genelkurmay’ın Çevik Bir’in cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin tavrı büyük önem arz ediyordu. Eğer asker, Bir’in girişimini desteklediğini açıklarsa, Bir’in tek başına bir macera içinde olmadığı yorumları haklılık kazanacaktı. Fakat öyle olmadı. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Çevik Bir’in girişimini desteklemediklerini, hatta Bir’in yanlış yaptığını açıkladı. Bu açıklamayla, Paşa’ya kucak açan, halktan kopuk olma özelliklerini “seçkin” sıfatıyla kamufle eden azınlık ile Çevik Bir baş başa kaldılar. Üç–beş ağaca yakından bakarak karşısında orman olduğunu zanneden Çevik Bir, “Truva Atı” konumuna düşürüldüğünü fark etti mi, bilmiyoruz. Fakat Çevik Paşa, adaylığını açıklaması sayesinde siyaset sahnesinde boy göstermenin ne kadar zor olduğunu, halkın “ben bilirimci” tepeden bakmalara prim vermediğini anlamış oldu. Cumhurbaşkanlığına adaylık, gerekli şartlara hâiz her Türk vatandaşının hakkıydı. Aynı hakkı kullanacağını açıklayan Tunceli Milletvekili Kamer Genç ile Çevik Bir eşitti artık.
Olmayacak bir duaya amin demek ya da lâfla peynir gemisi yürütme girişimi… Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarından sonra Bir’in cumhurbaşkanı olması, artık ham bir hayalin ötesine geçemeyecekti. Çevik Bir de, önceden belli olan sonuca kendini çabucak hazırladı. Adaylık harekatından sonuç alamadığı takdirde “katiyen” üzülmeyeceğini söyleyen Çevik Bir, “Sayın Demirel’den daha iyi bir Cumhurbaşkanı mı olursunuz” sorusuna da “Ben bu iddialarda değilim” diyerek iddiasız bir cevap veriyordu.
Fakat burası Türkiye’ydi. Öyle büyük iddialarla ortaya çıkmayanların ayakta kalabilme şansları pek yoktu. Söyleyeceğiniz yalanlara kendinizi dahi inandırma şansınız olmayabilirdi. Ama yine de “büyük yalanlar” veya politik tabiriyle “dev iddialar”la ortaya çıkmalıydınız.
Zaman ve mekan uyumuyla, ortaya dev iddialar atma sanatının doruktaki ismi kuşkusuz Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di. Hemen her olağanüstü olay anı veya sonrasında Demirel’in olağan açıklamalar yapması da “Demirel klasikleri”nden biriydi. Çevik Bir, makamını gözüne kestirmişti. Bu kamuoyu açısından olduğu kadar Demirel boyutuyla da “fevkalade önemli (!)” bir gelişmeydi. Ukrayna’ya hareketinden önce hemen gerekli açıklama yapıldı: “Nasıl benim cumhurbaşkanı olmadan önce öyle bir makama seçilmem yolu bana açık idiyse, herkese açık idiyse, bugün de cumhurbaşkanlığına seçilme yolu herkese açıktır”.
Kısacası, gerekli ölçütlere sahip herkese Çankaya yolunun açık olduğunu söyleyen Demirel, bu talepleri kimse “yadırgamasın” uyarısında bulunuyordu. Demirel, Bir’in kendisiyle aynı frekansta yayın yaptığı “cumhurbaşkanını halk seçsin” şeklindeki lirik seslenişini ise, oldukça tutmuş, hatta ona “Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin’ diyenler, bir gün bu isteklerinde, arzularında başarıya ulaşacaklar” diyerek destek olmayı da ihmal etmemişti.
Çevik Bir’in “adayım” demesi, cumhurbaşkanlığı konusunda sıkışan Ankara gündemini bir hava sübabı gibi rahatlatmıştı. “Sayın Demirel’in süresi dolduğu zaman memlekete Cumhurbaşkanı bulmakta sıkıntı çekeriz sananlar üzülmesinler”di… Büyük kıymetlerimiz teker teker ortaya çıkmaya başlamışlardı.8 Artık konuyla ilgili yorumlar da çekincesiz ve dolaysız, ama “Bir” önceliği dikkate alınarak yapılabilirdi.
“Sayın Çevik Bir’in cumhurbaşkanlığı adaylığını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna muhtelif çevrelerden değerlendirme gelmesi gecikmedi. FP Genel Başkanı Recai Kutan, alaycı bir dille “Adamın biri berber koltuğuna oturmuş ve berbere saçım ak mı, kara mı diye sormuş. Berber de, ‘Az sonra önüne düşecek, görürsün ak mı kara mı’ diye cevap vermiş. ” şeklindeki bir hikâyeyle Bir’in adaylığını değerlendirirken, yardımcısı Lütfü Esengün “Halkın destek vermesi mümkün değil. Çevik Bir cumhurbaşkanı seçilirse, Kenan Evren seçilmiş demektir. ” diyerek genel başkanından bir adım daha ileri gidiyordu. ANAP Lideri Mesut Yılmaz ise, ANAP’lı vekillerin “İlla da emekli bir paşa olacaksa bizim de Abdullah Tenekeci paşamız var” esprisinden haberdar olduğunun işaretini veriyor, Bir’in adaylığıyla ilgili sorulara gülümsemekle yetiniyordu. MHP’nin Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin, Bir’e “sıfır şans” tanırken, Bir’in adaylığına en fazla sevinen isim Kamer Genç oldu. Genç’e göre, cumhurbaşkanlığına Bir’in ikinci aday olarak çıkması onun şansını artırmıştı.
“Çevik hem yaverim hem özel kalem müdürümdü. Genç, karizmatik yakışıklı ama, bu Meclis asker kökenli bir Cumhurbaşkanı seçmez” diyen Kenan Evren bile Çevik Bir’e şans tanımıyordu.
Kimse Çevik Bir’in Cumhurbaşkanı seçileceğine ihtimal vermemişti. Hatta Çevik Bir’in kendisi bile. “Bu Meclis beni seçmez” diyerek bazı gerçekleri görebildiğini gösteren Bir, siyasî ortama mizah malzemesi olmayı göze alarak verdiği kritik kararın ulvi(!) gerekçesi, kendisini harcama pahasına “halkın önünü açmak”tı. 9 Zaten Çevik Paşa, cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı yemeğe gelirken kendisine “cumhurbaşkanlığına aday mısınız?” sorusunun sorulacağını aklına dahi getirmemişti. Hemen o anda karar vermişti. Çünkü o hayatı boyunca içinden geldiği gibi davranmıştı.
“Halk tarafından seçilmesi halinde Cumhurbaşkanı adayı olur musun?’ dediler, her Türk vatandaşının ‘evet’ cevabını vereceği düşüncesiyle ‘evet’ cevabını verdim. Bilahare gelen sorularla sanki ‘ben seçim kampanyası başlatıyormuşum’ gibi sorular sorulmaya başlandı. Konu saptırılmış oldu. Bizim maksadımız, konunun yükselen değer olacağına inandığım sivil toplum örgütleri aracılığıyla halkın konuşmasıydı”10. Çevik Bir böyle diyordu. Yani kendisi için bir şey istememişti Bir Bey. Her şey vatan için, her talep halk içindi…
Çevik Bir’in renkli başlayan ve rengarenk devam eden adaylık macerasının sonu mu?.. Havai fişek gösterisi misali… Önce görkemli bir parıltı, sonra hiç yokmuş gibi bir sönüş…