Sol İçi Şiddet

MLKP – KPİÖ ÇATIŞMASI

MLKP – KPİÖ ÇATIŞMASI

KPİÖ: “Kemal Yazar’ın Katili MLKP’dir”
MLKP, 1994 Eylül ayında TKİH “Türkiye Komünist İşçi Hareketi” ve TKP/ML Hareketi’nin birleşmesiyle kuruldu. TKP/ML Hareketi ve TKİH’ten seçilen delegelerin katıldığı birlik kongresi sonucu her iki örgüt kendilerini feshederek MLKP/KURULUŞ adını aldılar. MLKP, kuruluşundan bir sene geçmeden Ağustos 1995’te bünyesinde ayrılıklar gösterecekti. Başını Kemal Yazar’ın çektiği eski TKP/ML Hareketi’ne mensup bir grup kadro örgüt merkezine başkaldırıp, KPİÖ adlı yeni bir yapılanmaya gittiler. Bunun üzerine MLKP yönetimi, başta Kemal Yazar olmak üzere KPİÖ kadrolarına karşı tasfiye ve silahlı saldırı hareketi başlattı. KPİÖ MK üyesi Kemal Yazar, 27 Ağustos 1996 tarihinde sabah saat 10. 30 civarında Almanya’nın Duisburg kentinde arabanın içinde, başka bir arabada bulunan MLKP militanları tarafından yaylım ateşine tutularak öldürüldü. Yanında bulunan arkadaşı ise ağır yaralandı. Yazar’ın öldürülmesi üzerine KPİÖ Geçici Merkez Komitesi MLKP’yi suçladı. Yazar’ın MLKP tarafından katledildiğini, intikamının alınacağını, mutlaka misillemesinin gerçekleştirileceğini belirtti.
KPİÖ taraftarlarının kamuoyuna yaptığı yazılı açıklamada özetle şunlar yer alıyordu:
Kemal Yazar’ın MLKP tarafından katledildiği, bu katliamı gerçekleştirmek için MLKP’nin uzun zamandan beri planlar yaptığı” belirtildi.
KPİÖ mensubu devrimci Kemal’in katledilmesi tüm devrimcilerin tepkilerine neden oldu. Bu tür katliamlar ne adına yapılırsa yapılsın, karşı devrime hizmet ettiği ve edeceği bilinmelidir. Kemal Yazar’ın cenazesinin 30 Ağustos saat 16. 30’da Yeşilköy Havaalanı’ndan alınarak, Alibeyköy’deki evine götürülecek. Ertesi gün saat 11.00’de Alibeyköy cem evinden alınarak Alibeyköy mezarlığında toprağa verilecek.

Sol Örgütlerin Kemal Yazar’ın Öldürülmesine Yönelik Tepkileri

ÖZGÜR GELECEK(TKP/ML–TİKKO Taraftarı):
“Devrimcilik” adına “devrim” için bir devrimci daha katledildi”
Evet, bir devrimci insan daha katledildi. KPİÖ/GMK üyesi Kemal Yazar 27 Ağustos günü MLKP’lilerce hain bir pusuda katledildi. Kemal Yazar’ın bir dönem birlikte mücadele ettiği eski yoldaşları tarafından kurşun yağmuruna tutularak katledilmesi, tüm devrimcilerin, devrimci örgütlerin önemli üzerinde durması gereken yaşamsal bir sorundur. Bu konudaki suskunluk gelecekte bu koroya katılanların ayaklarına fena halde dolanacak ve tavırsızlık yeni ve benzer olayların katalizörü rolünü görmede gecikmeyecektir.
Her suskunluk, her tutumsuzluk gösterisi, şiddetin, devrimci saflarda yer edinmesine nesnel olarak güç katmaktan başka anlama gelmez. Devrim saflarında kin ve nefretin tohumlarını şiddete başvurarak kökleştirmeye çalışanlar eninde sonunda “pire biçmede” gecikmeyeceklerdir.
Unutulmasın ki, bazı şeyler, kendi karşıtlarıyla eyerlidir ve her itim ona denk gelen, çekimle dengelenir. Şiddet şiddeti çağrıştırır. Ve şiddeti ideoloji mücadelede mubah yol belleyenler bilmelidirler ki bu silah kullananların elini yakmadan edemez.
MLKP derhal, özeleştirel olarak içine girdiği ve hiç bir aklı başında insanın onaylayamayacağı kötü kulvarı terk etmeli ve hatalarının sonuçlarından ders çıkarma yoluna girmelidir. Devrimci bir örgüt hatalarının sonuçlarından öğrenebildiği ölçüde sağlıklı bünyeye kavuşur, aksi tutum, güçlerinin güneş görmüş karı gibi erimesidir. Dost devrimci bir örgütün bir zamanlar aynı acıyı, aynı sevinci beraberce paylaştığı eski bir yoldaşını hiç yüreği sızlamadan, hiç ama hiç içi burkulmadan kurşunlaması ve ölüm fermanını öfkeyle yerine getirmesi hiçbir şekilde açıklanamaz. Eğer mutlaka bir açıklama yapmak gerekirse bu olsa olsa gelişmenin iletken telini, devrimci kanını vampir gibi emmekte aramaktır.
Dost ve devrimci gördüğümüz MLKP defalarca tarafımızdan uyarıldı ve yine uyarıyoruz; Karanlık bir yolda ilerliyorsunuz ve bu yol fikri zincire vuran ve onu kemikleştiren kötünün de kötüsü bir yoldur. Beyinlere kodladığınız ve karşı devrime doğrudan hizmet eden bu yol, devrime değil devrim düşmanlığına hizmet eden bir yoldur. Kemal Yazar’ı katletmekle gelişmenin iletken telini yakaladığınızı ve siyasal ideolojik gövdenizi güçlendirici aşı yaptığınızı düşünüyorsanız rüya görüyorsunuz.
Bir fikri geliştirmenin en iyi yolu onu yasaklamaktır. Karşıtıyla mücadelede onu yasaklamak, onu şiddet araçlarıyla sindirmek onu esasta güçlendirir, geliştirir. Makaslamakla, zapturaptla ve en acısı da devrimci kanına girenler ancak kendi zayıflıklarını, güçsüzlüklerini dile getirebilirler. Anlaşılan bazıları güçsüz bedenlerini şiddet araçlarıyla harekete geçirmeyi çözümsüzlüğün çözümü olarak görüyorlar. Ama nafile!
MLKP’nin dikişleri tutmayan bu yönteme bir son vermesi halka karşı, sınıfa karşı en büyük sorumluluğudur. Üstelik bu devrimci harekete karşı da vazgeçilmez görevleridir. Bunu başardıkları ölçüde saygınlık kazanabilirler. Bir örgüt kendi saygınlığını ancak kendi elleriyle zedeleyebilir. Ve MLKP buna parlak bir örnektir.
Denilebilir ki, MLKP’yi devrimci kanı dökmeye, daha dün yoldaşı olan devrimcilere karşı kör dövüşüne iten ideolojik zemin nedir?
Elbette bunu yapanların ideolojik gıdasını aldıkları, beslendikleri bir kaynak olmalıdır. Evet, bu kaynak vardır ve bu kaynak, her şeyden önce esas olarak monolitik parti anlayışıdır. Hocacılığın beslendiği makaslama, zapturapt ve şiddet çizgisidir. İlerlemenin motor gücünü iki çizgide aramayan, tartışma, ikna, fikri çatışmayı rafa kaldıran bir anlayışın, Hocacılıkla beslenen bir örgütün gelip dayandığı yerdi bu. Bu yerde Hocanın kanatlarıyla uçmak, onun koltuk değnekleriyle gövdesini harekete geçirmek asıl olandır. Yaslandıkları ideolojik temel, onları halk arasındaki, devrimci örgütler arasındaki mevcut çelişkileri ideolojik mücadele silahıyla değil, bu güzergaha tamamen yabancı şiddet araçları güzergahına çivilemiş bulunmaktadır.
Böyle bir çizgiden muzdarip olanların da gelip dayandıkları yer devrim ve sosyalizm mücadelesine önemli derecede zarar, halka ve devrimci örgütlere muazzam ölçüde zarar taşımasıdır. En basit örneğini Kemal Yazar’ın katledilmesinin hemen sonrasında gördük. Örneğin Avrupa’da tüm devrimci basının sergilendiği ve sıcak karşılandığı, takip edildiği, demokrat insanların uğradığı kahvelerin hiçbir dergi almayarak protesto etmiş olmaları öğretici olsa gerek. Halktan insanlar, geri bilinçli insanlar şu veya bu yapının çizgisinin belirleyiciliği noktasında belli ayrımları koysa da, bunu yaklaşımlarıyla hissettirse de genelde devrimci olarak görür ve öyle yaklaşır. Dolayısıyla bu infaza yaklaşımları da devrimciler bir devrimciyi öldürdü şeklinde olmuştur. Görüldüğü gibi, bu tür karşı devrime hizmet eden eylemler hangi örgütten gelirse gelin, tüm devrimci yapılara önemli ölçüde zarar vermektedir. Ve eğer MLKP bu çizgide adamakıllı kökleşme yolunu seçerse en sert şaması halktan görecektir.
Şu an devrimci kanı içmiş bir MLKP ile karşı karşıyayız. Bu MLKP’nin devrimciliği önemli ölçüde lekelenmiş devrimciliktir. Devrimci kanı ile lekelenmiş dostları karşısına almakla lekelenmiş, tabanını, bir zamanlar yarım ekmeğini en zor koşullarda, en sıcak mücadelelerde birlikte paylaştığı, insanlara karşı öfke seliyle lekelenmiş bir devrimciliktir. Ve bu devrimcilik tarihi kendi dar ve bağnaz ufku içinde bağlayan sakatlanmış bir devrimciliktir. Ve eğer bu çizgide kökleşerek devam edilirse MKLP bunun sonuçlarını şimdiden hesap etmelidir.
MLM’ler, MLKP’nin Kemal Yazar’a karşı, bu devrimci insana karşı, KPİÖ/GMK üyesi bu ön saflarda olan devrimci insana karşı giriştiği infazı şiddetle kınamayı ve MLKP’yi bu satırlarla bir kez daha uyarmayı zorunlu bir görev sayar.
Umarız ki, MLKP saplandığı bu çamurdan çıkma basireti gösterir ve dökülen kanın devrimci kanı olduğu gerçeğine çarçabuk ulaşır.
Ve soruyoruz MLKP nereye?!89
KURTULUŞ (DHKP–C Taraftarı):
“Darbe ve Kemal Yazar olayı”
MLKP’den ayrılıp KPİÖ adı altında faaliyet gösteren çevreden bir devrimci, Kemal Yazar, geçtiğimiz günlerde öldürüldü. Uzun süre resmi bir üstlenme olmadı. Daha sonra ise öldürme MLKP tarafından üstlenildi.
Kemal Yazar’ın öldürülmesi ve solun bu olay karşısındaki tutumu, darbe sürecinde takınılan tutuların iç tutarsızlığını, Devrimci Harekete karşı olmak için “sol iç i şiddet” vb. konusunda söylenenlerde ne ölçüde samimi olunduğunu oldukça açık bir biçimde ortaya çıkardı.
Örgütlerin iç sorunlarına müdahale etmeyiz, karışmayız. Ama eleştiri hakkımız var tabiatına da aynı çerçevede yaklaştık.
Kemal Yazar olayı nedir, açıklandığı kadarıyla bakıyoruz.
MLKP’den ayrılıyorlar. Adımızı kullanamazsınız diyor MLKP. Değiştiriyorlar. Para, silah vb. hepsinde bir anlaşma sağlanıyor. Bu tür sorunlara ilişkin bir iddia şu anda görünmüyor.
Yani Türkiye solunda bugüne kadar pek çok örneği görülen “ayrılık”lardan biri. MLKP’nin “cezalandırma” açıklamasında Kemal Yazar’ın suçu olarak bir “Yaralama” olayı anlatılıyor. Türkiye solunda yüzlercesi var. Yalnızca bundan hareketle böyle bir “cezalandırma” yapılacaksa, ortalık neye döner?
Darbe olayında adı üstünde bir “darbe söz konusuydu”. Hiçbir geleneğe, hiçbir kurala uyulmamış, “normal” bir biçimde de ayrılmamış, tersine bir bütün olarak harekete, önderi tutsak edilerek el konulmaya çalışılmıştı. Ve bu ihanetin gerçekleştirildiği süreç boyunca da onlarca devrimcinin ölümüne, operasyonlara yol açılmıştı. Hareketin silahları, para varlığı gasp edilmişti. Ve bir noktadan itibaren açıkça kontra faaliyeti yürütülmeye başlanmıştı. Biz bu noktaya kadar, tüm suçlarına rağmen süreci bir tartışma süreci olarak götürdük. Tüm bunlara rağmen, bu olayı geldiği o noktada “sol içi” görenler, Kemal Yazar olayını nasıl “sol içi” görmeme noktasına geldiler? Hangi verilerle? Bunun bir açıklaması görülmüyor.
Bizim tarihimizde de var ayrılıklar. 79’da bir grup ayrılmıştı örneğin. Platformcular denilmişti adlarına da. Ne yaptık, tartıştık, bir broşür yayınladık. Yollarımız ayrıldı. Ama zaten yürüyecek takatları yoktu, yolda kaldılar.
Darbe sorununda solun kafa karışıklığının nedeni onu bir “ayrılık” gibi görmesidir. Ortada örgütlerde görülen ve görülebilecek türden bir ayrılık yoktu. Öyle olsaydı neyi, nasıl yapacağımız geçmişimizden de bellidir. Bu konuda anlayışımız da bellidir.
Her örgüt kendisinden ayrılanları etkisizleştirmeye, tecrit etmeye çalışır. Bu bir yerde hakkıdır da. Her ayrılık örgütleri zayıflatır. Bu anlamda sübjektif ayrılıklara da karşıyız. Ama er ayrılığı fiziki olarak yok edip etkisizleştiremezsiniz. MLKP’nin de Kemal Yazar’a ilişkin açıklamasının, ne geçmiş açıklamalarıyla tutarlılığı vardır, ne de mevcut durumla. Ayrılanları etkisizleştirmeye çalışabilir. Ama bunun yolunun Kemal Yazar gibi “suçlarının” bile açıklanmakta zorlanıldığı öldürmelerden geçmediği açıktır.90

UZUN YÜRÜYÜŞ (TKP/ML–BİRLİK Taraftarı):
“Kemal Yazar’ın anısına”
Yansımalar
Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın çok güzel bir sözü vardır, der ki; “Eğer rakibine saldırmak istiyorsan, onun veremeyeceği şeyleri iste!” Sekiz yüz yıldır bu söz savaş isteyen her devletin parolası olmuştur. Ve ne yazıktır ki bu mantığın tipik bir örneğini MLKP, KPİÖ ayrışmasında hep beraber yaşadık, gördük. Olaylar şöyle gelişti: MLKP önce, kendinden ayrılan KPİÖ’de örgütün kalan mallarını istedi. Verdiler. Filanca yerde kalan örgüt kitaplarını istedi. Verdiler. Duisburf derneğinin çoğunluğunu ayrılan KPİÖ kitlesi olmasına rağmen, MLKP derneği de istedi, KPİÖ onu da tıpkı diğer malzemeleri verdiği gibi 10’a yakın örgütün bizzat denetiminde, gözetiminde verdiler. MLKP baktı ki her istediğini alıyor, bu sefer KPİÖ’den “adam” istedi. Yani KPİÖ’nün yönetici şahıslarını… MLKP ortak üretilen değerleri tek yanlı olarak zimmetine geçirirken şunu da öğrenmiş oldu. “Saldırmak için temel şart verilemeyecek şeyleri istemekti!” çünkü saldırmaya karar vermiş bir kere. Fakat KPİÖ “adam istenmesi ve sorgulanması konusunda da “evet” deyince (bir şart vardı yalnız bütün devrimci örgüt temsilcilerinin bulunduğu ortamda olacaktı bu sorgulama) MLKP baktı ki bu isteği de oluyor, hemen yan çizdi. Gerekçeyse tuhaftı “örgüt içi sırlar deşifre olacaktı ve kendi yalnız yargılamak istiyordu” Sanki ayrılanlar hala MLKP’nin adamlarıymış gibi. Örgütün içindeki kişilermiş gibi sorunu bir çırpıda “örgüt sırrı” yaparak reddetti MLKP.
Ve MLKP’nin saldırıları izledi bunu; önce yumruklarla, sonra sopalarla. Ve sonra silahlı saldırıları takip etti bunu. MLKP–YDK (Yurtdışı Komitesi) bu saldırıları Eylül 1995’te çıkardığı “Parti Her Şeyin Üstünde, Her Şeyden Önce Parti” adlı broşünde, hem dünya komünist hareketinin tarihin çarpıtarak, kendine benzetti, hem de en olumsuz örnekleri ön plana çıkartarak (özellikle şiddet unsurunu içeren örnekleri ön plana çıkartarak) kutsadı. Kendi karşı devrime hizmet eden şiddetini Marksist kılıfla gizlerken, kendi kadrolarına da gözdağı verip “şartsız itaat” istemeyi ihmal etmeden “şiddet” politikasını çizgi haline getirdi. Ne kerametse bu broşürde E. Hoca’dan bolca alıntılarla şiddet yasallaştırılırken Stalin’in, Troçki gibi bir adama karşı bile o engin sosyalist demokrasi anlayışı görmezden gelindi. Mao’nun Teng Siao Ping’e karşı bile hiçbir zaman şiddet unsurunu ön plana çıkarmadığı sosyalist zenginlik görülmedi, saklandı gözlerden. MLKP saldırılarını böyle kutsarken onlarca saldırı yaptı. KPİÖ’ye, hem de bütün örgütlerin gözleri önünde, KPİÖ’ye “karıkoca” örgütü diyen MLKP, önce bir bayanı kaçırdı, ardından “K”yi. Daha sonra “M” ve “S” isimli şahısları bütün örgütlerin katıldığı bir toplantıda öldüreceğini ilan etti ve bunu Kemal Yazar’ın MLKP tarafından öldürülmesi izledi. MLKP şiddeti doruğa çıkardı. Atılım gazetesi ne acıdır ki, bu olumsuzluğu üstlendi.
Büyük devrimci, güzel insan Kemal Yazar’ın öldürüldüğü gün herkes sustu. Bıçak açmadı kimsenin ağzını şaşkınlıktan. Ve o günün gecesi bütün Duisburg’un üstüne kara bulutlar çullandı, sağanak bir yağmur yağdı bütün bir gece, gök gürledi uzaklardan, pencereleri yaladı yağmur suları, damları dövdü kör karanlıkta rüzgar, inim inim içimizi sızladı, yüreğimiz yandı, acı ve elem dolup taştı o gece ve binlerce soru işareti…
MLKP’ye çağrı
Değerli arkadaşlar!
Eleştiri arifi olgunlaştırır, cahili hoyratlaştırır derler, sözlerimizden eleştirilerimizden alınmayınız… Devrimci değerlere sahip çıkmak erdemdir, dalkavukluk değil. Picasso’nun dediği gibi “Biz gördüklerimizi yazdık, çizdik, suç bizim değil. ” Saldırılarınızı durdurun.
Niye sadece biz eleştiriliyoruz, yalnız biz mi devrimci kanı döktük diye tepkici davranmayınız, bu yazımız bunu yöntem, çözüm olarak gören bütün yapılar için geçerlidir.
Herkesin yaptığı yanına kaldı, unutulur diye düşünmeyin. Unutulmaz!
Platon’un dediği gibi “Demirle gelen, tunçla çöker!”
Gönüllü birlik yaptığımız devrimci davada, gönüllü ayrışımlara karşı zoru dayatmayalım. Bu gönüllülük ülküsünü kötüye kullanmak olur. Bu yöntemler devrimci davaya çok daha büyük zararlar veriyor. Kitleler devrimci örgütlerde gittikçe uzaklaşıyor. Kadrolar suskun birer memurlar haline geliyor, iç tartışmaları ve gelişmeleri de dumura uğratan yanlış tavırlardır bunlar. Kanı durdurun!
Uğruna dövüşülen sistem sosyalizm ise (ki öyledir) insanın insan olarak en değer kazandığı yerdir gittiğimiz yol, en geniş demokrasi insan unsurunu en serbest gelişmesi orada olacaktır şüphesiz. İnsan o zaman da düşünecek, farklı şeyler ütecek, farklı görüşler ileri sürecek… Daha binlerce yıl sürecek olan sınıf mücadelesinde halk güçlerine karşı eğitim, dönüşüm ve ideolojik mücadeleyi esas almayarak şiddeti ön plana çıkarmak, işi başında çıkmaza sokmak demektir. Sosyalist toplumda da sürecektir bu farklılıklar, ayrışmalar, işte Sovyetler! İşte Çin, İşte Arnavutluk…
Bu ülkelerdeki sosyalist inşalar dışarıdan saldırılarla yıkılmadı. Aynı komünist önderliklerin hatalarını sistemleştirip, yozlaşması sonucu halk düşmanı birer parti durumuna gelmediler mi? Ayrışmaya yüz tutmuş bir grubu ya da kişiyi, disiplinle, örgütsel kararlarla “birlikte” tutmak mümkün mü? Hayır! Doğum yapmakta olan bir kadına “karar aldık, örgüt kararı doğum yapmayacaksın” demek mümkün mü? Evet! Ama onu öldürerek. Saldırılarınızı durdurun!
Dünya devrim tarihinin gösterdiği gibi, devrimin ilerlediği ve gerilediği dönemlerde her örgütte ayrışmalar ve çalkalanmalar olmuştur. İlla da komünist olması gerekmez bu örgütün. Böylesi durumlarda şiddet unsurunu öne çıkarmak, disiplin ve silah yöntemiyle engellemek, ülkemizi ve sosyalizmi halklar hapishanesine çevirir ve böyle bir yaklaşımın sosyalizmle uzaktan yakından ilişkisi yoktu. Kanı durdurun! Bunu bekliyor sizden yüreği devrim sevdasıyla çarpan herkes. Kanı, devrimci kanı akmasını durdurun!
Bütün devrimci örgütlere çağrı
Kıymetli örgüt yöneticisi, önderi, devrimin büyük kurmayları, arkadaşlar! Değerli kadrolar, dağı yol, fabrikayı cephe, sokakları barikat yapan devrimin savaş tanrısı militan! Kanı durdurun!
Devrimini yapmış hiçbir ülkede bugüne değin, tek bir örgüt, tek bir parti iktidara gelmedi. Her devrimci örgütün bir diğerine ihtiyacı olduğu gerçektir. Düşmanın bütün gücüyle yüklendiği, saldırdığı devrim cephesi, kan ve can pahasına mücadele ederken imkansızı mümkün hale getirirken, devrimciler arası şiddet bir kabus gibi çöktü umudun üzerine. Kanı durdurun!
Kitleler öcü gibi kaçar oldu devrimcilerden ve devrimci arası şiddet, düşmanın şiddetinden daha büyük yaralar açtı toplumda, devrimci saflarda. Örgütlere karış güvensizlik ve inançsızlık aldı başını gidiyor. AB örgütü fark etmiyor kitleler için, devrimci değerler ülkemiz tarihinde hiçbir zaman bu ölçüde erozyona uğramadı. Bu olumsuz gidişi durdurun! Bu olumsuz gidişata dur demeden kitleselleşmeyi hiç kimse beklemesin. Devrimci değerlere sahip çıkınız. Hiçbir yapılanma bu tür sürtüşmelerden ufak hesaplar yapıp, siyasal çıkar sağlama yoluna gitmemelidir. Akan kan devrimin kanıdır, hem kişilerimizi hem de kendi halkımızı kaybediyoruz. Hiç kime bu olaylara seyirci kalamaz. Y ada “sorun ideolojik siyasi kökenlidir” diyerek şiddet uygulayan örgütün şiddetini kesmesi için siyasetini değiştirmesi, kökünden kopması beklenmemelidir. Böylesi gerekçelerle saldırılar doğallaştırılamaz. Böylesi gerekçelerle saldırılara karşı pratik tutum alınması ertelenemez.
Veyahutta, “bir tek bizim örgütün tavır almasıyla iş bitmiyor” gibi gerekçelerle tavırsızlık ve kadercilik, olayların kuyruğuna takılıp, seyirci kalmak tavrı kutsanıp, yerleştirilemez. Akan devrimci kanını durdurun!
Bildirilerin ve sözlü eleştirilerin yapılması elbette ki iyi bir şeydir. Ama görüldüğü gibi söz ayağa düşmüş, bildiriler önemsenmemiş, önemsenmemektedir de. Pratiğe hizmet eden, yaptırım gücü olan kararlar almanın zamanı gelmiştir, geçiyor da…
Daha kaç devrimci, devrimci kurşunlarıyla ölmeli?
İttifaklar, eylem birlikleri, dergi platformları… politikalarınızı yeniden gözden geçiriniz. Caydırıcılık taşıyan ve pratiğe hizmet eden çabalar bekliyor sizden gözaltında çocuğu kaybeden ana, yüreği devrim içi çarpan herkes!
Anti faşist cephenin kurmayları, devrimin ağır topları, güzel insanlar. Bu çağrı milyonların çağrısıdır.
Kanı Durdurun!
7 Ekim 1996
Oturan Adam (Mücadele gazetesi ve Güney Dergisi yazarı), Duisburg ve München’den bir grup devrimci.)91

DEVRİMCİ ÇÖZÜM:
“MLKP “zorla neyi amaçlıyor?”
Türkiye solundaki çarpık örgüt anlayışını en iyi ortaya kayan olgulardan biri de birlik–ayrılık döngüsüdür. Örgüt gerçeğine, ideolojik–siyasi yönüyle değil, güç statü açılarından bakıldığını; örgütün, yapının mücadelenin de yattığı görevleri yerine getirmenin bir araç olarak değil, ele geçirilmesi gereken bir metot, bir amaç olarak görüldüğünü en iyi ve en açık haliyle bu birlik–ayrılık süreçleri ortaya koyar.
Birlik.ayrılık çekişmeleri (hatta çatışmaları) yıllardır oportünist–revizyonist solun mahkum olduğu, dönüp dönüp aynı yere geldiği bir kısırdöngüdür. Gündeme gelmesini belirleyen olgu ise her zaman güçsüzlük olmuştur. Gelişemeyen, güç olamayan oportünist–revizyonistler, örgüte mücadeleye kafa sayısı olarak baktıklarından, örgüt–mücadele olgularının nitel yönünü hiçbir zaman kavrayamadıklarından “güç” olmanın yolunu hep bu tür yön. temlerde aramışlardır.
Önce büyük tantanalarla birlik ilan edilir, konferanslar, kongreler düzenlenir, kitaplar yayınlanır, özveri gösterilerinde bulunulur, yeni bir isimle yeni ve güçlü bir yapı yaratıldığı iddia edilir. Görünüş muhteşemdir, idealdir ama perde arkası çok daha farklıdır. Bütün teorik sorunlar, ayrılıklar “sonra” ele alınmak üzere bir kenara atılmış, görüşmeler yeni yapının kilit noktalarının elde edilmesi üzerinde odaklaşmıştır Pazarlıklar çok sıkıdır, üç sizden, iki bizden, şurası bizim, arası sizin vb…; sonuçta birleşen iki örgüt değil, paylaşılan yetkiler vardır. Doğaldır ki, böyle bir birleşme” özünde yeni çatışmaların, güç kavgalarının başlangıcı olacaktır.
Biraz derinlemesine ele alındığında, böyle birliklerin hiçbir teorik, hatta maddi temelinin bulunmadığı kolaylıkla anlaşılır. Çok farklı yerlerden gelmişlerdir, hatta birbirleriyle çatışmışlardır. İnsanlar birbirlerini hiçbir zaman yakın görememişler. dır, hatta belli bir seviyenin altındaki insanlar karşı yapıdaki insanlarla bir araya gelmeyi akıllarına bile getirmemişlerdir. Yani ideolojik–siyasi birlik noktasından ele almaya bile gerek yoktur. Kaldı ki, birleşenler de böyle bir şeyi zaten dert edinmiyorlar.
Sonra çelişkiler başlar tabii ki. Tasfiyeler gündeme gelmiş, bir taraf kesin egemenlik kurma yolunda adımlar atmıştır.
Yine sorunun ideolojik bir yönü yoktur. Tartışmalar neden o insan; onun geldiği yer burası, her yerde onlar var vb. çerçevesinde sürer. Bunun bir adım sonrası ayrılıktır. Bu kez ayrılıkların gerekçeleri ve bu ayrılığı bastırmanın kılıfları, yöntemleri hazırlanmaya başlanır. Başlangıçtan itibaren hiçbir bilimsel temeli olmadığı için sonuçta da (ayrılık noktasında) bilimsel bir açıklama göremeyiz. Yöntemler de. buna uygun olur: Çatışmalar, adam kaçırmalar vb. çirkinlikler…
MLKP içinde yaşananlar bu birleşme ayrılma kısırdöngüsünün son örneğidir. Gelişme yukarıda özetlediğimiz klasik birleşme ayrılık senaryosuna tamamıyla uygundur; yeniden özetlemeye gerek yok:
Birleştiler, paylaştılar, anlaşamadılar, ayrıldılar…
Herkes istediği ile, istediği zaman birleşir ve ayrılır. Buna kimse karışmaz. Ama bütün bunlar sonuçlarıyla devrimci mücadeleye zarar veriyor, halkların nezdinde olumsuz bir manzara yaratıyorsa, bu mücadelede katkısı, çıkarı olan herkesin bu olumsuzluklara dur deme hakkı vardır:
MLKP’nin bugün yaşadığı ve sonuçlarını herkese dayattığı ayrılık süreci böylesi bir olumsuzluk içermektedir. Dergi büroları basılıyor, insanlar kaçırılıyor, ‘ajan, işbirlikçi” senaryoları piyasaya sürülüyor, vb…
MLKP’nin tüm bunları Türkiye devrimci hareketine dayatmaya hakkı yoktur. Birleşme ve ayrılığını olumlu sonuçlarıyla Türkiye halklarına mal edebilmeliydi. Ama bunu yapamadı. Bu noktada yarattığı olumsuzlukların sonuçlarına herkesin katlanmasını bekleyemez. Hiçbir birleşmenin ayrılık yaratmayacağı yönünde bir garantisi olamaz. Ki, MLKP de ilk birleşme adımlarını attığında bunun için bir hazırlık süreci öngörmüş ve yaklaşık bir yıl MLKP–K örgütlenmesiyle böyle bir hazırlık sürecini yaşamıştır. Ancak bu hazırlık süreci “doğal” gelişimi içinde kendi sonuçlarını yaratmış ve ortaya bugün kendisini KP–İÖ diye tanıtan bir grup ortaya çıkmıştır.
Esas olarak TKP–ML Hareketi kanadından gelen insanların oluşturduğu bu grup çeşitli yazılarıyla bu “birlikten neden–ayrıldıklarını ortaya koymaktadır. Ki bunlar bizim yukarıda tanımladığımız birleşme–ayrılık kısırdöngüsünün özelliklerini yansıtan gerekçelerdir. Özü bir kanadın MLKP içinde tasfiye hareketini başlatması ve egemen hale gelmesidir. MLKPnin bunlara yaklaşımı ise yine kişisel temelde, bugün. kadar da somutlanamayan ve artık tasfiyeciliğin klasik gerekçeleri haline gelen ‘olanaklara el koyma’, ‘ajan kuşkusu’, “suçlu” vb. türünden suçlamalardır. Bunlar birbirlerini tamamlayan ayrılık gerekçeleridir. Bir tarafın gerekçelerinde kendilerinin tasfiyesi öne çıkarılmaktayken; diğer tarafın gerekçelerini belirleyen olgu tasfiye edilenleri çeşitli biçimlerde suçlayıp tasfiyelerin gerekçe yaratma çabasıdır. Bir birleşme daha böyle sonuçlanmıştır.92

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!