15 TEMMUZ KALKIŞMASINI PLANLAYANLAR, YAPANLAR “CIA’NIN BİZİM ÇOCUKLARI” DIR
15 TEMMUZ KALKIŞMASINI PLANLAYANLAR, YAPANLAR “CIA’NIN BİZİM ÇOCUKLARI” DIR
Türkiye’nin demokrasi ve demokratikleşme serüveni, uğradığı beş ayrı askeri darbe ve müdahale, yakın zamanda gördüğümüz “post modern darbe”, bir gece yarısı gelen “e-muhtıra” ve ardından yaşanan “15 Temmuz 2016 kalkışması” ile hâlâ sancılı bir şekilde devam ediyor. Yakın çağ siyasi tarihimize baktığımızda ülkemiz, 27 Mayıs, 12 Eylül gibi iki askeri darbe, 12 Mart’ta da yarı darbe (memorandum) gördü. 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963’te Albay Talat Aydemir’in liderliğinde kalkışma girişimlerini yaşadı. Albay Talat Aydemirin liderliğindeki 22 Şubat-21 Mayıs ayaklanmaları olarak geçen kalkışmalar, kalkışmaya kalkanların ilk defa idam edildiği girişimler olarak yerini almaktadır.
Yine, 15 Temmuz 2016 Cuma günü, Türkiye’de parlamenter demokrasi kesintiye uğratılmak istendi. 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında TSK bünyesinde yer alan ve kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak tanımlayan cuntaya bağlı askerler, kalkışmada bulunmuşlardır. Millet ve demokrasi düşmanı bu hain kalkışma, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından 36 yıl sonra gerçekleştirilmiş olan ilk doğrudan teşebbüs olarak kayıtlara geçmiştir.
15 Temmuz 2016 ihanet kalkışmasının beşinci yıl dönümündeyiz. TSK içinde yuvalanan, ABD/NATO ile irtibatlı cuntalar, kriminolog gruplar 15 Temmuz gecesi hain bir kalkışma ortaya koydular. ABD’nin ‘Our boys – bizim çocuklar’ dediği, NATO’cu zihniyete sahip kalkışmacılar, milletin evlatlarına bomba ve kurşun yağdırmıştır.
Ankara ve İstanbul’da, Cumhurbaşkanlığı, parlamento, emniyet ve kamu binaları savaş uçaklarıyla bombalandı. Akıncı Üssü’nden havalanan F-16’larla, Gölbaşı’ndaki Özel Harekât Daire Başkanlığı’na saldırdılar. Kahraman Özel Harekât polislerinin üzerine, hunharca bomba ve kurşun yağdırdılar. Açılan ateş ve atılan bombalar sonrası Gölbaşı Özel Harekât Merkezi’nde 51 canımız, vatan evladımız şehit oldu. O gece kahramanca şehadete yürüyen şehitlerimizin büyük çoğunluğu, hendek operasyonlarında gazi olmuştu.
15 Temmuz kalkışmasında Akıncı Üssü’nde görev alan F-16 pilotları ve diğer merkezlerdeki kurgulanmış alçaklar birer robot gibi, verilen emirleri mekanik bir şekilde yerine getirmişlerdir. Kendilerine ‘Yurtta Sulh Konseyi’ adını veren, küresel şer odaklarla ilişkisi ve irtibatı olan ihanet konseyinin komuta ettiği kalkışma sonucunda 251 vatan evladı şehit düştü. 2000’den fazla vatan evladı yaralandı.
Genelkurmay’da, özel kuvvetlerde, jandarmada, emniyette, meydanlarda birçok vatan evladı, silahlı kalkışmada bulunan hainlere karşı hayatları pahasına direnmişler ve sivil kahramanlarımızla beraber destan yazmışlardır. Vatanın has evlatları, gözlerini kırpmadan, kendilerini feda ettiler. Vatan için, millet için şehit düşmüşlerdir.
Türkiye 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de tank sesiyle uyanmıştı. 15 Temmuz 2016 gecesi ise sokağa çıkan, namlusunu millete çeviren tankların yolunu, milletin evlatları kesmiş, tankların üzerine çıkmış, yağan bombalara, kurşunlara rağmen kalkışmaya boyun eğmemiştir. Milletimiz; tarih yazmış, destan yazmış, hain kalkışmayı durdurmuştur.
Demokrasi ve millet düşmanı kalkışmayı aziz milletimiz engellemiştir. Devlet içine girmiş kriminal, kripto yapıların ve onlarla iş birliği yapan kliklerin kalkışma girişimini boşa çıkarmış, demokrasiye, cumhuriyete kanıyla, canıyla sahip çıkmıştır.
ŞEHİT ASTSUBAY ÖMER HALİSDEMİR, ŞEHİT ALBAY SAİT ERTÜRK HAİN KALKIŞMA GİRİŞİMİNİN SEYRİNİ DEĞİŞTİRDİLER
Ruhlarını iblise satmış hainlerin, milletin evlatlarının üzerine acımasızca hem de soğukkanlı bir şekilde tereddüt etmeden nasıl bombalar ve kurşunlar yağdırdıklarını, 15 Temmuz kalkışmasında gördük.
15 Temmuz gecesinin en kıdemli ve etkili kahramanlarından biri 66’ncı Zırhlı Mekanize Tugayı’nda şehit düşen Kurmay Albay Sait Ertürk. . . 15 Temmuz gecesi şehit düşen en rütbeli askerimiz oldu. Rütbesi Albay ama kendisi ‘Mehmetçik’ idi. Peygamber Ocağı’nın şerefli bir mensubuydu.
Şehit Ertürk,15 Temmuz gecesinde İstanbul’daki darbe girişimine mâni olan gerçek kahramanlarından biri. Kalkışmacı hainlerin İstanbul’daki girişimine, tankların ve zırhlı araçların, mühimmat yüklü helikopterlerin ve tugaya yuvalanmış hainlerin İstanbul sokaklarına dağılmasına mâni oldu.
15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleştirilen hain kalkışmada kilit isimlerden biriydi Ömer Halisdemir. . . 15 Temmuz kalkışmasının seyrini değiştiren ve kalkışmaya karşı direnişin temsili haline gelen Ömer Halisdemir Özel Kuvvetler komutanlığı karargahında şehit edilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda Arıburnu’ndaki 1915’deki Bombasırtı muharebelerini anlattığı şu satırlar tarihe bir not olarak düşülmüştü:
“Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir bezginlik bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kur’ân-ı Kerîm, cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur. “
Gazi Mustafa Kemal’in bu cümlesi 15 Temmuz’da gerçek oldu: hain kalkışmanın seyrini değiştiren adam Şehit Ömer Halisdemir. 15 Temmuz’un seyrini değiştiren, kendisi de şehit edilen Astsubay Ömer Halisdemir’i, Albay Sait Ertürk’ü, o gece vatanı ve milleti için şehit düşen aziz şehitlerimizi büyük Türk milleti asla unutmaz!
KALKIŞMA İHBARI GELMESİNE RAĞMEN KOMUTANLAR DÜĞÜNDE MİLLETİMİZ MEYDANLARDA
TSK içinde yuvalanan cuntaları seyreden kalkışmaya kalkan hainleri engelleyemeyen, altını tutamayan, komuta kademesi kalkışmadan kendilerini sıyıramaz. Zafiyetleri açıkça ortadadır.
15 Temmuz kalkışması ile ilgili saatler, olaylar, açıklamalar ve ifadelerdeki çelişkiler, ayan beyan ortadadır. Planlanan kalkışma, başlamasından 12 buçuk saat önce açık açık ihbar edilmiştir. Yapılan kalkışma ihbarının, ciddiyetle değerlendirilmemesi ve önlenememesi, tam bir aymazlıktır.
MİT, saat 16. 00’da bildiriyor. Kalkışmadan haberi olan Hulusi Akar, Hava ve Jandarma komutanlarını niye karargâha çağırmadı? Üst düzey komutanların düğünde dernekte olmasına niye müsaade etti? Böyle komutanlık olmaz! Komuta kademesinin yönetim zafiyeti ortadadır. “Sağa sola emirler gönderdik” diyerek kendilerini aklamaya çalışmasınlar.
TSK’da, darbe ve kalkışma çalışmalarını. Planlarını, göremeyen kliklerin ve kriptoların ordunun kalbine kadar sızmalarını seyreden, seyirci kalan ve kalkışma sonrası bir de kalkışmacılar tarafından makamlarından alınarak ters kelepçe takılarak götürülen generaller kahraman gibi gösterilemez. Kalkışmacılar tarafından rehin alınan Genelkurmay Başkanı, Kara, Hava, Deniz, Jandarma, Donanma komutanları saatlerce kurtarılmayı beklediler. Deniz Kuvvetleri komutanı ise İstanbul sokaklarında sık sık yer değiştirerek kaçmıştır.
HULUSİ AKAR, SARAY’A OLAN DERİN HİZMETİNİN KARŞILIĞINI MİLLİ SAVUNMA BAKANI OLARAK ALDI
Başta Genel Kurmay Başkanı Org. Hulusi Akar olmak üzere diğer kuvvet komutanları görevlerini kurtarıldıkları gün bırakmalıydılar. Derdest edilen, işgal ettikleri makamların altındaki subaylarının kalkışma girişiminden, haberdar olamayan, gereken önlemleri almayan bu generallerin o makamlarda oturmamaları gerekiyordu. TSK’nın itibarına zarar veren bu komuta kadrosunun tekrar TSK’yı yönetmelerine izin vermek büyük bir yanlış olmuştur.
Cumhuriyet ve Atatürk aleyhindeki söylemleriyle bilinen Nuri Pakdil’i 27 Ocak 2017 Cuma günü Ankara’daki evinde ziyaret eden Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, AKP ye yaptığı derin hizmetin karşılığını alacak AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından Milli Savunma Bakanlığına getirilmiştir 15 Temmuz kalkışması ile ilgili meclise ifade vermeye gelmeyen NATO’cu Hulusi Akar, Kalkışmayı önleyen komutanmış (!) gibi AKP tarafından el üstünde tutulmaya devam ediyor.
CEMAAT TSK’YA YERLEŞİRKEN, KİLİT MEVKİLERİ ELE GEÇİRİRKEN, GENELKURMAY BAŞKANLARI, KOMUTA KADEMELERİ, ALAYI İZLEMİŞ VE SEYRETMİŞTİR
TSK içinde Gülenist klik, sistem içinde bir iktidar momenti yakalamış ve bu momenti AKP hükümetiyle koalisyon kurarak değerlendirmiştir. Gülenistler, TSK’da ordulaşırken, kilit noktaları ele geçirirken devlet, hükümetler, istihbarat kurumları seyretmiş, cemaat, cemaat olmaktan çıkmış, ordulaşmıştır. TSK içindeki kadrolarıyla kalkışmanın içinde yer almıştır.
Yargı, Yargıtay ve HSYK, cemaate teslim edilmeseydi, kumpas davaları yaşanmazdı. Kumpaslarla görevinden edilen askerlerin yerine Gülenist askerler gelmese, 15 Temmuz kalkışması yaşanamazdı. Türkiye’de devletin tüm stratejik kurumlarına sızan, devletin gizli bilgi ve belgelerine ulaşan, paralel bir yapılanmaya giden Cemaat TSK içinde çok özel ve çok gizli bir örgütlenmeye gidip Cemaat cuntası oluşturduğu yaşananlardan bellidir. Gülen Cemaati adeta kendi kurmay kademesini TSK’da oluşturmayı başarmıştır.
Cemaat, TSK’da görevli örgüt üyelerinden kadro oluşturarak Ordu da cemaat cuntası hazırlamıştır. TSK içerisinde yer alan mensuplarıyla kalkışmada kilit bir rol oynamıştır. Cemaat mensupları TSK’da ordulaşırken, kilit noktaları ele geçirirken devlet, hükümetler, istihbarat kurumları seyretmiş, cemaat, cemaat olmaktan çıkmış, ordulaşmıştır. TSK içindeki kadrolarıyla kalkışmanın içinde yer almıştır. Cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, en üstte kim varsa hepsinin yaverleri Gülenist çıktı. Genelkurmay karargâhının kalbine kadar girmişler, yaverleri, özel kalemleri, darbe kalkışmasının içinde yer alıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Gülenist yapılanma endişe verici boyutlara ulaşmasını görmelerine rağmen komuta kademesi seyretmiştir. Gülenist yapı kadrolarını general ve amiral yapmak, TSK’nin üst yönetimini ele geçirmek için soruşturma ve davalar açtırmıştır. Bu örgütten olmayan albay, amiral ve general kadrosunu tasfiye etmişti. Gülenist yapı mensuplarını albay ve general kadrolarına terfi ettirilmiş ve bu yolla önleri açılmıştır.
Cemaatin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) kalkışma girişiminde bulanacak kadar yapılanmasının sorumlusu TSK komuta kademesidir. TSK’de sayısal varlığını her yıl artıran cemaat, gücünü artırmak amacıyla “kumpas”lar kurarken onlara dokunulmazlık zırhı giydiren 19 yıldır ülkeyi yöneten siyasal iktidarda bu ihanetin baş sorumlusudur.
Türk milliyetçisi, subayların tasfiye edilmesiyle birlikte ordu içinde cemaatin önü açılmıştır. TSK da Türk milliyetçisi subaylar küreselci, Amerikancı/ NATO’cu yapı tarafından tasfiye edilirken Gülenist cuntayı ve ortaklarını koruyan, kollayan siyasal iktidardır.
15 Temmuz kalkışmasında TSK’da cuntalar, kriptolar, klikler cirit atarken, ordunun kalbine girilmişken, Komuta kademesi çok önceden görülen ve herkesin gördüğü cuntaları, hep seyretmiş, seyirci kalmış ve sonunda bu hain kalkışma yaşanmıştır.
DARBECİ GELENEĞİN KÖKLERİ İTTİHAT VE TERAKKİ’YE KADAR UZANIR
Meşrutiyetin ilânından sonra, ordu-siyaset ilişkisi açısından oluşan sosyal hareketler incelenecek olursa, günümüze kadar etkilerinin devam ettiği görülmektedir. Türkiye’de darbeci geleneğin kökleri, İttihat ve Terakki’ye kadar uzanır. İttihat ve Terakki’den günümüze hala ordu içinde darbeci bir damar bulunmaktadır. Kimi zaman bu damara basılarak çeşitli biçimlerle darbeler, müdahaleler yapılmıştır. Halen bu darbeci gelenek, demokrasiyi kesintiye uğratmak için demokrasi dışı, hukuk dışı yöntemlere başvurmaya devam etmektedir.
98 yıllık Cumhuriyet tarihimiz darbelerle, darbe koliklerle doludur. Hala demokratikleşemeyen, hala darbe sendromlarını üzerinden atamayan bir ülkeyiz. Bu ülkede sağda solda cuntalar cirit atmaya devam ettiği müddetçe, bu ülkede demokrasinin kökleşmesi uzun bir zaman alacaktır. Darbeci gelenek Ordu içinde damarını korurken, halen gece yarıları gelen e–muhtıra ve bildirilerle Türkiye nasıl demokratikleşecek?
Türkiye darbeciliğin, komitacılığın ve cuntacılığın bedellerini çok ağır ödemiş bir ülkedir. Artık Türkiye’de bu çağ dışı hastalıklı anlayış ve zihniyetin dönemi kapanmalıdır. Türk Demokrasi tarihinde darbe dönemleri karanlık dönemler olarak hatırlanmalı, bir daha bu dönemlerin yaşanmaması için herkesin demokrasiye sahip çıkmalıdır.
İhtilal ve muhtıra öncesinde ordu ve sivil bürokrasi içindeki darbeci eğilimler, kendilerini belli etmiş, cuntacılarla iş birliği yapan kadrolar askeri darbe sürecini hızlandırmaya yönelik kışkırtıcı–provokatif söylemler kullanmışlar, orduyu darbeye, devrime çağırmışlardır. Bu karanlık mahfiller önce fısıltı gazetesi vasıtasıyla toplumda korku havası yaymışlar, ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için kaosu tırmandırmışlar, çatışmaları yaygınlaştırmışlar, demokrasi dışı arayışlara zemin hazırlamışlardır. Bu süreçlere bakıldığında şunu açıkça görürüz. Kamuoyunda yakında darbe olacak, asker yönetime el koyacak söylentileri konuşulmaya başlamasının ardından askeri darbeleri muhtıraları getirmiştir.
Türkiye’de askeri darbelerin nedenlerinden birisi, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının kendilerini devletin asli unsuru olarak görmeleridir. TSK’nın 1960, 1971, 1980, 1997 ve 2007 yıllarında olmak üzere toplamda beş kez yönetime müdahale ettiğini, gündelik yaşamda çoğu kez “siyasal yargıçlığa” soyunduğunu, bir kurum olarak “vesayet düzeni”nin temel aktörü ve silahlı koruyucusu haline geldiğini görüyoruz.
Ordu, askeri müdahaleler yoluyla doğrudan devlet yönetimine el koyarken, yönetimin sivil siyasetçilere bırakıldığı dönemlerde, devlet yönetimine müdahil olma durumu Milli Güvenlik Kurulu (MGK) aracılığıyla devam etmiştir.
CUNTALAR VE CUNTACILIK GÜNÜNÜMÜZE KADAR VARLIĞINI SÜRDÜRMÜŞTÜR
1859 Kuleli Vak’ası’ndan beri değişik örneklerini gördüğümüz “cuntacılık” ve cuntalar ise günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Osmanlıdan günümüze Ordu da “komitacılık” bir virüs gibi yayılmıştır. TSK içinde cuntaların iktidar kavgaları yaptıkları geçmişten günümüze bilinen bir vakadır. Bugün, “darbe ile yönetimi ele geçirmek üzere ordu içinde kurulan gizli örgüt” anlamında da kullanılan Cunta, Türkiye siyasetine İttihat ve Terakki’nin bir armağanıdır. Aslen “heyet/komite” anlamına gelen İspanyolca kökenli (junta) Cunta zamanla siyaset literatüründe “darbeci” generallerin yönetimi” anlamını kazanmıştır.
TDK’ye göre cunta kelimesi anlamı şu şekildedir: Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluşan kurul. TSK’da sürekli darbe ve cuntacılık zihniyeti işlenmişse, bu devletin ve devlet kurumlarının tam anlamıyla demokratikleşmediğini askeri bürokrasinin sivil iradenin tam anlamıyla emrinde olmadığını göstermektedir.
Darbecilik ve cuntacılık, demokratik hukuk devletinde yönetimi ele geçirmek için başvurulan en ahlaksız, en pespaye bir yöntemdir.
TSK İÇİNDE “DEVRİMCİ SOL CUNTALAR” CİRİT ATIYOR
Ordu içinde bildiğimiz ilk cunta hareketi çok partili siyasi hayata geçiş döneminde, 1946 da karşımıza çıkmıştır. 1946 ortaya çıkan cunta yapılanması 1954 de daha belirgin halde görülecek, 27 Mayıs darbesini bu cunta yapılanması ve yapıyla ittifak eden yapılar gerçekleştirmiştir. 1960 sonrası cuntalara tarihidir 9 Mart-12 Mart 1971 olayı bunun sonucudur.
9 Mart’ta darbe yapmaya kalkan sol cuntalar 28 Şubat sürecinde karşımıza çıkmıştır. 9 Mart zihniyetinin, Sol/ Kemalist- MDD’ci Kemalist- Marksist ittifakın ve çizginin takipçileri 28 Şubat sürecinde sivil siyasete müdahale etmişler, Baasçı otoriter dikta rejimi kurmak istemişlerdir. Sivil iradeye boyun eğdirmişler ancak askeri bir müdahaleyi gerçekleştirememişlerdir.
Devrimci Sol cuntaların oluşumu 12 Mart Darbesi’ne giden süreç 12 Mart’ın başlangıcı 1968 kabul edilir. Ülkenin 12 Mart muhtırasına sürüklenmesinde cuntaların rolü büyüktü. Kemalist – sol cuntalar yeni bir askeri darbe hazırlıklarına 1965 yılında Harp Akademileri’nde başlamışlardı. Altı yıl boyunca fikirlerini olgunlaştırmış, örgütlenmelerini geliştirmişlerdi. Askeri cuntanın diğer bir uzantısı “sivil sol cunta” da basın yayın organları ve kitle örgüleri vasıtasıyla kadro çalışmalarına başlamıştı. 1969-1970 yıllarında Dev–Genç adlı Marksist gençlik örgütüyle temas kurularak, devrimci öğrenci gençliğin desteği de sağlanmaya çalışılmıştı. Bu çalışmalar 1971 başlarına kadar ciddi şekilde sürdürülmüştü.
SOL CUNTALARIN BELKEMİĞİNİ 27 MAYIS CUNTASI TEŞKİL EDİYORDU
Otoriter zihniyetli, anti-parlamentarist, Sol darbeci çizgi 12 Mart muhtırası öncesi ideolojik olarak kendini daha net göstermiştir. Kökleri, 1930’ların Kadro dergisine dayanan bu sol Kemalist çizgi, 1960’ların başında Yön Dergisi, 1969–1971 arasında da Devrim gazetesi etrafında örgütlenmişler, devrim planları hazırlamışlar, asker–sivil karışımı bir sol darbe yapmaya kalkmışlardı.
Ordu içindeki bir kısım subaylarla 27 Mayıs’ı yapan ve bunlardan parlamentoda “tabii senatör” olarak bulunan emekli ihtilalci subaylar, Kemalist askeri darbe için MDD’ci Marksist çevrelerle de temasa geçtiler. Ülkücü hareket düşmanı, demokrasi düşmanı, Türk milliyetçiliği ülküsüne düşman olan, sol cuntaların belkemiğini 27 Mayıs cuntası teşkil ediyordu. 27 Mayıs’ta hızını alamayan ihtilal yapmaya alışmış 27 Mayısçılar, ordu içindeki kendileriyle aynı fikre sahip subaylarla birlikte yeni bir darbe için cunta oluşturdular.
Devrimci /radikal subaylar, 27 Mayıs türünden, ordunun hiyerarşi zincirini yok sayan bir darbe düşlemektedir. 1971’in radikal darbesi, tıpkı 27 Mayıs’ın orgeneral Cemal Gürsel’i gibi, darbeciler tarafından seçilmiş birkaç korgeneral ya da orgeneral dışında, ordunun yüksek kademesini fiilen kenara itmeyi hedeflemektedir. Bu gerçeklik, doğal olarak ordu komutanlarını, ordunun hiyerarşik düzenini korumak için hemen harekete geçmeye yöneltecektir.
YÖN–DEVRİM DERGİLERİ SOL CUNTALARIN SESİ VE SÖZCÜSÜ OLMUŞTUR
1961–1971 yılları arasında yayınlanan Yön–Devrim dergileri Sol Kemalistlerin “yukarıdan devrim” özlemlerinin sözcüsü olmuştur. “Yukarıdan Devrim” özlemleri, askeri darbe hayalleri denildiğinde akla 1961–1967’nin Yön’ü, 1969–1971’in Devrim’i gelmelidir. 1930’larda Kadro dergisi etrafında örülen Kemalist anlayış 27 Mayıs 1960 darbesini takiben bir araya gelen Kemalist–sosyalist aydınların çıkartmış olduğu “Yön Dergisi” etrafında siyasi bir kimlik kazandırılmaya çalışılarak aksiyonlaşacaktır.
Yön dergisinin kapanmasından sonra 21 Ekim 1969’da çıkan haftalık “Devrim” dergisi Sol Kemalist çizgiyi devam ettirmiştir. Çok partili parlamenter sisteme ve çoğulcu demokrasiye kökten karşıdırlar. Tam demokrasiyi ve demokratik hukuk devletini savunanlar, onlara göre; “karşı devrimciler”dir. Kadro dergisinin ardılları olan Yön–Devrim taraftarları Küçük burjuva aydınları bünyesinde barındıran bir avuç elitist zümreye dayanan jakoben harekettir.
TÜRK BAAS’ÇILARI 9 MART’TA SOL DARBE’Yİ YAPSALARDI DİKTA REJİMİNİ KURACAKLARDI
Sol Kemalist cuntacı radikalizmin programı önce Yön’de işlendi. Devrim dergisi etrafında oluşturulan Asker – sivil karışımı kadroyla da MDD’ci darbe gerçekleşecekti. Doğan Avcıoğlu’nun tabiriyle “kadife eldiven içinde demir yumruklu” totaliter bir dikta rejimi kurulacaktı.
Yön, Devrim dergileri çevresinde ve Doğan Avcıoğlu’nun önderliğinde gelişen siyasi oluşum, 12 Mart’a giden sürecin önemli bir aktörü olmuştur. Asker-sivil aydın zümrenin öncülüğünde gerçekleştirilebilecek bir “devrim”i savunuyorlardı. Özellikle YÖN- Devrim dergisi bu düşüncenin öncülüğünü yapmış, Devletçiliği, Merkeziyetçiliği esas alan böyle bir yapının düşünsel zeminini hazırlamıştır; fakat onunla kalmış, Ordu içinde bazı istihbarat ve ittifaklar oluşturarak, düşünceyi eyleme dönüştürmeye çalışmış, bunda da bir hayli yol almıştır.
Baas tipi devrim ve rejim peşinde koşan antiparlamentarist Laikçi–Baascı/Faşist anlayış ülkemizi 12 Mart’a sürükleyen olaylarda başrolü oynamıştır. Yön Dergisinin fikirleri ile Arap Baas hareketi arasındaki benzerlikten dolayı Yön–Devrim çizgisine “Türk Baasçıları” denilmekteydi.
Kemalizm’in öz evlatları olan Yön-Devrim çevresi siyasette tek partili sistem ve otoriter yönetimi savunan, çoğulcu demokrasiyi reddeden asker-sivil aydın el ele verip çok partili rejimi silahlı bir devrimle yıkıp devrimci bir diktatörlük kurmayı amaçlayan laikçi-faşizan kişilerden oluşmaktadır.
Bu cuntanın sivil kanadını Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği “Yön-Devrim Grubu” teşkil ediyordu. Madanoğlu cuntasının teorisyeni ve beyni olan Doğan Avcıoğlu askeri bürokrasiyle çok yakından ilgileniyor, devrim planlarını da ona göre yapıyordu. TSK’yi darbe yapacak bir güç olarak görüyordu. Doğan Avcıoğlu Devrim gazetesinde “devrimci ordu gücü” namıyla bir güç yarattı. Askerleri kışkırtarak darbe ortamı hazırlamayı kendine amaç edindi.
TSK’DA “DARBE ÇALIŞMA GRUPLARI” HEP VAR OLMUŞTUR
Çok partili siyasete geçtiğimiz yıllardan günümüze demokrasi ve milli irade düşmanı, darbe çalışma grupları hep var olmuştur. 27 Mayıs 1960 öncesi, ordu içinde “darbe çalışma grupları” oluşturulmuştur. 27 Mayıs darbesini yapan darbe çalışma grupları daha sonra kendi içlerinde fikri ve siyasi ayrışmalar yaşamış, süreçten memnun olmayan Albay Talat Aydemir ve kendisiyle birlikte hareket eden bir grup asker iki kez kalkışmada bulunmuştur (22 Şubat 1962-21 Mayıs 1963). 12 Mart sürecinde ise sol cuntalar ordu içinde ‘Devrim Çalışma Grupları’ kurmuşlardır.
1970’lerin sonlarına doğru NATO merkezli Gladyo’nun elemanları, Türkiye için planlanan “İhtilal Şartlarını Olgunlaştırma” senaryosunu, Amerikancı bir askeri darbe yapma operasyonunu aynen yerine getirmiştir. Temmuz 1978’de Genelkurmay karargâhında Kenan Evren’in talimatıyla oluşan “Darbe Çalışma Grubu” tamamen NATO merkeziyle birlikte çalışmıştır. Orgeneral Haydar Saltık’ın başında bulunduğu, adına “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” denen karanlık yapı, ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için her şeyi planlamış ve uygulamışlardır. Ülkücü düşmanı Haydar Saltık’ın başkanlığındaki “DARBE ÇALIŞMA GRUBU”nda bulunanlar Washington’un “Bizim Çocukları”dır.
27 Mayıs 1960 sonrası iki kalkışmanın liderliğini yapan Albay Talat Aydemir’in zihniyetiyle 28 Şubat’ın aktörlerinden Güven Erkaya, Erol Özkasnak, Doğu Aktulga, Doğu Silâhçıoğlu’nun zihniyeti aynıdır.
1965-70 arasında TSK içinde kurulan Sol/MDD’ci cuntalarla 28 Şubat sürecinde Genelkurmay karargâhında Org. Çevik Bir ve Erol Özkasnak’ın kurduğu demokrasi ve milli irade düşmanı hukuk dışı yapılanma zihniyet olarak birbirinden farklı değildir. Milli Demokratik Devrim’ci (MDD) radikal subaylarla, 28 Şubat sürecinde “BATI ÇALIŞMA GRUBU” kuran radikal subaylar aynı siyasal zihniyete mensuplardır.
9 Mart 1971 günü, Hava Kuvvetleri karargâhında devrim toplantıları yapan, devrim kabinesi hazırlayan, “Devrimci Çalışma Meclisi”, demokrasiye ‘balyoz’ vurmak isteyen anti-Parlamentarist radikal subaylarla, 2003 Mart’ında 1. Ordu’da yine “Darbe” planları hazırlayanlar arasında zihniyet farkı yoktur. 9 Mart 1971 günü MDD’ci darbe yapmak isteyen generallerin en radikallerinden Tümgeneral Celil Gürkan’ın aynadaki yansıması 2003 sürecinde Org. Çetin Doğan’dır.
9 Mart cuntası, 28 Şubat’ta, E- muhtırada (27 Nisan 2007) hortlamıştır. 12 Mart öncesi Hava, Kara ve Deniz Kuvvetlerinde kurulan “BATUR ÇALIŞMA GRUBU” ile (12 Eylül öncesi) Temmuz 1978’de Genelkurmay’da kurulan “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” 28 Şubat’ta TSK içinde kurulan “BATI ÇALIŞMA GRUBU” ve devamında Birinci Orduda kurulan “DOĞU ÇALIŞMA GRUBU” arasında hiçbir fark yoktur.
12 Mart öncesi, darbe şartlarını olgunlaştırmak için, “Anıtkabir’in bombalanmasını” bile planlayan MDD’ci sol cuntalarla, 15 Temmuz 2016 kalkışmasında “ÖZEL HAREKET MERKEZİ”ni bombalayarak 50 vatan evladını şehit eden vatan hainleri arasında hiçbir fark yoktur.
Batı Çalışma Grubu ile “Saray Çalışma Grubu” arasında izledikleri yol ve yöntemler açısından bir fark yoktur. Faşist, militarist totaliter zihniyete sahip kirli, karanlık ve anti demokratik çalışma gruplarının hepsi demokrasi düşmanlarıdır. MGK toplantılarına konu olanlar sistemin kırmızı kitapçığına yerleştiriliyor. Bütün bu illegal çalışma grupları hukuk dışıdır, demokrasi düşmanıdır.
ABD/NATO, 15 TEMMUZ KALKIŞMASINI BİLİYORDU
15 Temmuz 2016 kalkışmasını ABD’nin Ortadoğu’daki istasyon şefleri olan CIA mensupları, NATO’daki Amerikan subayları, Rusya’nın Türkiye ile ilgili ajanları Putin’in özel danışmanları biliyor. Bilmeyen yok!. .
Türkiye’de görevli ABD’li ajan-diplomatlar, CIA mensupları, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 1993 süreci, 28 Şubat, 27 Nisan e – muhtıra dahil olmak üzere, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri, ordu içindeki kaynamaları, cuntaları, askeri müdahale ve muhtıra hazırlıklarını ve komuta kademesinin siyasi eğilimlerini, Washington ve Pentagon’a düzenli bir şekilde rapor etmişlerdir. NATO komutanları kurdukları ilişkiler ağıyla Türkiye’de olup biten birçok siyasi olaydan, gelişmeden anında haberi olmuştur ve yönlendirme de yapıyordu.
27 Mayıs ve 12 Eylül darbesinde, ışıkları sabaha kadar yanan ve sürekli hareketliliğin yaşandığı tek yer, ABD Büyükelçiliği ve JUSMAT (ABD askeri yardım kuruluşu) binasıydı. ABD elçiliği, 27 Mayıs, 12 Eylül darbesini ve 12 Mart muhtırasını, 28 Şubat sürecini, 27 Nisan e–muhtıra haberlerini Washington’a ve Pentagon’a nasıl haber vermişse, 15 Temmuz kalkışmasının öncesi ve sonrasını da mutlaka vermiş ve bilgilendirmiştir.
Bir dışişleri diplomatı, bundan 50 yıl önce şunu söylüyordu: “CIA Brüksel’deki NATO paravanı altında ardında ağlarını, Türk hükümetlerini kontrol etmek, tehlike sezdiği anda devirmek için kurmuştur.”
KÜRESEL EMPERYALİST ABD İKİ YÜZLÜ SİYASETİNİ DEVAM ETTİRMİŞTİR
15 Temmuz gecesi gerek Amerika gerekse Avrupa ülkeleri bekle-gör politikasını tercih etmişlerdi. Ne zaman ki kalkışmayı milletimiz püskürttü, kalkışmaya kalkan hainler geri çekildi ve demokrasi dışı arayış başarıya ulaşamadı işte o zaman ABD ve NATO’dan açıklama geldi: “Hükümetin yanındayız” dediler. Bu açıklamada kesinlikle inandırıcı değildir. Kalkışma girişimi esnasında Amerika’dan ilk gün “nötr” hatta kalkışmacıları onaylayan açıklamalar gelmesi bir başka göstergedir. Amerika kalkışmayı bir gün sonra sözde kınamıştır.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin “Washington yönetiminin darbe ile ilişkisi olmadığı” yönünde açıklaması iki yüzlü bir tavırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby, “kalkışmacılar ” için endişelendiklerini belirtiyordu. CNN Türk’ün yer verdiği haberde Kirby, “ABD-NATO dostu generallerin tutuklanmalarını endişe verici bir gelişme olarak görüyoruz.” diyordu.
ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper “Darbe girişimi ve geri tepmesi, Türkiye’deki ulusal güvenlik aygıtının tamamını etkiledi. Bizim bazı muhataplarımız ya tasfiye edildi ya da tutuklandı” açıklamasında bulundu.
2016 başlarında eski Pentagon yetkilisi, Michael Rubin, “hükümet darbeyle devrilirse ABD’nin darbe yönetimiyle çalışmaya devam edeceğini” söylemiştir. Pentagon, Türkiye’deki askeri kalkışmayı önceden biliyordu. Ancak gelişmelere göre tavır belirledi. ABD kendisine, darbe başarılı olursa bunu iyi bir şey olarak kabul etme, başarısız olursa da tarafsız kalma şeklinde bir tutum belirledi.
NATO: “BİZİM ÇOCUKLARA DOKUNMAYIN”
15 Temmuz 2016 kalkışması sonrası ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper, kalkışma girişimi sonrası yapılan operasyonlarla ilgili olarak, Türkiye’deki bazı muhataplarının tutuklandığını söyleyerek bir skandala imza atmıştı. Clapper şunu diyor; “Bizim çocuklar bu sefer başaramadı, lütfen üzerlerine fazla gitmeyin.”
CENTCOM komutanı General Votel, kalkışma girişimi sonrası tutuklanan kalkışmacıların “ABD ordusunun yakın müttefikleri” olduğunu söylemiştir. CENTCOM komutanı açıkça şunu diyor: “Kalkışmaya kalkan askerler bizim adamlarımız, ABD ve NATO çizgisindeki generaller.”
NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral Curtis Scaparrotti de 15 Temmuz kalkışma girişiminin ardından Türkiye’nin Brüksel’de görevli subayları görevden uzaklaştırmasının ittifakı “zayıflattığını” söylüyordu. Kalkışmacı askerlere sahip çıkan Scaparrotti, Brüksel’de yaptığı açıklamada, “Bu subaylar, NATO’ya önemli hizmetler verdi.” diyordu.
NATO, PENTAGON, CENTCOM, her zaman ülkemizdeki darbe girişimlerine destek vermiş, darbeyi yapanlarla her zaman ilişkili olmuştur.
Darbelerin, ABD bağlantısı açıktır, müdahalelerin, dış boyutunu kimse inkâr edemez. ABD için piyonların, maşaların ideolojisi ve kimlikleri önemli değildir. Onlar için önemli olan ABD’ye hizmet edip etmedikleridir.
FİTNE ÜSSÜ İNCİRLİK ÜSSÜ’NDEN KALKIŞMACILARA DESTEK VERİLMİŞTİR
15 Temmuz kalkışmasında İncirlik Üssü’nün aktif olarak kullanılması, ABD’li askeri yetkililerin süreç öncesinde ve sonrasında Türkiye’de olması, Ankara ve İstanbul’u bombalayan F-16’ların yakıt ikmalini yapan tanker uçakların İncirlik’ten kalkması, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının en başta kalkışmaya karşı tavır almaması, olup biteni daha iyi anlamamızı sağlıyor.
ABD emperyalizmi, 1950’li yıllardan beri bölgedeki tüm operasyonları İncirlik Üssü’nden planlamıştır. Bu İncirlik Üssü, 15 Temmuz kalkışmasını organize eden cunta mensuplarının hareket üslerinden biri olmuştur. İncirlik’e son 2 ayda olağanın dışında ve sıkça yabancı heyetler geldiği de 15 Temmuz soruşturmasında dikkat çekmiştir. ‘Nezaket ziyareti’ ya da ’turistik gezi’ görünümündeki bu gelişler, kalkışmayla ilgilidir.
İncirlik’ten kalkan uçaklar, Ankara’yı bombalayan F-16’lara yakıt ikmali yaptı. O gece İncirlik Hava Üssü’nden yani NATO üssünden F-16 savaş uçaklarının yakıtlarını havada dolduran ve ardından da Türkiye’nin başkentini bombalayan çok sayıda ikmal uçağı havalandı.
NATO darbeye verdiği desteğin üstünü örttü… 15 Temmuz kalkışma teşebbüsünden bulunanların, küresel operasyon üslerinden biri olan İncirlik Üssü’nü kullanmaları, ABD’nin bu işte parmağı olduğunu göstermektedir. NATO’nun 15 Temmuz girişimindeki rolü, NATO’da görevli bazı subayların kalkışmadaki yerleri ile açıkça ortaya çıkmıştır.
DARBELERİN PANZEHİRİ TAM DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİDİR
Darbelerin panzehiri otoriterleşme, hukuksuzluk değil, demokrasi ve özgürlüktür! Darbelerin ve yarattığı tahribatın panzehiri demokraside aranmalıdır.
Darbelerin panzehiri demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesidir.
Darbelerin panzehiri şartsız demokrasi, hukukun işlerliğidir. Ancak bugün darbe ile mücadele demokrasi ile mücadeleye dönüştü.
Darbelerin panzehiri sivil anayasa, demokratik siyasetin ve toplumsal adaletin güçlendirilmesidir.
Darbeyle kalkışmalarla cuntalarla mücadele, güçlü bir demokrasiyle beraber şeffaf ve hesap verebilir, siyasi ve idari bir sistemin inşasıyla mümkündür.
Demokrasiden, anayasal özgürlüklerden korkanlar, otoriter zihniyete sahip çevrelerdir. Apoletli ya da sivil darbelerin önüne geçmenin yolu kesintisiz demokrasi ve hukuk devletidir.
Dolaylı ve doğrudan darbe imasında bulunan siyasal iktidar otoriter–parti devletini daha fazla güçlendirmenin peşindedir. Darbelerin panzehiri daha güçlü hukuk, demokrasi ve güçlü parlamenter demokratik sistemdir. Yaşadığımız yüz yılda hiçbir otoriter ve darbeci zihniyetin yeri yoktur, halkın iradesi esastır.
Demokrasinin tesisi ve hukukun egemen kılınması darbe ve darbecilere ‘Bir daha asla’ demenin yolu adalete, demokrasiye ve çoğulculuğa sahip çıkmaktan geçiyor. Darbe demek demokrasi düşmanlığı demektir. Darbe demek insan hak ve özgürlüklerinin yok sayılması demektir.
Askeri darbelerin panzehiri gerçek bir demokrasi, adil bir hukuk devleti, fikir ve ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, güçlü bir parlamenter demokrasidir.
DÜN ASKERİ VESAYET’Dİ, BUGÜN SARAY VESAYETİ…
Dün askeri vesayet, yargı vesayeti vardı. Bugün ise parti vesayeti, Saray vesayeti var. Demokrasi üzerindeki her türlü vesayeti ortadan kaldırmakla övünen AKP, kendi vesayet düzenini kurmuştur. Türkiye’deki birçok kurum ve kuruluş, AKP iktidarının siyasi birer temsilciliği haline gelmiştir. AKP iktidarının etrafında kümelenmiş bir çıkar grubu, hiçbir hukuki, ahlaki ölçü tanımıyor. AKP iktidarı, hukuk devletini ve güçler ayrılığı ilkesini ayaklar altına almış, yasama, yürütme ve yargı organını kendine tabi hale getirmiştir.
Parti-devlet bütünleşmesi, otoriter rejimlerde olur. Türkiye’de yaşananlar, örtülü faşizmdir. Hukuksuzluklar ancak istibdatla, otokrasi ile tek adamla yönetilen rejimlerde olur.
Demokrasiden bahsetmek, hukuk istemek hukukun üstünlüğünü savunmak “suç” olarak görülemez. Darbelere, otoriter yönetim anlayışlarına karşı demokrasiyi ve özgürlükleri savunmak zorundayız. Ülkemizin meselelerini demokratik siyasetle ve diyalogla çözmeliyiz.
Ne Parti devleti ne cemaat devleti. Doğru olan savunulması ve sahip çıkılması gereken; demokratik hukuk devletidir. Her türlü otoriter ve totaliter rejimlere karşı çıkmak, tavır almak, demokrasiyi ve hukuku savunmak, her vatan evladının tarihi görevidir.
15 Temmuz’un kahraman şehitlerini rahmetle anıyoruz. Kabirleri nur, mekânları cennet, ruhları şad olsun!