DERİN SOL ÖRGÜTLERİN HEDEFİ
Yiğit ülküdaşımız Ferhat Tüysüz 80 sonrası Ülkücü gençlik liderlerinden Bizim Ocak’ın kutup yıldızı Metin Tokdemir’le aynı gün Hakk’a yürüdü. Sonsuzluğun sahibine kavuştuklarında Metin Başkan 36 yaşındaydı, can Ferhat’ımız 33 yaşındaydı. 12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü mücadele içinde yer alan, yiğitliğiyle, mertliğiyle, ülküdaşlarının gönlünde taht kuran, ömrü çilelerle geçen Ferhat arkadaşımız, 12 Eylül Darbesi’nden önce 1979 yılında, 17 yaşındayken cezaevine düşmüş, yaklaşık 12 yıl cezaevinde yattıktan sonra 15 Nisan 1991 tarihinde Bursa Cezaevi’nden çıkmıştı.
BİZİM OCAK’IN “KUTUP YILDIZI”: METİN TOKDEMİR
1980 sonrası Ocak hareketinin en karizmatik isimlerinden biri, Ülkücü gençlik lideri Metin Tokdemir’dir. Ülkücülüğü iliklerine, hücrelerine kadar yaşayan bu dava adamı, gönül insanı Tokdemir, Türk–İslam ülküsüne ve Türk milliyetçiliği ülküsüne unutulmaz hizmetlerde bulunmuş, genç kuşaklara daima örnek olmuş, bir büyük mücadele ve dava adamıydı.
12 Eylül 1980 Darbesi sonrası gençlik hareketimizin toparlanmasında, birlik ve beraberliğin sağlanmasında, Anadolu’da “Bizim Ocak” temsilciliklerinin çok hızlı açılmasında, gelişmesinde önderlik etmiş, bir gençlik lideriydi. 1980 sonrası ise Eskişehir Bizim Ocak Dergisi Temsilciliği, ardından G.K.S.O.D Genel Başkan Yardımcılığı, ardından, “Gençlik Kültür Ve Sanat Ocakları” Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Bir dava adamı, iman adamı, bir erdem ve hakikat insanı olan ülkücü yolun çelebisi, Ocak gençliğinin “kutup yıldızı” Metin Başkan, “Bizim Ocak” dergisinde ve “Yeni Düşünce” gazetesinde yazdığı yazılarla, Anadolu’nun dört bir yanında verdiği konferanslarla Ülkücü gençliğin yol haritasını çizmişti. Güçlü belagati, hitabeti ile kitleleri heyecanlandırır, etkilerdi.
Konferansların ve seminerin adı Metin Tokdemir’dir. Dönemin Ülkücüleri “Ahde Vefa İmandandır” sözünü ondan çok kez duymuşlardır. Bir ‘Ülkü Yıldızı’ ve ‘Devi’ olan, fikri yapısı ve liderlik özelliği ile bir döneme damgasını vuran, 80 sonrası Ocak gençliğinin 1 numarası olan Tokdemir, İslam’ı bir ideoloji gibi yorumlayan, Kur’an ayetlerini – Haşa! – slogana dönüştürmeye kalkan Vehhâbilik/Neo-selefi, Hâricî akımlara, karşı tavizsiz bir Ehl-i Sünnet savunucusuydu.
Metin başkan hem teori hem pratik adamıydı. Teori ve pratiği birleştirmiş bir dava ve aksiyon adamıydı. Türk gençliğinden Ehl-i Sünnet çizgisine sıkı sıkı bağlanmalarını ve bu konuda tavizsiz olmalarını isteyen Metin Tokdemir, bir iman, ahlak ve vicdan hareketi olan Ülkücü hareketi, ırkçılık ile suçlayan “küfür” ile itham eden, Ortadoğu bataklığındaki sapık ve harici akımlardan beslenen telifçi, tercümeci, tekfirci, bid’atçi, hastalıklı zihniyete sahip; köksüz, ruhsuz siyasal islamcı çevrelerle hep mücadele etmişti.
ÜLKÜCÜLER ÜZERİNDE SİNSİ ÇALIŞMALAR YÜRÜTEN İRANCI/ŞİACI TAKIMA EN SERT TAVRI METİN BAŞKAN GÖSTERMİŞTİR
12 Eylül 1980 sonrasının siyasal ve konjonktürel şartları, radikal akımların güçlenmesini sağladı. 1980 sonrası Girişim, İstiklal, Şehadet Tevhid, Davet, Objektif, Yeryüzü vb. İrancı ve Humeynici yayın organları, İran tipi ve İran bağlantılı bir devrimin savunucuları idi. 1980’lerin ortalarından itibaren peş peşe yayınlanmaya başlayan bu dergiler ve yayınlarda, İran devriminin etkisi açıkça görülüyordu. Teorik gıdalarını İran’dan alıyorlardı.
İran taraftarı çevreler, İran rejiminin “mezhepçi” yönünü bir türlü görmek istemiyorlardı. İran, onlar için bir tabuydu. Kim İran’ı, Humeyni’yi eleştiriyorsa “Hâricî” mantığıyla saldırıyorlar ve “tekfir” ediyorlardı. İran’ın beşinci kol faaliyeti olarak çalışmalarını sürdüren bu Tahran merkezli gruplar, en çok Ehl-i Sünnet noktasında tavizsiz olan Ülkücü harekete saldırıyorlardı.
Ülkücü dünya görüşünün tavizsiz savunucusu, Türk-İslam ülküsünün inanmış kavga adamı, yaşamı ülkücülük olan Metin Tokdemir, 1980 sonrası “Girişim”, Objektif, İstiklal, Şehadet, Yeryüzü vb. kimisi İran yanlısı kimisi Neo-harici zihniyetli grupların Ülkücü harekete yönelik saldırılarına “Bizim Ocak” dergisindeki yazılarında ve Anadolu’nun dört bir yanında verdiği konferanslarda gereken cevapları veriyor, foyalarını ortaya çıkarıyordu.
Bir taraftan Kutubcu–Mevdudici tezleri savunanlar; öte yandan Tahran’ı ideolojik-siyasi merkezi üs olarak gören İran yanlısı çevreler, 1980 sonrası Ülkücüler üzerine sinsi çalışmalar, faaliyetler yürütüyorlardı. Cezaevlerindeki Ülkücülere yönelik yayınlar yapıyorlardı. Saflarımızdan ayrılmış, atılmış bir takım problemli, arıza tiplerin, Ülkücü hareket aleyhine yazdıkları, saçma sapan yazılarını yayınlıyorlar ve haber yapıyorlardı. Ülkücüler üzerinden taban kazanmaya çalışıyorlardı.
Ülkücü gençlik lideri Metin Tokdemir Başkan, hastalıklı zihniyetlerle yaşarken mücadele etmiş, Vehhâbilik/Selefi, Hâricî tehlikeye dikkat çekmişti. Metin Tokdemir 80’lerde; kafaları, zihinleri, ruhları bulanık, bize, bu topraklara ait olmayan kavramlarla karşımıza çıkan, tercüme İslamcılarla, soğuk savaş döneminin hastalıklı bir ideolojisi olan Siyasal İslamcılıkla, Amerikancı/Natocu sapık akımlarla tarihi bir kavgaya girişmişti. Metin Tokdemir, kendisi gibi düşünmeyen herkesi tekfir eden Vehhabi/Neo-Hâricî akımlarla, tercüme İslamcılarla, İrancı çevrelerle kararlı bir mücadele yürütüyordu.Kur’an’a ve Sünnetullah’a ters düşen yol ve yöntemlere başvuran sapık akımlara karşı özellikle gençliği, konferanslarında, yazılarında hep uyarmıştır
NEREDE MİTİNG, YÜRÜYÜŞ VE KONFERANS VARSA ORADA METİN BAŞKAN VARDI
27 Mayıs 1989 günü, Sazak köyünde düzenlenen “Gün Sazak Ve Ülkücü Şehitler Haftası” programından döndükten sonra otobüsler aniden Ankara Kızılay meydanına girmişti. Otobüslerden inen yaklaşık 1000 civarında Ülkücü genç, komünist Bulgar rejimini protesto etmek, zulüm altındaki soydaşlarımıza destek vermek için Sovyet elçiliğinin önüne gelmiştik. Hem Bulgar hem Sovyet rejimini telin eden sloganlar atıyorduk. Kol kola giren Ülkücü gençliğin ön saflarında Metin Başkan da vardı. Polis barikatları aşılırken, Metin Başkan’ın o heybetli duruşu, tavrı, gençliği organize edişi, hala gözlerimin önünde.
19-20 Ocak 1990 tarihlerinde, Sovyet emperyalizmine başkaldıran Azerbaycan Türkü’nün tarihi ve destansı mücadelesine en büyük desteği Ülkücüler verecekti. Kızıl ordunun tankları ve Rus askerleri, Azerbaycan Türkü’nün kıyamına sert bir şekilde müdahale ederken, Metin Tokdemir büyük teşkilatçılığıyla tüm Türkiye’de Rusya’yı telin eden, Azerbaycan Türkü’ne destek veren mitingleri organize etti. “Gençlik Kültür Sanat Ocakları” Genel Başkanı olan Tokdemir, Türkiye genelinde düzenlenen birçok mitinge katılmış, tarihi konuşmalar yapmıştı.
Metin Tokdemir, Ankara’da binlerce Ülkücü gencin katıldığı, Zafer Çarşısı’nın önünde başlayan Tandoğan Meydanı’nda biten yürüyüşte en öndeydi. Yürüyüşün sonunda ülküdaşlarına megafonla hitap ettiği an hala gözümün önündedir.
Başta Site Yurdu olmak üzere çeşitli yurtlarda kalan Ülkücü öğrenciler, yine Beşevler bölgesindeki okullar başta olmak üzere Ankara’nın çeşitli üniversitelerinde okuyan Ülkücü öğrenciler, o gün Ankara sokaklarında tarihi bir gösteri yapmışlardı. Binlerce Ülkücü tekbirlerle, sloganlarla Ankara’yı inletmişlerdi. Metin Tokdemir’in bu eylemlerde tarihi rolü büyüktü. Ocak Genel Başkanlığını bıraktıktan sonra bir dönem Türk Ocakları Genel Merkezi’nde, Türk Cumhuriyetleri’nden gelen öğrencilerin koordinasyonu görevini üstlendi.
ÜLKÜSÜ NİZAM-I ALEM ÜLKÜSÜ, SEVDASI HÜSEYNİ BİR SEVDAYDI
12 Eylül 1980 öncesiydi. Zor ve fırtınalı yıllardı. Ölüm kol geziyor, kızıl namlular kan kusuyordu. Ferhat Tüysüz, İstanbul’da mücadeleci yapısıyla, duruşuyla, tavrıyla, yiğitliğiyle Ülkücü gençlik hareketinde çok sevilen, sayılan, saygı duyulan genç bir ülküdaşımızdı. Her gün şehitler verdiğimiz o zor ve fırtınalı yıllarda, kavga günlerinde en önde dövüşenlerdendi. İstanbul sokaklarında kurşunların, taşların, sopaların üzerine korkusuzca nasıl gittiğinin tanıkları dönemin Ülkücüleridir.
İstanbul’un başta Şişli olmak üzere her semtinde, mahallesinde Ferhat Tüysüz vardır. Okulları işgal eden, mahalleleri kızıl kurtarılmış bölgelere çevirmek isteyen, terör estiren, her türlü komünist örgütlerin karşısında Ferhat Tüysüz gibi gardaşlarımız, yiğitlerimiz, dava arkadaşlarımız vardı.
POL-DERLİ ÇETELERİN, DERİN SOL ÖRGÜTLERİN HEDEFİ OLMUŞTUR
Ferhat, genç yaşında ülkücü gençlik hareketinin sembol isimlerden biri olmuştu. Birçok kez karakollara, şubeye düşmüş, işkenceler görmüştü. 1979 yılından Hakk’a yürüdüğü 8 Aralık 1995 tarihine kadar komünistlerin, bölücülerin, devşirme dönme takımının hedefi olmuştu. Derin Sol örgütlerin, komünistlerin korkulu rüyası olmuştu. Daha 17 yaşındayken ismini bilmeyen, duymayan kalmamıştı. Ülkücü hareket düşmanı, ana akım medya, Sol medya sürekli Ferhat Tüysüz ile ilgili çarşaf çarşaf asparagas iftiralarla dolu algı operasyonları yapıyorlardı. İş birlikçileri, emniyet teşkilatı içindeki Marksist-Leninist zihniyetli polislerdi.
Tüysüz başta olmak üzere birçok dava arkadaşımız, hakkında infaz kararları almışlardı. Ferhat Tüysüz gibi önde gelen simge isimlere 12 Eylül öncesi başlayan sistematik saldırılar, 12 Eylül sonrasında devam etmişti.
TEKELCİ MEDYA, SOL MEDYA, DEVŞİRME DÖNME TAKIMI 16 YIL LİNÇ KAMPANYALARI DÜZENLEDİ
16 yıl (1979-1995) tekelci medyanın, sol medyanın, beşinci kol grupların iftiralarına, saldırılarına, maruz kalmış, linç kampanyalarına uğramıştır.
Yiğit Ülküdaşımız, gardaşımız, canımız, gerçek bir dava adamı ve gönül insanı olan Ferhat arkadaşımız, cezaevi döneminde yakalandığı elim hastalık sonucu akciğer kanserinden 8 Aralık 1995 günü Ankara’da Hakk’a yürüdü. Bütün ömrü çile ile geçen, gerçek dava adamı, adının büyüklüğü kadar mütevaziliği ile gönüllerde yer eden Ülküdaşımız Ferhat Tüysüz’ün kabri, Ankara’da Bağlum Mezarlığı’ndadır. Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri ve Abdurrahim Karakoç ağabeyimizin kabri de buradadır.
Türkiye’nin dört bir yanındaki (İstanbul, Çanakkale, Gaziantep, Bursa) cezaevlerinde yattı. Sürekli okuyan, üreten bir dava arkadaşımızdı. Son döneminde eski ama işe yarayan bir daktilosu olmuştu. İki parmakla geçtiği daktilonun başında hareketimizle ilgili davamızla ilgili yazılar yazıyordu. Bursa Cezaevi’nden, “Bizim Ocak”, “Bizim Dergah” dergilerine gönderdiği yazılarını yazdığı daktilosu, yine kendisiyle birlikte Bursa Cezaevi’nde yatan ülküdaşlarımızdan biri olan Emir Kuşdemir’in evinde. Kendisi de 11 yıl cezaevinde yatan ülküdaşlarımızdan olan Emir Başkan, daktiloyu evinin bir köşesinde Ferhat’tan kalan aziz bir hatıra olarak saklıyor.
Ferhat, tahliye olduktan sonra yaşamını İstanbul’da değil, Ankara’da sürdürmek istemişti. O tarihte, MÇP Genel Sekreter Yardımcısı, aynı zamanda şehit ailelerimiz ve cezaevlerinde yatan ülküdaşlarımıza sahip çıkmak için kurulan SOGEV’in (şimdiki ismi Selçuklu Vakfı, Başkanı Dr. Lütfi Şehsuvaroğlu ağabeyimiz) Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşerek ona, “Başkanım, Ankara’ya yerleşmek ve burada hayatımı sürdürmek, düzenimi kurmak istiyorum. Hem sizin yanınızda olurum. Davamıza, hareketimize burada hizmet etmeye devam ederim.” Muhsin Başkan duygulanmıştı. Muhsin Başkan başta olmak üzere herkes Ferhat ülküdaşımızı çok severdi. Şehit liderimiz Muhsin Başkan, onun çilelerle geçen ömrünü en iyi bilenlerdendi. Uğradığı işkencelerin, maruz kaldığı zulümlerin ne olduğunu en iyi bilenlerdendi.
Muhsin Başkan, Ferhat ülküdaşımızın kararına saygı duymuş ve destek vermişti. Ferhat, Ankara’ya, dava arkadaşlarımızın yardımlarıyla Keçiören’e yerleşmişti. Ankara’nın Keçiören ilçesine bağlı ‘Gazino’ olarak bilinen semtte bulunan “Yeni Birlik Blokları A Blok 11 Numara”da oturuyordu. Yan komşusu, Bursa Cezaevi’nde birlikte yattığı ülküdaşlarımızdan, şimdi avukat olan Osman Başer’di.
Ferhat arkadaşımız, bir taraftan hayat mücadelesi veriyor, öte taraftan evlenip, yuva kurmaya çalışıyordu. Evlendi, mutlu bir yuva kurmuştu. Ancak çilesi bitmiyordu, imtihanı bitmiyordu. Birisi ailesi ve çocukları ile olmak üzere iki kez trafik kazası geçirdi. Bu elim kazaların birinde sevgili evladı, hepimizin evladı Şeyma Nur kızımız, yavrumuz vefat etti. Bu elim acı, hepimizi derinden yaralamıştı. En çok da canımız Tüysüz ailesini…
HASTALIĞINA RAĞMEN NİZAM-I ALEM OCAKLARI’NIN HER FAALİYETİNE KATILIYORDU
Ferhat, hastalığına rağmen Muhsin Yazıcıoğlu çizgisine bağlı Nizam-ı Alem Ocakları’nın düzenlediği faaliyetlere katılıyor, destek veriyordu. Hiç unutmuyorum; hala gözlerimin önünde. 1994 yılının Aralık başında Çeçenistan’ı işgal eden, soykırım uygulayan Rus emperyalizmini telin etmek amacıyla Ankara Çeçen Kafkas Derneği, Tandoğan Meydanı’nda bir miting düzenlenmişti. Mitinge her çevreden gruplarda katılmıştı. Nizam-ı Alem Ocakları da yaklaşık 1500 kişilik bir kitleyle Ankara Necatibey Caddesi’nde bulunan Ankara Nizam-ı Alem Ocakları önünde bir araya gelmişti. Buradan Tandoğan Meydanı’na kadar sloganlarla, tekbirlerle yürünmüştü. Ön safta yürüyen ve slogan atanlar arasında Ferhat Ülküdaşımızda vardı.
Bu miting alanında bazı gerilimler de yaşanmıştı. Çeçenistan mitingine bazı Sol kökenli küçük gruplar da katılmıştı. Özellikle bazı Çeçen Kafkas derneklerinin yönetiminde, soğuk savaş döneminden kalma bir takım Marksist-Solcu çevreler vardı. Bunlar, miting devam ederken, konuşmalar sürerken provokatif tutumlar sergileyerek, bazı olayların çıkmasına neden olmuşlardı. Güvenlik güçleri, olayı çıkartan bu marjinal gruplara müdahale edeceğine Nizam-ı Alem Ocakları kitlesine saldırmıştı. Nizam-ı Alem Ocakları baştan itibaren tertip komitesinin aldığı kararlara uymuş ve kendilerine gösterilen alanda yerlerini almışlar, pankartlarını açmışlardı.
NİZAM-I ALEM GENÇLİĞİNE SAHİP ÇIKTI
Dönemin BBP Milletvekili Ökkeş Şendiller ile Nizam-ı Alem Ocakları Genel Başkanı Emir Kuşdemir ve yardımcısı olan Ferhat Tüysüz ve Ocak yönetimindeki kardeşlerimizle birlikte duruma müdahale ettik. Güvenlik güçlerini uyardık. Polis şeflerine yaptıklarının yanlış olduğunu, olayları çıkartanların Sol gruplar olduğunu, Çevik Kuvvet’in kurt köpekleriyle arkadaşlarımıza saldırmalarının kabul edilemez olduğunu, derhal geri çekilmelerini sert bir şekilde ifade ettik. “Siz ne yapmak istiyorsunuz? Nizam-ı Alem Ocakları’nı miting alanından neden uzaklaştırmak istiyorsunuz?” diyerek tavrımızı göstermiştik. Ferhat, o gerilimli ortamda hem kitlemize sahip çıkıyor hem de kavganın en ön saflarında yer alıyordu. Ortalığın karıştığı bir anda bir baktım Can Ferhat’ımızla yan yana, omuz omuza güvenlik güçlerinin sert müdahalesini durdurmaya çalışıyorduk.
SABIR VE TEVEKKÜL ADAMIYDI, METANET ABİDESİYDİ
İşkenceler, cezaevi yılları ondan fiziki olarak derin izler bırakmıştı. Bir gün öksürük ile başlayan sıkıntılar kendini gösterince yine hareketin çilesini, cefasını çekmiş dava arkadaşlarımızdan Abidinpaşa ülkücülerinden Kenan Kılıçarslan, Ferhat Tüysüz’ü Keçiören Sanatoryum Hastanesi’ne götürerek muayene ettirmişti. 12 Eylül 1980 öncesi Ulucanlar Cezaevi’nde yatan ülküdaşımız Kılıçarslan daha sonra Sağlık Bakanlığı’na girmiş, çalıştığı Sanatoryum Hastanesi’nde ciddi bir muayeneden geçirtmişti. Yapılan muayene ve tahliller sonucu Ferhat gardaşımızın “kanser” denen illete yakalandığı ortaya çıkmıştı. Kenan Kılıçarslan ülküdaşımız, rahmetli Ferhat’ın hastalığını öğrendikten sonraki o büyük metanetini ve duruşunu şöyle anlatıyor:
“Memuriyet hayatımın 25 sene kadarı hastanelerde geçti. Çok amansız hastalıklar, hastalar ve ölümlerin şahidi oldum. Bazı hastaların ex olma halini doktorlar müdahale ederken dikkatle an be an izlediğim oldu. Doktor röntgen filmine bakar bakmaz kulağıma eğilip ‘arkadaşının ciğerleri bitmiş…’ dedi. Ferhat ise derhal fark etti doktorun hareketini. Olumsuz bir durum olduğunu anlamıştı. Ben de tutulup kalmıştım, böyle bir netice bir insanın yüzüne karşı nasıl söylenirdi.
Sonrası çok kolay gelişti. Zira rahmetlide evvelce hiç şahidi olmadığım öyle bir iman ve metanet vardı ki… İnanılmaz derecede mütevekkilane bir tavır ile benden tıbben ancak birkaç ay ömrü kaldığını öğrendikten sonra, sohbet ede ede yürüyerek bizim hastanenin derneğine namaz kılmaya gittik. Kanser mütalaalarında bulunduk.
Son günleri ve son anlarını bile inanılmaz bir teslimiyet ve metanet abidesi olarak yaşadı. Cezaevinden çıktıktan sonra tanışmıştık kendisiyle, kısa sürmüştü tanışmamız ama fazlasıyla dopdolu geçmişti o kısa süre. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.”
Dava arkadaşlarımız, başta Muhsin Başkan olmak üzere Ferhat’ın hastalığına çok üzüldüler. Ferhat’ı çeşitli hastanelerde de muayene ettirdiler. Fakat sonuç aynıydı. Ferhat, hastalığını biliyordu. Ancak ne bir endişe ne bir korku vardı. Sabırla, metanetle karşıladı. Daima tevekkül etti. Dilinde hep “Allah var, gam yok” sözü vardı.
Bir ülküdaşımızın ifadesiyle “Sessiz sedasız bir dava ve iman abidesi isminin altını kazıdıkça, koca bir derviş çıkıyordu”.
VASİYETİ: “BENİ BAĞLUM KABRİSTANI’NA DEFNEDİN”
Hastalığı ilerleyince Bursa Cezaevi’nde beraber yattıkları, ülküdaşı, dava arkadaşımız Emir Kuşdemir ve bazı ülküdaşlarımız tarafından Cebeci Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Ülküdaşımız Osman Başer, Ferhat’ın kısa bir süre Keçiören Sanatoryum Hastanesi’nde yattığını söylüyor. Ferhat ülküdaşımızın hastalığının hızla ilerlemesi üzerine arkadaşlarımız Cebeci’deki Ankara Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü’ne yatırdılar. Ancak kanser bütün vücudunu sarmıştı. 1 ay kadar burada yattıktan sonra 8 Aralık 1995 günü sabaha karşı Hakk’a yürüdü. Bir iman adamı, bir dava adamı, bir gönül insanı, bir yiğit Ülkücü, sonsuzluğun sahibine kavuşmuştu.
Bir ülkü devi olan Ferhat, bu ağır hastalığın sonucunu biliyordu. Allah’a teslim olmuş bir mümindi. “Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz” inancıyla, imanıyla hayata bakıyordu. Vefatından önce vasiyetini yazmıştı: “Beni Bağlum’a defnedin”.
Hayatlarını bir davaya vakfedenlerin hareket noktaları idealleridir. Dava ruhuna sahip olanlar, hayatlarını ideallerine göre program altına alır. Bir idealist olan Ferhat Tüysüz de yüce ülkü ve değerler uğrunda imanından aldığı güç ile Allah yolunda yılmadan, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan çalışmış ve bu yolda Hakk’a yürümüş bir mefkureciydi. Büyük İslâm/ehl-i sünnet âlimi ve mutasavvıfı, büyük veli (1886-1943) Abdülhakim Arvâsî’nin kabrinin bulunduğu Bağlum kabristanına gömülmek istiyordu.
HACI BAYRAM CAMİ’NDEKİ CENAZE NAMAZINA BİNLERCE ÜLKÜDAŞIMIZ KATILDI
Can gardaşımız Ferhat’ımızın cenaze namazı, Hacı Bayram Cami’nde kılındı. Cenaze namazına şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte, Anadolu’nun dört bir yanından gelen, ülküdaşlarımız, cezaevlerinde birlikte yattığı çok sayıdadava arkadaşımız, Nizam-ı Alem Ocakları’na mensup Alperen gençlerimiz katıldı. Hacı Bayram Cami’nde cenaze namazı kılındıktan sonra yüzlerce araçlık konvoyla Ferhat ülküdaşımızın naaşı Bağlum’da defnedileceği kabre getirildi. Can Ferhat’ımız, Ülküdaşlarının, dava arkadaşlarının, omuzlarında tekbirlerle, dualarla, vasiyeti olan Bağlum kabristanına defnedildi.
BBP çizgisine bağlı, günlük olarak yayınlanan “Gündüz” gazetesi Ferhat Tüysüz ve Metin Tokdemir’in hakka yürüyüşünü 9 Aralık 1995 günü “Başımız Sağolsun” manşetiyle vermişti. Bir süre gazetede, Ferhat Tüysüz ve Metin Tokdemir ile ilgili yazılar yayınlandı. Rahmetli Abdurrahim Karakoç ağabey başta olmak üzere Remzi Çayır, Servet Avcı, İrfan Sönmez, (rahmetli) Erol Dok, Murat Dereli, Hayati Tek, ve bir çok arkadaşımız, iki yiğit Ülkücü Ferhat Tüysüz ve Metin Tokdemir’le ilgili yazılar yazmışlardı.
İKİ BÜYÜK ÜLKÜCÜ AYNI GÜN HAKKA YÜRÜDÜLER
İki yiğit Ülküdaşımız Ferhat Tüysüz ve Metin Tokdemir aynı gün 8 Aralık 1995 günü Hakk’a yürüdüler. Sonsuzluğun sahibine kavuştuklarında Metin Başkan 36 yaşındaydı, can Ferhat’ımız 33 yaşındaydı. İki büyük Ülkücü, kısa yaşamlarında tarihe not düşerek Hakk’a yürüdüler. İnandıkları davalarından asla taviz vermediler. İnandıkları ülkülerinin peşinde koştular. Onlar hesap adamı değil dava adamıydılar. Metin Tokdemir ve Ferhat Tüysüz’ü bir kez daha rahmetle, minnetle, özlemle anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.