Finale Yirmi Sortiyle…
FİNALE YİRMİ SORTİYLE…
‘‘Babam rahmetli çok enteresan bir insandı, herkesin babası güzel adamdır, insan bir yerden sonra babasıyla arkadaş gibi oluyor. Değeri bilinmeyen bir arkadaş. Müthiş güzel bir arkadaşlık kuruyor.”83 Babasıyla arasındaki ilişkiyi bu cümlelerle tarif eden Demirel, hayatındaki en ağır eleştirilerden birini babasından nasıl aldığını şu sözlerle anlatıyor:
‘‘1965’li yıllarda hükümet olduk ve işe çok da hızlı başladık. İyi de götürdük hükümeti aslında. Ama 1967 mi, 68 mi babam geldi, canı sıkılmış, herhalde çevresindekiler bir şeyler söylemişler. ‘Sana bir hikâye anlatacağım’ dedi. Bu köyde bir Ahmet Dayı, bir de İblis Mehmet diye bir adam vardı. Ahmet Dayı, köylüler bir yere oturunca bir köstekli saat çıkarıyor, ‘Saat geride kalmış’ diyor, sokuyor. Daha sonra yine çıkarıp bu defa, ‘Saat ileri gitmiş’ diyor. Köylüler rahatsız oluyorlarmış bu durumdan. Yine böyle bir toplantıda, saat ileri gidiyor deyince gençlerden biri ‘Emmi, ver o saati ben düzelteyim’ demiş.
Ahmet Dayı; ‘Lan sen nereden biliyorsun saat düzeltmesini’ demiş. ‘Askerde öğrendim’ demiş. Askerde her şey öğrenilir mi? Al bakalım demiş. Hemen saati kapmışlar, iki genç adam hemen oralarda bir eve girmişler bir mendil çıkarmışlar, mendilin üzerine saatin camını çıkarıp koymuşlar, sonra bütün parçalarını mendilin üzerine koymuşlar. Saati bir türlü yeniden bir araya getirememişler. Gelmişler, ‘Dayı biz uğraştık olmuyor al saatini’ demişler. ’’
Buraya kadar güzel. İşte hayatının en ağır paparası bundan sonra geliyor.
Demirel, ‘‘Ee bunda ne var’’ diye sormuş.
Babasının cevabı şu olmuş:
‘‘Yahu siz devleti Ahmet Dayı’nın saatine döndürdünüz.”84
Demirel, emekli mi olacak, yoksa Türkiye Demirelli yolculuğuna devam mı edecekti? Susurluklarla, batık bankalarla, Batman Gate’lerle Ahmet Dayı’nın saatinden beter olan devlet Demirel’siz mi kalacaktı? Yoksa et–tırnak ilişkisinde olduğu gibi Devlet–Demirel ilişkisi de mezara kadar sürüp gidecek miydi? Bu soruların zamana endeksli cevabı için artık geri sayım tamamlanmak üzereydi. Meclisteki ilk oylama önemli bir işaretti. Bu işaretin algılanması, yorumlanması ve “artık Demirel’le yeter” mesajlarının verilmesi gecikmedi.
Demirel’in dünya çapında emekli ettiği veya mezara gönderdiği liderler hatırlatılıyor; dolayısıyla “Demirel de emekli olsun” denilmek isteniyordu.
De Gaulle’ü 1968 yılında Ankara’da karşılayan da, 1970’te Paris’te uğurlayan da Demirel’di. Baba, mevcudiyetini bir diğer tarihi Fransız devlet adamı Mitterrand’ın cenaze töreninden de esirgemeyecekti.
Kral Hüseyin Demirel’le aşık atmaya kalkan liderlerdendi ama onun da nefesi yetmemişti. Demirel, 40 yıllık dostunun cenaze merasiminde de hazır ve nâzırdı.
Palme ve Brejnev, 1975’te gerçekleştirilen tarihî Helsinki zirvesinde Baba’yla yan yanaydı. Ne Palme ne de Brejnev kalmıştı artık, ama Baba dimdik ayaktaydı.
Tito, 1970’te Ankara’da Demirel’le diz dizeydi. Yugoslav lider, 1980’de kurduğu ülke de, 1990’larda tarih olurken, Demirel bu tarihin şahitleri arasındaydı.
Demirel, öteki dünyaya uğurladıklarının yanı sıra bir çok lideri de emekli etmişti.
Mandela, gerilla, parti lideri , cumhurbaşkanı oldu, sonra da emekli.
Menem de, Demirel’in “aradan çıkardığı” gedikli liderlerden biriydi.
Carter ve nice ABD lideri. Biraz daha dişini sıkarsa, daha doğrusu şu kritik oylamayı başarıyla atlatırsa Clinton’un da icabına bakabilirdi! Eğer yabancı olması hasebiyle Cuba diktatörü Castro’yu saymazsak, Baba’nın tek rakibi Denktaş’tı. Ne var ki, onun adı da Süleyman’dı.
Demirel, tutku yolculuğunda bir çok ismi siyaseten ve bedenen gömmüştü. Kendisinin ise, henüz en azından gönül rızasıyla emekli olmaya pek niyeti yoktu. Doğal olarak emekli olması ise takdir–i İlahi’ydi. Emekli olmak ya da ölüm gibi düşünceleri kendine yakıştıramayan Baba, bu yaklaşımını “sorti”lerdeki başarısıyla ilân ediyordu. İslam Köylü Çoban Sülü, bazı çevrelerin neredeyse “Evliya” yerine koyduğu, ama asıl laikliğin ve çağdaşlığın yılmaz savunucusu“Uygar Baba”, Saparmurat Türkmenbaşı’nın Türkmenistan’da Ayna Restoran’da onuruna verdiği bir yemekte votka yerine kanyak içmiş, içerken de 20 sorti yapmıştı. Baba, bu hadiseyi övünerek şöyle anlatıyordu:
“Önceki ziyaretimde yine kanyak içtim. 12 sorti yapmış, ‘12 sorti de şimdi vurur’ diyerek, ufak ufak gidiyordum. (Türkmenbaşı) Bana ‘ne içiyorsun’ diye sorunca, ‘kanyak’ dedim. O da, ‘Aman kardeşim şu elma suyundan iç’ dedi. Adam meğer elma suyu içiyormuş. Bu sefer 20 sorti yaptık. 20’sinde de baktım kendisi de kanyak içiyor. Dayanıklı hale gelmiş. Ben de idareli gittim, 20 sortiye dayandım.” 85
Demirel dayanıklıydı. Çünkü “her yerde ve şeyde” o vardı. Bu memleket, onsuz düşünülemezdi. Finale az kala, çıktığı tartışma programlarında “doğru ve yanlışlığının denetlenmesi başlı başına programlar gerektiren” rakamlar veren Demirel, Türkiye’deki Demirel mührünün izlerini santim santim anlatıyordu.
Ve Demirel başarılıydı. 1950’li yıllarda memleketin bilmem ne kadar doktoru–hastanesi, öğretmeni–okulu vardı. Ya şimdi. Yollar, telefonlar, barajlar, ithalat–ihracatlar… Demirel, yaptıklarını say say bitiremiyordu. Bir de, “bu rakamları nasıl aklınızda tutuyorsunuz?” sorusuna “Bizim işimiz bu!” demiyor muydu. Diyecek söz yoktu.
Ama bu programlarda nedense hiç kimse çıkıp ta şu soruları sormayı akıl etmiyordu:
“Şuradan şuraya geldik, diyorsunuz. Yerinde sayan bir memleket var mı? Azı doğru, çoğu yanlış rakamlar vererek, 1950 Türkiye’si ile bugünü karşılaştırıyorsunuz. Peki o tarihten bugüne Japonya, Güney Kore, hatta Yunanistan, Bulgaristan nereden nereye geldiler, o rakamları da verir misiniz?
Kırk yıldır politikadayım, diyorsunuz. Parti başkanı, başbakan, muhalefet lideri veya cumhurbaşkanıydınız. Türkiye’nin önlenemez kalkınmasında payınız bulunması hayranlık duyulacak bir hâl midir? Kırk yılda yanlışlıklar, kötülükler de yaşandı; hâlâ bir yığın noksanımız var. Bunları niye sahiplen miyorsunuz?
–Antalya–Alanya yolunu erteleyip, doğup büyüdüğünüz Isparta’yı bir an önce Akdeniz’e bağlamayı tercih ettiğiniz biliniyor; Türkiye’nin çok pahalıya mal olmuş yollarından biridir. Son başbakanlığınızdan bu yana sekiz yıl geçti. Antalya–Alanya yolunun hâlâ yapılmamış olmasını neyle izah ediyorsunuz?
–Bir yandan dört parti benim için çalışıyor, bir yandan da anayasa benim için değiştirilmiyor, diyorsunuz. Büyük bir çelişki değil mi? Dört lider seçilmenizi sağlamak için devrede olduğuna göre, karşınıza çıkacak adayların seçilme şansı zorlanmış olmayacak mı?
–Başbakan olduğunuz 1965 yılında sizin, kardeşlerinizin, kayınbirader ve yeğenlerinizin mal varlığı ve üretim gücü değerleri Türk Lirası olarak neydi; 1999 yılı sonu itibariyle nedir?
Politikada çok uzun süre kalmasını eleştirenlere cevap olarak, “Bunun kolay ve ayıplanacak bir şey olmadığını, kendisinin gücünden, çalışkanlığından ve başarısından ileri geldiğini” söylüyordu. Ancak, bununla direkt bağlantılı şu soru kendisine sorulmuyordu:
–”Bu o kadar zor bir iştir ki, 1961’de birlikte yola çıktıklarımızdan geriye kalanların sayısı 15 kişiyi geçmez” diyorsunuz. Bir defa siz 1961’de girmediniz politikaya. Biz asıl şunu merak ediyoruz: Sizi politikaya sokup iktidara taşımış olan arkadaşlarınızdan kaçını, diş söker gibi, kol–bacak koparır gibi, bizzat kurup sizi başına getirdikleri partiden atıp saf dışı bıraktınız? Onlar kaç kişiydi?86
Bunlar sorulmayan sorulardı. Sorulan sorulardan biri “Siz kendinizi Türkiye’nin mimarı olarak görebiliyor musunuz?” şeklindeydi. Baba’nın verdiği cevap mı?
“Ben mimar değilim. Benim mesleğim mühendisliktir”.
Sorular gittikçe ağırlaşabilirdi. Altından lâf ebeliğiyle kalkılmayacak hâle gelebilirdi. Ancak, “tehlikeli sulara giren konular ve sorular yukarıdaki örnekte olduğu gibi, Demirelce manevralarla selamete ulaştırılırdı ve ulaştırılıyordu.
“Allah’ım, çocukluğumun, ilk gençliğimin, son gençliğimin, orta yaşımın nefret objesi tam karşımda!” şeklinde Baba’ya tepkilerini dile getirenler bile onunla konuşmaya başladıklarında, soru sorduklarında onda bir sihir, tılsım olduğunu itiraf ediyorlar ve “Demirel’in çok güçlü bir “sarm”ı var” demekten kendilerini alamıyorlardı.87
Bakalım Demirel’in sihri milletvekilerini de aynı şekilde etkilemiş miydi?..