İttihat Ve Terakki

İttihat ve Terakki Cemiyeti Vehip Bey’i Erzurum’da Ermenilerle Görüşmeye Memur Etmesi ve “Ağabey” Hamdi Baba’nın Mektubu

İttihat ve Terakki Cemiyeti Vehip Bey’i Erzurum’da Ermenilerle Görüşmeye Memur Etmesi ve “Ağabey” Hamdi Baba’nın Mektubu

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti bu gibi fenalıkların önüne geçmek için memleketin muhtelif yerlerine mümessiller göndermişti. Bu mümessiller gece, gündüz çalışmaktan geri durmuyorlardı. Meselâ Selânik’te kurulan ilk Osmanlı Hürriyet Cemiyeti mümessillerinden İsmail Mahir Efendi, Ankara’ya gönderilmişti ve orada cemiyet teşkilatıyla meşgul bulunuyordu. Erkânıharp Binbaşılarından Vehip Bey, Erzurum’da idi. Oradan yazdığı bir mektubunda işlerin iyi gittiğinden bahisle uzun senelerden beri Dördüncü Ordu’da bulunan Mülazimievvel Halit Efendi’nin üçüncü orduya naklini rica ediyordu. Vehip Bey Erzurum’da Ermenilerle de müzakereye memur edilmişti. Fakat kiminle müzakere edeceğini bilmediği için bunu Selânik merkezinden sormuştu. Selânik merkezi de İstanbul’daki Heyet-i Mebuse’ye:

“Erzurum’da Daşnakzutiyunlardan kimlerle görüşebileceğinin orada bulunan Erkân-ı Harp Binbaşısı Vehip Bey’e telgrafla bildirilmesi” mealinde bir telgraf çekerek işi İstanbul’a havale etmişti.

Bundan bu hâdiseler esnasında, Meşrutiyet’in ilanı gününden sonra geçen haftalar zarfında isimleri zikrolunan zatlar içinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eski hadimlerine hemen hiç tesadüf edilmiyor gibi birşeydi. Halbuki bu eski hâdimler arasında öyleleri vardı ki Paris merkeziyle, Ahmet Rıza Bey’le on, onbeş seneden beri muhabere etmişler ve hürriyet fikrini en tehlikeli devirlerde, Abdülhamid idaresinin en ziyade zulüm yaptığı senelerde hiç korkmadan memlekette tamime çalışmışlardı. Bunların başında sonraları Hamdi Baba namını alan Hamdi Bey vardı. Paris merkeziyle yaptığı muhaberelerde “Âğabey imzasını kullanan bu Hamdi Bey, gümrükte memur idi. Meşrutiyet’ ilan edildikten sonra 1 Eylül’de Doktor Bahaddin Şakir Bey vasıtasıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezine gönderdiği bir mektubunda diyordu ki:

“Ben Silistreli İbrahim Paşa’nın oğluyum. 1293 senesinde biraderim Aliş Paşa Meclis-i Mebusan’a aza olup geldiği tarihte beraberinde İstanbul’a geldim. Meclis-i Mebusan tatil edildikten sonra bervech-i mahirane ile hergün tazyiki çoğaltılan istibdatın yükü altında vatanımı sahili Meşrutiyet’e çıkaracak bir fırka-i mümtaze, bir kurtuluş yolu taharrisini, tesisini kendime meslek olarak kabul ettim ki bu meslekte bugüne kadar cüz’i bir inhirafım vukubulmamıştır.

Geçen otuz şu kadar senelik ömür içinde fakr ve yokluk yeisâver bir sebatla pay-ı hayatımı takipte ısrar ettiği için, şu vatana düşündüğüm kadar çok ve büyük, ümidim gibi, hayalim gibi parlak bir hizmetimin husulünü menetti, kâh arkadaşlarımın vefatları gibi elim vakalar, kâh en muhtaç bulunduğum zamanda parasızlık… Hülâsa daima, daima bir hail beni nailiyetten uzak bulundurdu. Ama enzar her mersidemi örten dümuu mesar içinde gördüğüm ve hayatıma gaye ve netice olarak bildiğim lütf-u Meşrutiyet ve şimdiye kadar gerek Bursa’da, gerek İstanbul’da bulunduğum zamanlarda tesadüf ettiğim gayet namuskâr arkadaşlarımın hâlâ devam eden nimeti itimatları hiç hiçbir mükafata hacet bırakmayacak bir mahiyet-i haiz bulunmuş ve müsaadesiz bir zeminde kâfi bir mükâfat olmuştur. Elhamdülillah.

Benim hayatımın en faal geçen devri şu son onbeş senesidir. Bu zamanda İstanbul’da en ziyade emin olduğum arkadaşlar arasında, hiçbir kimsenin delâlet ve müzaheretine mazhar olamayarak bir cemiyet vücude getirmiş ve bunu efrad-ı ahaliye bir şema-i hürriyet verebilecek bir tarzda mütemadi bir sâyi ile idarede sebat ve arkadaşlarımın yardımlarıyla muhafaza etmiştim. Bu cemiyet az zamanda hayli tevessü etti ve ara sıra Hükümetin artan şiddeti ve kudret-i nakdiyeden mahrumiyetim sebepleriyle kâh mütedenni, kah parlak bir surette neşr-i efkâr eyleyerek ta Ahmet Rıza Bey’in son iki sene zarfındaki icraat ve teşkilâtının bidayetine kadar kemal-i namusla devam ettik.

Bu esnada takip ettiğim hattı hareket, halkı Meşrutiyet’e imale edecek telkinat-ı hafiyye icrası esasına müstenit idi.

İki sene evvel Doktor Bahaddin Bey, tarafından yazılan bir mektupta Paris’te tesis edilen Terakki ve İttihat Cemiyeti’yle birleşmek vesaire gibi bazı maksatlar münderiç olduğundan bu teklif o zaman kabul edilmiş ve bilâhare Doktor Baha Bey, gizlice İstanbul’a geldiği zaman vukubulan mülakatımızda Ahmet Rıza Bey’in efkârını biz de takdir ve terviç ederek ittihada katiyyen karar verip bu suretle senelerce devam eden mesainin artık bir zemin terakkiye gireceğini görerek İttihat ve Terakki Cemiyeti İstanbul şubesini tesis ettik.

Eğer biz bundan iki sene evvel Ahmet Rıza Bey namına bir söz vermemiş olsaydık, İlân-ı Meşrutiyet’le maksadı cemiyet bence hasıl olduğu ve gaye ve takip edilecek meslek tebeddül ettiği cihetle arkadaşlarımızla veda eder, işe nihayet vermiş olurduk.

Bugüne kadar bir fırka halinde sebat ve devam, bir nevi teşebbüs maksadından ziyade Ahmet Rıza Bey’in İstanbul’a vürudundan ibaret bulunuyordu. Fakat kendilerinin meşkûk olan avdetleri daha ziyade devamı müteassir kıldığından cemiyet-i mukaddeseye hizmet arzu ve şerefinde bulunanların isimlerini mübeyyin defterini Mehmet Bey’e tevdian cemiyeti muhteremeye tevdi ediyorum.

Rüfekadan bazıları, alelhusus ben, artık vücudun zafı ve ihtiyacata aile tedariki ile ancak uğraşabilecek kadar zayıf ve hermedide olduğumdan bundan sonra böyle işlerle iştigalden beni ve rüfeka-yi hemalimi millet ve muhterem cemiyet af ve tekaüt eder. Zaten Meşrutiyet’ ilan edilmiş ati-i vatanı düşünecek öyle genç ve faal arkadaşlar yetişmiştir ki vatan bu hizmette bizim vücudumuzdan istiğna edebilir.

Bizim cemiyet için Paris’ten gönderilen ve Rouet ile Hacı Bayar’ın nezareti altına konulan mühür elyevm oradadır. Bu mühür ancak üç kere tarafımızdan kullanılmıştır.

Bunun iki defası beyannamenin ve bir defası da Babıâli’den elde edilmesi arzu edildiği zaman yazılan mektupta kullanılmıştı. Bundan maada tarafımızdan istimal edilmedi. Bunu cemiyet erkânından bazıları bilirler.

Badema muhtefi olacağım köşede istikbal-i milletin selametine gönlümün günden güne tezayüt eden bütün zaf-ı piranesiyle dualar ederim.

Hamdi baba bu mektubunu cemiyet merkezine göndermekle beraber malûm olduğu veçhile cemiyetten çekilmemiş, sonuna kadar İttihat ve Terakki’ye sadık kalmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!