Yesi Mahallesi
Yesi Mahallesi
Türkistan Şehrini Çimkent girişindeki Yesi, Orta Asya’nın geleneksel mimari tarzında yapılmış evlerden kurulu bir mahalledir. Her ev, bahçesiyle birlikte, yaklaşık 500 metre kare arsa üzerine kurulmuş. Tek katlı kerpiç evlerin, avlu duvarları da evlerin duvarlarının yüksekliğine yakındır ve tüm bahçeyi boydan boya çevreler. Avlunun yüksek duvarlarının sokakla irtibatını sağlayan büyük kapılar bulunur. Bu kapılar iki bölümlüdür; birisi gündelik kullanımda insanların kolayca girip çıkmaları için konulmuş, Anadolu köylerinde “koltuk kapı” denilen küçük kapı ve arabaların girebileceği genişlikte iki yana açılan çatal kapılar. Eğer ailenin arabası varsa avlunun kapı girişindeki kısmı aynı zamanda garaj görevi de görür. Bu yüzden bazı kapıların üzeri arabayı gölgeleyecek kadar örtülüdür.
Avlunun kalan kısmı ise ailenin bahçesi olarak kullanılır. Domates, salatalık, biber gibi sebzeler ve bazı meyve ağaçları bu kısımda bulunur.
Avlu duvarlarının bu yüksekliği güvenlik kaygısıyla birlikte aile yaşantısının mahremiyetinden kaynaklanıyor olmalı. Çünkü bu evlerin avluları da evin bölümlerinden sayılır. Her avluda, yaz gecelerinin serinliğinin sefasını sürmek için kurulmuş, yerden yarım metrelik ayaklarla yükseltilmiş, 5–6 metre kare genişliğinde ve adına “desterhan” denilen sedirler mutlaka bulunur. Kimi desterhanlar, etraflarına dikilen üzüm asmaları veya sarmaşıklarla yeşillendirilip gölgelendirilerek, gündüzleri de oturulup sohbet edilecek, ailece yemek yenecek mekanlar haline getirilir. Ailenin bahçeye diktiği çiçeklerin büyük bir kısmı, mutlaka desterhanın çevresindedir. Tercih edilen çiçekler ise yediveren gülleri ve kendine has güzel kokusuyla reyhandır. Baharla birlikte misafirler, desterhan üzerinde yudumlanan çaylarla burada ağırlanmaya başlanır. Hatta, geceleri üzerine örtülen cibinliklerle desterhanlar, yaz gecelerinin tadına doyulmaz güzel uykularının uyunduğu yerler haline gelir.
Yine bu kerpiç evlerin avlularında genellikle, Anadolu’nun bazı yörelerinde de benzerleri görülen, kümbet şeklindeki geleneksel ekmek tandırları bulunur. Bu tandırlarda, şekli ve büyüklüğüyle, Türkiye’de ramazan pidesi adıyla üretilen ekmeklere benzer nefis “nan”lar pişirilir. Nan sözü, Farsça’dan Orta Asya Türk lehçelerine geçmiştir ve ekmek anlamına gelir. Eğer ev sahibi Özbek ise, bu nanlara ilave olarak “samsa”yı da unutmamak gerekir. Samsa, hamurun içine kuşbaşı et ve soğan konarak yapılan bir börek çeşididir ki, tandırdan çıktığında henüz buharı üzerinde iken yemesine doyum olmaz. Yöre insanın çok sevdiği bu börek, adeta “Özbek fast food”udur. Yol kenarlarına kurulan tandırlarda da samsa pişirip satarlar. İşi acele olanların, hemen ayak üstü alıp yedikleri, ucuza karın doyurmanın bir yoludur bu.
Geleneksel Türkistan evlerinin avlularının, vazgeçilmez unsurlarından birisi de odun ocaklarıdır. Avlunun eve yakın bir köşesine kurulan bu ocaklarda, en itibarlı misafirlerin sofrada önüne konan ve yenme usulleri ile adeta bir tören havasında parçalanan başlar pişirilir. Kalabalık gruplara ikram edilecek “beşparmak” yemeği ve at etinin en nefis hali olan kazı, yine bu ocaklarda kaynar. Ocağın ev ve desterhana yakın kurulmasının sebebi de, yemeklerin soğumadan servisini yapabilmek içindir.
Kanalizasyon sistemi henüz yapılmamış şehirde, tuvaletler de avlunun içinde yer alır.
Sözün özü; Türkistan’da avlular, yalnızca evlerin bahçeleri değil, aile hayatının önemli bir kısmının yaşandığı mekanlardır. Bu yüzden olacak yüksek duvarlarla yad gözlerden gizlenmişlerdir.
Kerpiç evlerin içlerinde ise, eski dönemlerin dar çadırlarında geçen günlerine tezat, geniş mekanlar bulunur. Özellikle salon kısımları mübalağlı sayılabilecek ölçüde geniş yapılmıştır. Bu genişlik, sosyal yaşantının da bir zorlaması olabilir. Bayramlarda, düğünlerde, yaş günlerinde eş dost ve akrabaların katıldığı kalabalık toplantılara bu geniş mekanlar ev sahipliği yapar. Salonun iki yanına körpece denilen geniş minderler serilir. Yastıklar da minderler gibi geniş ve büyüktür. Türkistanlılar, körpecelerin üzerine uzanarak, dirseklerini bu yastıklara dayayıp sohbet etmeye bayılırlar. Bir Türkistanlının en rahat ettiği oturuş şekli, herhalde budur.
Ailenin büyükleriyle birlikteyken, her zaman bu rahatı bulamazlar. Kimin nereye oturacağı ve böylelikle de o sohbeti kimin idare edeceği, hemen ilk anda belli olur. Salonun baş köşesine “tör” derler. Orada bulunan en yaşlı veya en itibarlı kimse töre geçer oturur. Onun adı artık “törağa”dır. Törağa, toplantılarda ayrıntılarla pek meşgul olmaz ve böylelikle de insanlarla yüz göz olarak otoritesini zayıflatmaz; o, ağırbaşlılığın temsilcisidir. Sohbetin şenlenmesini sağlamak, orta yerde suskunluk olmasını engellemek, hatta yiyecek ve içeceklerin servisini yönlendirmek “tamata”nın görevidir. Tamatalık, herkesin yapabileceği bir iş değildir. Tamata şen şakrak, konuşma kabiliyeti olan, pratik zekalı ve usül erkan bilen kişilere verilir. Bu bazen kişilerin kendilerini tamata ilan etmesiyle olur; bazen de törağa bu görevi birisine verir.
Sofraların üzeri, her zaman ceviz, kişmiş denen çekirdeksiz kara üzüm, meyveler, reçellerle doludur. Ekmek, ev sahibi tarafından bölünerek sofradakilere dağıtılır. Özbeklerin çok itina göstermedikleri bu adet, bir Kazak evinde, mutlaka misafirler geldikten sonra ev sahibinin ekmeği eliyle bölerek dağıtması şarttır. Ayrıca yaşı, kariyeri ne olursa olsun ev sahibi, topluluğun en ucunda kapıya yakın yerde oturur ve aksi büyük saygısızlık kabul edilir.
Ev sahibi, bulunduğu yerden servise de yardımcı olur. Eğer kalabalık özel bir programla toplanmışsa sofranın vazgeçilmez yemeği “beşparmak”tır. Kazakların millî yemek olarak tarif ettikleri başparmak, baklava dilimi iriliğinde kesilmiş hamurların üzerine haşlanmış et dökülerek servis yapılır. Hazırlaması zahmetli olan beşparmak için akraba hanımlar veya komşular kendi aralarında yardımlaşır. Önce hamurlar açılır. Etler bir kazanda hazırlanır. Etler alındıktan sonra aynı suya hamurlar konarak pişirilir. Pişen hamur geniş tepsilere serilir ve üzerine et dökülür. Beşbarmak yemeğini Kazaklar elle yemeyi severler. Zaten adını da beş parmak kullanılarak yendiğinden dolayı aldığı söylenir. Hamur parçalarının içine eti yerleştirerek ikisini beraber yerler. Doğrusu, yemesi biraz zor olmakla beraber, lezzetli bir yemektir ama benim asıl tercihim “besbarmak sorpasıdır.” Beşparmak yemeği hazırlanırken etin ve hamurun kaynadığı su, “sorpa” yani çorba olarak arzu edenlere bardaklarda ikram edilir ki, çok lezizdir.
Besbarmak yenmeye başlanmadan önce, törağanın önüne konan koyun başı, yemeğin törensel kısımlarından birisidir. Ev sahibi, bir tepsiye konmuş koyun başını, yanında bıçakla beraber törağanın önüne koyar. Türkiye’de de bazı doğu illerimizde yaşanan bu adet, ev sahibinin “başımızla birlikte seninleyiz” ifadesini taşır ve büyük saygı göstergesidir. Törağa bir parça kendisi aldıktan sonra baş etlerinden keserek sofrada oturanlara dağıtır. Kime hangi kısımdan verdiğinden mesajlar çıkarılmaya çalışılır veya bazen bu mesajları kendisi verir. Bir gence kulaktan kesip vermişse bu, “daha dikkatli dinle” anlamına gelebilir. Eğer göz bölgesinden kesmişse bu “seni gözüm gibi seviyorum” demek de olabilir “gözünü aç” anlamına da gelebilir.
Yemekten sonra, “Amin Allahuekber” sözleri hemen herkes tarafından yemek duası olarak söylenir.
Bu evlerin ısıtılmaları kömür sobasına bağlı kat kaloriferi sistemiyle yapılır ve evin her yeri tek sobayla ısıtılır. Bu sistem, bileşik kaplar prensibine dayalı basit bir yapıdır. Anadolu’da kuzine tabir ettikleri sobalar evin girişinde yakılır. Sobanın üzerinde küçük bir su kazanı bulunur. Peteklere giden borular bu kazana bağlıdır ve su dengede durmaktadır. Kazanın kaynaması ile birlikte genleşen ve buharlaşan su, sistemi harekete geçirir ve boruların içinde devir daim başlar. Bu basit düzenekle, evin her yeri birden ısıtılmış olur.
Kazak veya Özbek, hemen bütün Türkistanlıların yer evlerindeki düzen bu şekildedir. Bir farkla ki, Özbek evlerinin bahçeleri daha yeşil, meyve ve sebzeler yönünden daha zengindir. Bu fark, Özbeklerin, tarım işlerine daha yatkın olmalarından kaynaklanıyor olsa gerek.