Baykal ve Özdağ’ın İstifaları
BAYKAL VE ÖZDAĞ’IN İSTİFALARI
Rıfat Baykal’la Muzaffer Özdağ’ın partiden istifa niyetlerini engellemeye çalıştım. 12 Mart 1971 günü Türkeş her ikisinin istifa dilekçesini bana haber verdi. Bu konu Genel İdare Kurulu’na da getirildi. Her iki arkadaşımız istifa için muhtıradan bir gün öncesini seçmişlerdi. Toplantıda Baykal ve Özdağ aleyhinde bir hava vardı. Bu yanlış bir düşünceydi. Her iki arkadaşımızın da cesareti ve mertliği tartışılmazdı. Bir gün mecliste, “Albayım çık konuş. Size kim laf atarsa onu beyninden vururuz” diyen vefakar dost onlardı. İstifalarının öyle bir tarihe denk gelmesi ancak bir rastlantıdır. Her ikisi de cesur ve vefakar dostlardı. Sonra ben bu işin iç yüzünü biliyordum. İstifalarını bir iki defa engellemiştim. Türkeş bu istifalarla ilgili olarak kendilerini de çağırıp görüşmek ihtiyacını duymadı.
C.K.M.P.’ye girdiğimiz sıralarda partinin yetkili kurullarındaki üyelerden bir grup Bakırköy’de bir yerde toplanıp karar vermişler, “Partide önce Türkeş’in etrafındaki asker kökenli üyeleri daha sonrada kendisini tasfiye ederiz” demişler. Kemal Cabioğlu’nun da bu hareketin içinde olduğunu öğrendik. Esasen o grubun çalışmasına ihtiyaç duyulmadan 14’ler partiden birer birer ayrılıyorlardı. Biz Türkeş’in yanında Dündar Taşer’le beraber kalmıştık. Taşer’de 12.06.1972 tarihinde bir trafik kazasına kurban gitmişti.
Tarihçi Cemal Kutay, Türkeş’e bir tavsiyede bulunmuş: “Atatürk sık sık kadro değiştirirdi. Sen de buna dikkat et.” Türkeş bu tavsiyeye sıcak bakıyordu. Bu yanlıştı. İslam’da buna dair çok canlı bir örnek vardı: Hz. Ömer, Halid Bin Velid’i başkumandanlıktan alırken sebebini de kendisine bildirmişti. “Ya Halid, halk kazanılan zaferleri senden biliyor. Allah’ın yardım ve kudretini hatırlamaz oldu. Onun için seni alıyorum.” Kadrolar sunni olarak değiştirilmez. İş tabii seyrine bırakılmalıdır. Bir gün Türkeş’e sordum:
— Albayım siz Naci Kuşadalı ile neden konuşmuyorsunuz? Sizin ilgi ve alakanızın dışında kalması onu üzüyor.
Cevap verdi:
— Ahmet, ben Naci’ye küskünüm.
Kendisine sordum:
— Albayım, siz bu küsmeyi kimden talim ettiniz?
“O halde mektup yaz. İmza edeyim” dedi. Türkeş’in ağzından Naci Kuşadalı’ya muhabbet ve hasret ifade eden bir mektup yazdım. İmzasına sundum. “Hiç gönlüm istemiyor” dedi. “Efendim gönül almak sevaptır” dedim. “Peki Ahmet benim gönlümü kim alacak?” diye sordu. Cevap verdim:
— Albayım merhamet edene merhamet edilir. İffetini koruyanın iffeti korunur. Bir kimse kardeşinin gönlünü alırsa Allah’ta onun gönlünü alır.
“Getir öyleyse imza edeyim” dedi ve mektubu imza etti. Naci Kuşadalı apar topar Ankara’ya geldi, “Beni Genel Başkan çağırmış” dedi.
Genel Başkan tarafından kabul edildi. Odasından çıktığı zaman üzgündü. Bana mektubu uzatarak, “Oku şunu” dedi. Kendi yazdığım mektubu okudum:
“Naci’ciğim, uzun zamandan beri görüşemedik. Seni çok göreceğim geldi. Bir vakit bulup Ankara’ya gelirsen çok memnun olurum.”
Naci bana döndü:
— Yahu Ahmet yazdığı mektup başka içerideki bana karşı tavrı başka anlayamadım.
Açıklamaya çalıştım:
— Naci Genel Başkan çok yorgun, çalışmadan başını kaldıramıyor. Sen onun yorgunluğuna ve dalgınlığına ver.
Türkeş’i bir iki kişiyle değil, dargın olduğu çok kişilerle barıştırdım.
Eşi Muzaffer Hanım 1974 senesinde Allah’ın rahmetine kavuşmuştu. Çok üzgündü. On—onbeş gün Ankara’da evinde beraber kaldık. Evde oğlu Tuğrul’da vardı. Hemen hemen her sabah eşinin kabrini ziyarete giderdi. Muzaffer Hanım’ın vefatı Türkeş’i çok üzmüştü. Karı koca birbirini çok seven ve sayan mutlu bir aile idiler. Kendisi de Hakk’ın rahmetine kavuşunca oğlu Tuğrul’a şu tavsiyede bulundum:
— Ya babanı annenin yanına defnet, yahut anneni babanın yanına getir.
Sanıyorum 77’li yıllardı. Parti yöneticileri tümüyle Türkeş’le beraber Erzurum’a miting için gitmiştik. Meydanda mitingde yapmış olduğu konuşmada, “Vatan bir, Millet bir, Devlet bir, Bayrak bir, Ezan bir, Kitap bir, Peygamber bir, Allah birdir.” demişti. Bu konuşma benim kanaatime göre Türkeş’in hayatında yaptığı en güzel konuşmaydı. Dinleyenlerden çok kişi ağlıyordu. Kürsüden inince kendisini tebrik ettim ve kulağına eğildim şunları söyledim:
— Konuşmanız çok güzeldi. Fakat sizin değildi.
Heyecanla sarıldı:
— Doğru benim değildi.
Kendisiyle seyahatte dahi olsak bir arada olduğumuz zaman Abdûl Kadiri Geylâni Hazretleri’nin Fütuhul Gayb isimli eserinden okurduk. Erzurum’da aynı otelde yan yana odalarda kalıyorduk. Sabahleyin sabah namazını takiben benim odamda birkaç sayfa okuduk. Vakit çok erkendi. “Albayım” ve devamla:
— Haydi Abdurrahman Gazi Hazretleri’ni ziyaret edelim,
Çok memnun oldu. Şoförünü buldurdu. Kendisi Başbakan Yardımcısı idi. Palandöken’lerin eteğinde Abdurrahman Gazi Hazretleri’nin Türbesi’ni ziyarete gittik. Türbenin kapıları kapalı idi. Pencereden ve dışarıdan dualar ettik., geriye döndük. Otelde benim odamda kahvaltı yapıyorduk. Kahvaltı esnasında:
— Albayım, merhume eşiniz Muzaffer Hanım’ın size bir mesajı var.
Heyecanla doğruldu. Çatalı ve kaşığı bıraktı, heyecanla dinlemeye başladı. Ben devam ettim:
— Bizim hanım manada merhume ve muhtereme yengemizi görüyorlar; “Aslan’a söyleyin, Milliyetçiler yorulmaz.” Diyor.
Ağlayarak bana sarıldı:
— Ah Muzaffer’ciğim sana malum oluyor.
Ben de ona sarılmıştım. İkimizde ağlıyorduk. Cumartesi günü sabahleyin namazdan sonra yine Fütühul Gayb’tan birkaç sayfa okuduk. İçimden “Haydi albayım Abdurrahman Gazi Hazretleri’ni bugünde ziyaret edelim” demek geliyordu. Tam o anda Türkeş:
— Abdurrahman Gazi Hazretleri’ni bugünde ziyaret edelim.
Vakit dünkü zaman gibiydi. Yolda giderken bana sordu:
— Ahmet bu ziyareti sen de arzu etmiş miydin?
— Düşünüyordum. Size teklif edecektim. Fakat siz benden evvel davrandınız.
— Bana göre bugünkü ziyaretimiz dünkünden farklıdır.
“Neden?” diye sordum: Cevap verdi:
— Sabaha karşı Abdurrahman Gazi Hazretleri’ni manada gördüm. “Efendi sen ve arkadaşın çok acelecisiniz. Dün ziyaretime geldiniz. Yerimde yoktum. Çok mühim bir işimi yarıda bıraktım. Sizi karşılamaya geldim. Biraz daha bekleseydiniz kapıları açık bulacaktınız. Sizi bugün bekliyorum, dedi. Bu ziyaretimiz bir davete icabettir.” Dedi.
Bunu anlatırken çok duygulanmıştı. Gerçekten araba ile huzurlarına vardığımızda kapılar ardına kadar açıktı. Bize refakat eden korumalarla içeriye girdik. Huşu içinde Abdurrahman Gazi Hazretleri’ni ziyaret ettik.