Dev–Yolcu Aydın Erol’un ölümü Kaza mı?
Dev–Yolcu Aydın Erol’un ölümü Kaza mı?
Cinayet mi?
1978–1980 döneminde Türkiye’de çok fazla yaşanmasa da Devrimci Yol, Devrimci Sol çekişmesi Avrupa’da yoğun bir şekilde hissedilecekti. Her iki örgütün lider kadroları yakalanıp örgütler tamamen çökertilse de 12 Eylül 1980 sonrası yurtdışında olan ve kaçan her iki örgütün bazı MK üyeleri ve kadroları, 1978 ayrılığında başlayan fikir ayrılıklarını, çatışmalarını Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sürdürecekti. Avrupa’da Devrimci Yol’un önderliğini Taner Akçam ve İbrahim Sevimli yaparken Dev–Sol’unkini ise Paşa Güven yapmaktaydı. Her iki örgüt mensupları bir çok örgütsel yayın ve dergi çıkartmaktaydı. Çıkarttıkları dergilerde, yayınlarda ve broşürlerde birbirlerine yönelik ideolojik suçlamalarını sürdürmüşlerdi. Sol örgütler tarafından düzenlenen miting ve yürüyüşlerde, kapalı salon toplantılarında, birbirlerine üstünlük sağlamak amacıyla karşılıklı slogan yarışlarından tutun “senin kitlen mi kalabalık benim kitlem mi kalabalık” gibi birbirleriyle siyasi rekabete girmişlerdi. Dev–Yol bir tarafta PKK ile Avrupa’da sonu cinayetlerle biten kanlı çatışmalarla karşı karşıya kalırken öte taraftan da PKK’lılar kadar olmasa da Dev–Solcularla da bir çok kez kavga etmişlerdi. Dev–Sol’la Dev–Yol arasındaki kavgalar 1987 yılının 23 Ekim’i 24 Ekim’e bağlayan gece Dev–Yolcu Aydın Erol’un Almanya’nın Hamburg şehrinde öldürülmesiyle doruğa çıkacaktı.
Olayın gelişimi şöyle; 1985’den sonra ikiye ayrılan Avrupa’daki Dev–Yol hareketinin, “Göçmen Dergisi” etrafında toplanan çevrenin lideri olan Taner Akçam’ın doğum gününü kutlamak için Hamburg’da bir kafede bir araya gelen Dev–Yolcularla kafede bildiri dağıtmak isteyen Dev–Solcular arasında tartışma çıktı. Dev–Yolcular, Dev–Solcular tarafından dağıtılan bildirinin altında PKK taraftarı FEYKA–Kürdistan imzası bulunmasından dolayı bu bildiriyi almadılar ve dağıtılmasına karşı çıktılar. Dev–Yolcular’ın karşı çıkışındaki sebep bir çok arkadaşlarının PKK tarafından öldürülmesiydi. Düşman gördükleri PKK’nın da imzası bulunan, Dev–Sol’un dağıttığı bildiriye bu yüzden karşı çıkmışlardı. Kavga sözlü tartışmalardan sonra karşılıklı silahlı çatışmaya dönüşür. Olay sırasında Dev–Yol taraftarı kod adı “Yavuz” olan Aydın Erol Dev–Yolcu arkadaşı ve PKK’dan korunmak için üzerinde silah taşıyan Yılmaz Ulusoy’un tabancasından çıkan kaza kurşunuyla orada ölmüştü. Aydın Erol’un ölümünden Dev–Yolcular Dev–Sol’u sorumlu tuttular arkadaşlarını Devrimci Sol taraftarlarının vurduğunu söylediler. Devrimci Yol tarafından dağıtılan bildirilerde Aydın Erol’un katillerinin “Devrimci Sol çetesi” olduğu iddia edilmişti. Bu olay Türkiye’ye de Devrimci Yolcular tarafından böyle lanse edilmiş, çeşitli gazete ve dergilerde de Devrimci Yol çevresinin ileri sürdüğü suçlamalar kabul edilmişti.
Taner Akçam, Aydın Erol’un ölümünden 15 yıl sonra Milliyet Gazetesi’nden Can Dündar’la yaptığı röportajda arkadaşı Aydın Erol’u bir kaza kurşunu sonucu kaybettiğini şu sözlerle anlatıyor:
Kürşat’tan 1 yıl sonra PKK saldırılarından korunmak için silah taşıyan bir arkadaşımızın kaza kurşunuyla en yakınlarımızdan birini, (Yavuz) Aydın Erol’u kaybettik.
Yavuz’u 1960’tan beri tanıyordum. Aynı mahallede büyümüştük.
Onun ölümüyle birlikte, benim için siyasi hayatı sürdürmeye çalışmanın hiç bir anlamı kalmamıştı. Bu, ancak yeni çatışmalar, yeni ölümler anlamına gelecekti.20
Türkiye’de yayınlanan Doğu Perinçek’in liderliğindeki Aydınlık Hareketi’nin yayın organı 2000’e Doğru’nun 1–7 Kasım 1987 tarihli 45. sayısında “Solcu Solcuyu Vurur mu?” başlıklı yazıda bakın o günlerde Aydın Erol cinayetiyle ilgili neler söyleniyor:
Bir an önce sokağa fırlamak, doğan günü kucaklamak, kentin o uğultulu devingenliğine karışmak istiyordu, genç adam. Yapılacak o kadar çok iş vardı ki… Acele bir şeyler atıştırıp eski bisikletinin üzerinde yola düzüldü. Zamanla yarışırcasına hızlı basıyordu pedallara. Saat 10: 00 Arkadaşlarını toplu halde kendisini bekler bulunca içini sıcak bir sevinç kapladı. Demek onlar da işi onun kadar ciddiye alıyorlardı. Olayı buraya kadar getirmek kolay olmamıştı. 18 Kasım akşamı Hamburg’un kültür merkezlerinden Kampnagel’de sahneleyecekleri gösteri bir anlamda meydan okumaydı dosta düşmana karşı. bir süre önce Nazım Hikmet’in şiirlerine klasik bale uyarlaması tasarımını yüksek sesle düşünmeye başladığından en yakın arkadaşlarında bile dudak bükmeler, bilgiç bilgiç baş sallamalar sezinlememiş miydi? Oysa yaşadığı yerde çeşitli uluslardan göçmenlerin yerli halkla iç içeliğinin yarattığı çok kültürlü topluma geçiş sürecinde göçmen sanatçılara da önemli görevler düştüğüne inanıyordu. Kendisi de bunlardan biriydi. Ankara Devlet Konservatuarı’nın Bale Bölümü’nü bitirdikten sonra 1975 yılından 12 Eylül 1980’e kadar çeşitli opera ve bale temsillerinde rol almıştı. İyi bir balet olduğuna inanıyordu. Estetikle bütünlenemeyen devrimci içeriklerin, söylemlerin kuru, itici ve uzaklaştırıcı kalacaklarını düşünürken haklıydı. YAKAMOZ adını verdiği dans grubunu bir araya getirip de çalışmalar ilerleyince, önceleri dudak bükenlerin şimdi bu işin güzelliğine varıp bir yerlerinden tutmaya çalıştıklarını görünce keyifleniyordu. Ama daha çok, çok çalışmak gerekirdi. Koreografi düzenlemeleri birkaç kez yeniden gözden geçirdi. Dolu dolu yorulasıya çalıştılar. Terden sırılsıklam, aralıksız yılmadan. Üç saat ne kadar çabuk geçivermişti…
Sanatsal kaygılar siyasi eylemlilik
Saat 14: 00: Bu sıralar arkadaşları, Türkiye’de süren cezaevi direnişlerini desteklemek için yoğun bir kampanya hazırlığı içindeydiler. Cezaevinin ne demek olduğunu iyi bilirdi, İstanbul Dev–Yol davası nedeniyle tutuklandığında O da yıllar önce aynı acıları çekmiş, 12 Eylül’ün işkenceli sorgularından geçmişti. Beş yıl önce siyasi mülteci olarak geldiği Paris’te, daha sonra Hamburg’da yaşadığı sürece yüreğinde ve kafasında ülkesine ve halkına karşı yüklendiği sorumluluğun bilincinde gönüllü görevler üstlenmişti. Görevin büyüğü küçüğü olmaz, diye düşünüyordu. İşte şimdi Türkiye Enformasyon Bürosu (Türkei İnfo)’da hep birlikte “Türkiye’de Politik Tutuklulara Özgürlük” kampanyasının bildirilerini, afişlerini hazırlarlarken bir dans figürünü ilk kez denediğinde duyduğu heyecanı yaşıyordu. Sanatsal kaygılarıyla siyasal eylemliliğini yaşamıştı hep. Bir gün yeniden Türkiye’ye dönebilmenin, dostlarla kucaklaşabilmenin, başka bir Türkiye’yi kendi topraklarında düşleyebilmenin yolu ortak kavgalardan geçiyordu. Bu kavgayı bir yeniden kavramak, çorbaya bir tutam tuz katmak ertelenmez bir görevdi. Ve madem bir iş yapılıyordu iyi olduğu kadar güzel de yapılmalıydı. Arkadaşlarına “eyvallah” deyip ayrılırken, hava kararmaya başlamıştı bile. Oh be, gün ne güzel geçiyordu.
Saat 17:00: Şimdi evindeydi. Eşine söz vermişti, mutfak işi onundu bugün. Yaşanan günü ve yaşanacak günleri birisiyle paylaşmanın verdiği mutlulukla hazırladığı yemekleri sofrada karşısında oturan karısının gözlerindeki pırıltı günün yorgunluğunu alıvermişti üzerinden. Yanağına bir öpücük kondurup çıktı evden, gün daha bitmemişti.
Saat 18: 30: Göçmenler Derneği’nden içeri girdiğinde arkadaşlarının “nerede kaldın” gibisinden serzenişlerine pek aldırmadı. İçinden ise hak verdi onlara. Göçmen Dergisi’nin ekim sayısı bir bakıma onun eline bakıyordu. Layout masasının hazırlanmasına yardımcı olacağına söz vermişti. İşe girişti… . Doğrusu iyi anlardı bu işlerden. Geçen yıllarda fotoğrafçılıktan grafik düzenlemeye kadar, profesyonellere taş çıkartır bir ustalık kazanmıştı. Şimdi layout masasını hazırlayan bu ellerin hüneri değil miydi, kaç devrimciyi 12 Eylül karanlığından çekip çıkaran? Şu grup, bu siyaset demeden hazırladığı belgelerle, sahte pasaportlarla yurtdışına çıkan insanların sayısını anımsayamıyordu bile… Söz nereden geldiyse bir ara Roman Polanski’nin son “Korsanlar” filmine geldi. Geçen hafta görmüştü bu filmi. Şimdi anlatırken kendi yorumlarını da katıyor, sanki bir kez de kendisi oynuyordu. Şakalaşmalar, takılmalar, gülüşmeler içinde zamanın nasıl geçtiği belli olmuyordu. Gece yarısı yaklaşırken masanın hazırlığı da bitmişti. Son kez çaylar, kahveler içildi, kapı önünde ayrıldılar. Her biri bir tarafa gitti. Yarın görüşeceklerdi…
Saat 24: 00: Neredeyse 16 saattir koşturup duruyordu. Bir an eve gitmeyi düşündü, vazgeçti. Gün daha bitmemeliydi. Şöyle rahat bir iskemleye oturup bir şeyler içivermek ne güzel olurdu. Bir süre yürümek, kendini dinlemek gereksinimi duydu. Bisikletinden inip, soğuk ve karanlık sokaklarda yürürken düşünüyordu: Göçmenlik koşullarında yaşanan bir aşk ilişkisini konu alan bir müzikal yapılamaz mıydı? West Side Story’nin farklı bir konuma uyarlanması gibi. Konuyu güvendiği dostlarına açmış, ilgi görmüştü. Hatta tasarladığı kadro için düşündüğü bazı oyuncularla ilk görüşmeleri yapmıştı bile. Fakat şimdi bunlara kafasını yormamalıydı… Bir grup arkadaşının Taner Akçam’ın doğum günü nedeniyle bir arada olduklarını anımsadı birden. O da çağrılıydı, giderse sevinirlerdi. Bisikletine atlayıp Emek Lokantası’nın bulunduğu semte doğru yöneldi…
Bir devrimci ölüyor işte…
Saat: 01: 00: Lokantadan içeri girip de karşı masadaki arkadaşlarını görünce sevindi, demek kalkmamışlardı daha. Selamlaşmalar, gülüşmeler, masaya oturdu. Geleli belki 15 dakika olmuştu ki kimileri kalkmaya davrandılar geç oldu diye. Derken kapıdan birileri girdi, tanıyordu onları yürüyüşlerden, toplantılardan ve araları pek iyi değildi!. . Masa arkadaşlarından birinin kalkıp lokanta sahibine “Ne olur ne olmaz polise telefon edin, gelenlere de kapatıyoruz deyip, gitmelerini söyleyin” dediğini duydu.
Masada sinirler gerilmişti, bir olay çıkacaktı. Yerinden kalkıp gelenlere doğru yürüdü, bir şeyler söylemek istedi, başaramadı. Bu güzel gün böyle bitecek diye geçirdi içinden, kendilerinden iki kişi daha yaklaşmıştı yanına. Sinirlerin gerildiği, öfkelerin kabardığı, sözlerin içinin boşaldığı bir anlamsız tartışma ortamında buluverdi kendini. İçi boşalmış sözler küfre, küfürler yumruğa, yumruklar kıyasıya bir kavgaya dönüştü. Bir an yapı başındaki kız arkadaşının kafasından akan kanlara ilişti gözleri, o kızıllığa doğru yaklaştı ve öylece kaldı. Sonra yere düştü. Çevresinde ortalığı kana bulayan kıyasıya boğazlaşmayı, akan kanları, sıkılan kurşunları, bu çirkinliği görmüyordu artık.
Saat: 02. 00: Kan kızıllığı, “Yavuz” takma adlı 1956 Erzurum doğumlu devrimci sanatçı Aydın Erol’un yoğun yaşamının en yoğun gününde gördüğü son renk olacaktı. Güzel, sevecen ve devrimci bir insan, bir “devrimcinin” sıkacağı kurşunla yaşamını yitirecek, dolu ve anlamlı yaşanmış bir 31 yıl, soğuk ve ürkütücü bir ambulansın meşin kaplı sedyesinden noktalanacaktı.
Ertesi gün: 24 Ekim günü “Yavuz”suz başlıyordu. Artık türlü sözler söylenebilir, yazılar yazılabilirdi. Meydan söylencelere kalmıştı. Oysa yaşamı boyunca bir “devrimci” eliyle gelecek ölümü hiç düşünmemiş bir insanın ardından söylenen sözler hangi gerçeği, kimin gerçeğini yansıtacaklardı? Bilinen hangi gerçek, tasarlanan hangi kuram bu tür bir ölümün gerekçesi olabilirdi?
Kurşun kime ait olursa olsun
Nitekim, gün ilerledikçe olay polisiye bir nitelik kazanıyor, gelişmeler giderek “Yavuz”un gerçeği olan ölüme yabancılaşıyordu. Polisten edinilen bilgiye göre “Hamburg’da sabahın ilk saatlerinde bir Türk lokantasında aşırı sol gruplar arasında bildiri dağıtmak yüzünden çıkan çatışma sonucu bir kişi ölmüş, iki kişi ağır olmak üzere beş kişi yaralanmıştı. Zanlılar gözaltındaydı. ” Akşam üzeri Köln Radyosu Türkçe yayınında bu özeti verdiğinde, bu haberi dinleyenler, “İşte gene azdılar, birbirlerini yiyorlar” diyerek tepki gösteriyorlardı. “Beklenmedik” bir ölüm olayı karşısında şu yada bu şekilde “tavır alma”nın sıkıntısını yaşayan sol gruplar içinde tartışmalar başlamıştı. Olayın “tarafları”na başvurulup bilgi isteniyordu. Olay neydi?
Musa Erdal ve Erol Güney adlarındaki arkadaşları tarafından Devrimci Yol taraftarları adına 2000’e Doğru’ya verilen bilgiye göre olay, “Basında yansıtıldığı gibi iki grup arasında bir çatışma değildi. Lokantada yemek yiyen bir kısım arkadaşlarına saldırılmıştı. Dağıtılan bir bildiriyi, altında PKK imzası olduğu için geri vermek isteyen insanlara ‘ders vermek’ amacıyla düzenlenmiş bir saldırıydı söz konusu olan.
Daha sonra “Devrimci Yol taraftarları” imzasıyla basına yapılan bir duyuruda, olay ayrıntılarıyla açıklanmaya çalışılıyordu: 23 Ekim’i 24 Ekim’e bağlayan gece, bir Türk lokantasında bir grup arkadaş doğum günü kutlarlarken, saat 23. 00’e doğru lokantaya gelen Avrupa’da Dev Genç örgütüne bağlı bir grup, altında PKK derneklerinin tavan örgütü olan FEYKA Kürdistan imzasının da bulunduğu bir bildiriyi dağıtmaya başlamışlar, bundan kendilerine de vermek istemişlerdi. Bildirinin içeriğinde belirtilen “Türkiye’de deri işkolu ve Migros işyerlerinde sürdürülen grevleri destekleme çağrısı”na ilişkin konuda kendilerinin de çalışma yaptıklarını söyleyip, FEYKA imzası nedeniyle bu bildiriyi almayacaklarını belirtmişlerdi. Uzun süredir diğer örgütlerle birlikte PKK’nın siyasi tecridi için çaba gösterdiklerinden, geçmiş yıllarda PKK’nın saldırısına uğramışlardı. 1986 yılının Ocak ayında arkadaşları Kürşat Timuroğlu’nun ölümünden PKK’yı sorumu tutuyorlardı. Böyle olunca, bildirinin kendilerine verilmek istenmesi bir tahrikti. Kısa bir tartışmadan sonra bildiri dağıtanlar lokantayı terk edeceklerdi.
Karşılıklı suçlamalar
Dev–Yol taraftarı duyurusundan: “Saat 1. 30’a doğru yavaş yavaş dağılıyorduk, lokantada bizden başka müşteri kalmamıştı. Bu sırada bildiri dağıtan grup bu kez ellerinde bildiri olmaksızın ve 46 kişilik bir fazlayla yeniden lokantaya geldiler. Bizler, gelen tehlikeyi sezinleyerek lokanta sahiplerinden polis çağırmasını rica ettik. Aralarında Yavuz ve bir kadının olduğu üç arkadaşımız aynı anda gelenlere ‘Bir Kavga istemediğimizi, zaten kalkmakta olduğumuzu ve kendilerinin de gitmelerini rica etmeyi denedi. ” Bunun üzerine grubun sözcüsü ceketinin altından çıkardığı bir sopayla kadının başına vurunca aynı anda diğerleri de sopalar ve bıçaklar çıkartarak üzerimize saldırdılar. İçimizden bazıları ateşli silah taşıdıklarını gördü. Bunu izleyen çatışmada Yavuz başından kurşunla ölümcül yaralanarak yere düştü. Her iki taraftan da içlerinde ağır olmak üzere yaralananlar oldu. Biraz sonra yetişen polis üç arkadaşımızı ve onlardan birkaç kişiyi gözaltına aldı. ”
Avrupa’da Dev Sol duyurusundan: “Yaklaşık 1. 5 saat sonra arkadaşlarımız oradaki Alman anti faşistlerini bağış eylemi konusunda bilgilendirmek ve bağış toplamak için yeniden aynı lokantaya gittiler. Göçmencilerin çoktan buradan gitmiş olacaklarını düşünüyorlardı. Ancak lokantaya girdiklerinde, bunların hala oturmakta olduğunu gördüler. Diğer müşterilere gidip bağış toplamak istiyorlardı. Fakat birden bu grubun sözlü ve fiili saldırısına uğradılar. Arkadaşlarımız kısmen ağır kurşun ve bıçak yaraları aldılar. Bir kısmı kendini bilemez derecede sarhoş olan saldırganlar, silahla hedefsiz ateş etmeye başlayıp, bu arada kendi arkadaşlarını vurdular. ”
Bu bölümde birbirini tutan tek sözcük Yavuz’un öldüğüydü. Polis aradan bir güç geçtikten sonra bir kişi dışında gözaltına aldıklarını salıvermişti. Ama söylentiler sürüyordu.
Avrupa’da Dev Sol duyurusundan: “Olaydan bir gün sonra bu grubun gerçeğe uymayan basın açıklamasında bizleri PKK’yla karşılaştırmak istemleri çok açıktı… Kendi ağızlarından PKK’ya olan kinleri bu saldırıyla bir kez daha kanıtlanıyordu. Bu arada saldırılarına Feyka Kürdistan’ın da bildiriyi imzalamış olmasını gerekçe olarak gösteriyorlardı. Ayrıca bu ‘siyasi’ sarhoşların saldırıları tek başına bir anti PKK içeriğiyle sınırlı değildi. Bilakis doğrudan arkadaşlarımıza yöneltilmişti. Örneğin bu aynı insanlar bu yılın mayıs ayında Hamburg Üniversitesi’nde düzenlenen bir tartışma toplantısında 1984 ölüm orucuyla ilgili olarak bildiri dağıtan arkadaşlarımızı provoke etmişlerdi. ”
Duyuruyu okuyanlar sözü edilen toplantının konusunun “Avrupa’da Siyasi Cinayetler ve PKK” olduğunu anımsıyorlardı. Ve böyle olunca akla son olayın bastırılmış bir öfkenin boşalması olduğu geliyordu. Devrimci Yol taraftarları bu soruyu duyurularında “Avrupa’da Dev Sol örgütüyle siyasi düşünce farklılıklarımız var, fakat aramızda fiili bir çatışma olmamıştı” diye yanıtlıyorlardı. Kendilerine göre “23-24 Ekim saldırısı azgınlaşan bir güruhun kısa sürede planlanmış hedefli saldırısıydı. Bunlar güçlerini göstermek için uygun bir ortam beklemişlerdi. ” PKK’nın planlı ve ideolojik gerekçeli saldırılarından farklı değerlendirilmeliydi olay. Yavuz ölmüş, giden gitmişti. Şimdi yapılması gereken olaydan ders çıkartmaktı. Devrimci Yol taraftarları “Sol içi çatışmalara şiddet ve terör anlayışının yerleşmesine karşı bugüne kadar ki çabalarını bundan sonra da sürdüreceklerdi. ” Dilekleri, “Bu ve buna benzer olayların bir daha yaşanması istenmiyorsa, her cinayetten sonra tekrar edilen ‘Pazar ayini’ gibi ‘şiddeti lanetlemek’ mantığından da kurtulmak gerekiyordu. Olayın ve sorumluların üstüne gidilmeli, bu tür gelişmeleri engellemek için somut adımlar atılmalıydı. ” Açıklama, “Bu konuda tüm sol örgütlerin ortak çabasını bekliyoruz” sözleriyle bitiyordu. Avrupa’da Dev Genç ise duyurusunda olayın “Bütünü ve sonucuyla tamamen olumsuz ve üzücü olduğunu” vurguluyor, “Bizler eskiden olduğu gibi şimdi de bu tür şiddete yönelik çatışmaların karşısındayız” deniyordu.
Sonuç
Kimin kimi öldürdüğü, hangi taraftan kaç yaralı olduğu, birilerince dağıtılmak, diğerlerince alınmak istenmeyen bildirinin hangi içerikte olduğu altında kimlerin imzasının bulunduğu vs. vs. gibi ayrıntılar, bir anda son bulan bir devrimci yaşamının yerine konulamazlığıyla ölçülebilir miydi? Tetiği çeken elin sahibi belki bulunacak, belki bulunmayacak, daha nice bildiriler, duyurular yayımlanacak, protestolar yağacak ve törenler düzenlenecek. Ama bunların hiçbiri bir devrimci elinin bir devrimci yaşamına son vermesi çirkin gerçeğinin üzerindeki utanç örtüsünü kaldıramayacak.
Gerçek olan Aydın Erol’un artık aramızda olmayışı. 24 Ekim günü keşke hiç yaşanmasaydı.
Devrimci Yol çevresine yakın Türkiye’de yayınlanan Haftalık “Yeni Gündem” Dergisi de 1 Kasım 1987 tarihli 87. sayısında Aydın Erol’un ölümünü haber yapmıştı. Murat Çelikkan tarafından kaleme alınan “Anlamsız Çatışma, ağır sonuç Aydın’ın ölümü” başlıklı yazıda olay şöyle anlatılıyor:
23 Ekim Cuma, Aydın Erol için her zamanki gibi, yani oldukça yoğun ve yorucu bir gündü. “Sürgünde Sanat”ın provaları için güne erkenden başlamıştı. Saatler süren prova çalışmaları sonrası kurucularından olduğu “Türkei Information” bürosuna uğradı. Türkiye’de hala sürmekte olan sol örgütlerin davalarıyla ilgili bir dayanışma kampanyasının ilk hazırlıklarıyla uğraşılıyordu. Çalışmalara katıldı. Daha sonra Hamburg Göçmenler Derneği’nde monte edilmesi gereken bir “layout” masasıyla uğraştı, masanın hazırlanması bitmeliydi, çünkü Göçmen’in o gün baskıya girmesi gerekiyordu. Gecenin 12’sinde çalışmayı bıraktı. Bir arkadaşının, kendisi için de sürpriz olan doğum günü yemeğine uğramaya karar verdiler ve böylece yabancıların yoğun olarak yaşadığı bir bölge olan Sternchanze semtindeki Emek Restoran’da gidildi.
Lokantada hemen hemen bir tek masa kalmıştı. Doğum günü kutlamaları bitmek üzereydi. Masada bazı Devrimci Yol taraftarı mülteciler, Hamburg Göçmen çevresinden bazı simalar ve bir iki GAL (Yeşiller, Alternatif liste) üyesi sohbet ediyorlardı ve herkes yaklaşık iki saat önce yaşanmış tatsız olayı unutmuş görünüyordu. İki saat kadar önce Hamburg’da Devrimci Sol taraftarı olduğu bilinen üç dört kişilik bir grup bir toplantı bildirisi dağıtmak için lokale girmişler ve bildiri dağıtmaya başlamışlardı. Masaya bırakılan bildirinin altında PKK kitle örgütünün imzasının görülmesiyle masadakiler bildiriyi almak istememiş, “Bizleri tanıyorsunuz, PKK’nın arkadaşlarımızı öldürdüğünü biliyorsunuz, bu tür bildirileri bize vermenizde kasıt var” demişler, tartışma büyümeden lokantacının ve çevredekilerin müdahalesi ile yatıştırılmıştı. Aydın Erol’un lokantaya gelmesinin üstünden yarım saat geçmemişti ki, bildiri dağıtan kişiler 7–8 kişilik bir grup halinde içeri girdiler lokantada Aydın Erol ve arkadaşları dışında kimse yoktu. Aralarında Erol’un da bulunduğu üç kişi olay çıkmaması için gelen grupla konuşmak üzere yanlarına gitti. Aydın Erol, Almanya’daki tüm ilticacı solcular tarafından tanınan, sevilen biriydi ve doğası ve inançları gereği böyle bir olayda aracılık edecekti. Solcular arasındaki mücadelenin ideolojik platformda çözülmesi gerektiğine inanıyor ve bunu savunuyordu.
Bu arada konuşmaya gidenlerden bir kızın başına bir sopa indirildi. Olaya müdahale etme fırsatı bulunamadan kargaşada Aydın Erol yere düştü. Sonuçta Erol ve bir Devrimci Sol taraftarı hastaneye kaldırılıyor ve üç Devrimci Sol taraftarı ve Aydın Erol’un arkadaşlarından ikisi polisçe gözaltına alınıyordu.
Onlarca kişi kaldırıldığı hastaneye gidiyor, ancak doktorlar birinci dereceden bir yakını gelmedikçe bilgi vermiyordu. Yalnızca “kendinde olmadığını” söylüyorlardı. Nihayet Aydın’ın hayat arkadaşı bulundu ve hastaneye getirildi. Doktorlarla görüşmeden sapsarı bir yüzle çıktı. Bekleyen arkadaşlarına Aydın’ın beynine oldukça derin bir kurşun saplandığını, müdahale yapılamadığını, doktorların da kalbin durmasını beklediklerini söyleyerek yığıldı… Beklediler. Gün ışıdı ve haber geldi, Aydın Erol’un kalbi durmuştu. Sevgi ve mücadeleyi benliğinde bütün sıcaklığı ve bütün kararlılığıyla birleştiren bir Aydın dinmişti.
Yavuz Aydın Erol
Aydın Erol, arkadaşları arasında Yavuz adıyla tanınıyordu. Yavuz Aydın Erol’un yaralandığı duyulduğunda Avrupa’nın birçok ülkesinden insanların Hamburg’a koşması, Türkiye’deki birçok insanın da çaresizlik içinde haber beklemeye başlamasıydı önemli olan. Aydın Erol Türkiye’de devrimci mücadele içinde belki mitoslaşmamış bir kişiydi, ama mücadele arkadaşları onu bir çağdaş Kamo olarak anımsıyorlardı. Sabahlara kadar süren sanat ve sosyalizm tartışmalarının yanı sıra mücadelenin en ön saflarında mütevazı bir biçimde yer almıştı. 12 Eylül sonrasında birçok devrimci gibi gözaltına alınmış, işkencelerden geçmiş ve serbest bırakılmıştı. Bu dönemde Devlet Tiyatroları’nda bale sanatçısı olarak görev yapıyordu. 12 Eylül sonrasında bir ara Suriye’deki bazı kamplarda bulunmuştu. Bu kamplarda katı disiplinli eğitim çalışmaları sırasında, dayanamayıp kalkıp yaptığı bale figürleriyle pek çoklarını nasıl şaşırttığı anımsanıyordu. Aydın Erol daha sonra F. Almanya’daki yaşamı sırasında insanların “Şimdi bu konuda ne yapabiliriz?” dedikleri her durumda bir büyücü gibi ortaya çıkıp getirdiği çözümlerle de anımsanacaktır. Almanya’daki Türkiyeli politik mülteciler kadar, Şilili mülteci dostları da, onun birkaç insanın yaşamı anlamına gelen çalışmalarını unutmayacaklardı.
“Sol içi “çatışma”
Aydın Erol’un ölümünden sonra gözaltına alınanlardan Yusuf U. adlı arkadaşı dışındakiler serbest bırakılmıştı. Yusuf U. ’nun avukatı da gözaltı süresinin uzamasına neden olarak Devrimci Sol’dan birinin ifadesinin geçerli olamayacağı, çünkü ifade sahibinin taraf olduğunu belirten itiraz dilekçesini savcılığa vermişti. Polis hiçbir açıklama yapmamıştı. Aydın Erol’un ölümü, bugün ortaya çıkan verilen ışığında bilinçsiz bir provokasyonun sonucu olarak görülüyordu. Zayıf bir olasılıkla bir kaza söz konusuydu belki de. Bu olayda Alman gazetelerinin yazdığı gibi PKK parmağı söz konusu değildi. Ama PKK’nın dolaylı bir rolü yok muydu? Aydın Erol’un öldürülmesi konusunda değerlendirme yapanlar PKK’nın Avrupa’da 11 kişiyi öldürmesiyle, özellikle Kürşat Timuroğlu’nun öldürülmesiyle sol içi tartışmaların terörize edildiği görüşündeydiler.
“Biz değil onlar”
Olaya sebep oldukları iddia edilen Devrimci Sol taraftarları 27 Ekim’de Avrupa Dev–Genç’in imzalı bir bildiriyle beş arkadaşlarının söz konusu lokalde, Göçmen diye adlandırılan 15-20 kişilik bir grubun saldırısına uğradıklarını, bildiri dağıtmak ve bağış toplamak amacıyla lokale ikinci kez gittiklerinde saldırının “lümpen grup tarafından yinelendiğini”, saldırı sonucu arkadaşlarının yaralandığını, Aydın Erol’un da “sarhoş saldırganlarca vurulduğunu” öne sürüyordu.
Aydın’ın mücadele arkadaşları ise, Aydın Erol’un bir grup Devrimci Sol taraftarının yaptığı bir saldırı ve provokasyon sonucu öldüğünü ve olayın “bir mantığın, bir anlayışın, sol hareket içinde kökü kazınması gereken bir zihniyetin” ürünü olduğunu belirtiyor, olayın “fikir ayrılıklarını kaba kuvvetle, şiddetle çözme mantığı”ndan kaynaklandığını açıklıyordu.
Federal Almanya’daki bazı gruplar ve dernekler de ortak tavır alıyor, Devrimci Sol’u kınayarak, “Bizler sol hareket içinde şiddet ve terörü kullanmayı meşru gören ve göstermek isteyen her türlü anlayışı şiddetle kınıyoruz” diyorlardı. Ortak bildirinin altında Devrimci Yol taraftarları, Hamburg Göçmenler Derneği, Türkiye Infonrmation Büro, Hamburg Kültür Laden, Hamburg Halkevi, Komkar ve KKDK’nın imzası bulunuyordu. Devrimci İşçi Hannover bürosu da Yeni Gümdem F. Almanya muhabiri Metin Dahman’a bir açıklama yapıyor. Aydın Erol’a sahip çıkıyor ve öldürülmesini kınıyordu. Açıklamada Aydın Erol için “Birkaç yıldır hareketimiz saflarında yaşanan bir değişikliğe bağımlı olarak bir yönelim yapmış olsa da, devrimcilere saygısını ve inancını korumaya çalışan kişilerden biriydi” değerlendirmesi yapılıyor. “O, yaratılan sorumsuz provokasyon ortamının kurbanı oldu” deniyordu. “Ölümünde şu veya bu şekilde rolü olan grup ve kişileri kınıyoruz. Bunlardan tam ve doğru açıklama bekliyor, sergilenen sorumsuzluğun hesabını vermelerini istiyoruz. ”
Daha insanca yaşamdan yana olan herkes için bir önemli kayıp bir acı, bir eziklikti Aydın Erol. Hafta başında Ankara’ya gelmesi beklenen cenazesinde yine yüzlerce kişi yoğun bir acıyı yaşayacaktı, ama şimdi önemli olan Aydın Erol’un yaşamında savunduğu “sosyalistler arasındaki tartışmaların şiddete başvurulmadan çözülmesi gerektiği” görüşünün daha çok sayıda insan tarafından benimsenip benimsenmeyeceğiydi.
Türkiye’deki Devrimci Yolcuların Olaya Bakışı
Türkiye’deki Devrimci Yol taraftarları da olayın duyulmasından sonra Devrimci Sol’a yönelik suçlamalar yapmışlardı. Bir çok üniversitelerde Dev–Yol taraftarları tarafından dağıtılan Devrimci Gençlik imzalı bildirilerde Devrimci Sol’a yönelik bir çok suçlamalar yer almaktaydı. Bildirilerde Dev–Sol “karanlık çete, lümpen maceraperest grup” olarak suçlanmaktaydı.
Devrimci Yol taraftarı Aydın Erol’un ölümü üzerine Mamak Cezaevi’nde tutuklu bulunan Devrimci Yol lideri Oğuzhan Müftüoğlu ve örgütün önde gelen isimlerinden Nasuh Mitap’ın 2000’e Doğru Dergisi’nin 1–7 Kasım 1987 tarihli 45. sayısında yayınlanan ortak açıklaması şöyleydi:
Sevgili kardeşimiz, can dostumuz Aydın Erol, senin insanlık sevgisiyle dopdolu, iyiye ve güzele tutkun, coşkulu, mücadeleci, yüreğini durduran elere lanet ediyoruz. Senin güzel, onurlu ve örnek alınacak yaşamını sona erdirenler bilsinler ki bizlerin de yüreğinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtılar. Rahat uyu sevgili Aydın. Bizler yaşadıkça, bizlerle birlikte taptaze, canlı biçimde aydın olarak içimizde yaşamaya devam edeceksin. Hepimizin başı sağ olsun.
Devrimci Yol Davası Sanıkları Adına
Nasuh Mitap ve Oğuzhan Müftüoğlu
Devrimci Yol Davası sanıklarından Ayşe Pekdemir’in de Aydın Erol olayıyla ilgili açıklaması 2000’e Doğru dergisinde şöyle yer aldı:
Bu sol içi çatışma olarak görülmemeli
12 Eylül sonrası toplumsal muhalefet egemen güçler tarafından her düzeyde yoğun bir bombardımana tutuldu. Esas olarak baskı ve demagojiye dayanan bu bombardımanla toplumsal muhalefetin meşruluğu yok edilmeye çalışıldı. Demagoji unsuru günün ve geçmişin gerçeklerinin tümüyle çarpıtılması, devrimcilerin, solun ne yapmak istediğinin, kimler olduğunun bütünüyle çarpık olarak sunulmasına, bu şekilde benimsetilmeye çalışılmasına dayanıyordu. Gerçekten devrimcilerin hiçbir dönemde katılmadıkları, karşı oldukları, devrimci mantıkla bağdaşmayan kimi çatışmalar sol içi çatışmalar olarak gösterildi, gösterilmeye çalışılıyor. Herkesin lanetlediği, dün de bugün de devrimci mantık olmadığını haykırdığı, Aydın Erol’un saldırı sonucu öldürülmesi olayını, sol içi çatışma olarak göstermeye çalışmak, egemen ideolojiye hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Ailece Devrimci Yol taraftarı olan Akçam ailesinde anne Perihan Akçam Aydın Erol’un ölümüyle ilgili 2000’e Doğru dergisine şunları anlatıyordu:
Aydın’ı Üç Yaşından Beri Tanırdım
Sanırım Taner’in yaş günü için bir araya gelmiş arkadaşları. Yiyip içmişler. Sohbet etmişler. Bu sırada bir grup Dev–Solcu bildiri dağıtmak için yanlarına gelmiş ve bizim çocuklar PKK imzası olduğu için almak istememişler, “biz sizin bildirinizi almıyoruz, PKK’nın eylemlerini onaylamıyoruz, geçen sene arkadaşımızı öldürdüler” demişler.Yani ayaküstü bildiriyle ilgili tartışıyorlar. Sonunda bildiriyi alıyorlar, ama “bir daha bizi rahatsız etmeyin” diyorlar. O sırada Aydın yanlarında yokmuş. Bir süre sonra Aydın geliyor ve aradan kısa bir süre geçtikten sonra kalabalık bir grup ellerinde sopalarla, bıçaklarla ve tabancalarla içeriye giriyor. Masanın üzerinde bir şişe duruyormuş, onu alıp oturan bir kız arkadaşlarının kafasına vuruyorlar. Kavga çıkıyor yani. Bu sırada silahlar bir el ateş ediyorlar. Nişan alarak. Çocuk gidiyor, ölüyor Aydın. Ben Aydın’ı küçüklüğünden beri tanırdım. Çocuklarımdan farklı değildir. Aydın’ın babasıyla Kırıkkale’de aynı okulda öğretmenlik yaptık. Üç yaşından beri tanırdım. Cahit’le yaşıttır Aydın. Beraber sokakta oynarlardı. Çok severdim, çok üzüldük.
Dev–Sol’un Aydın Erol Ölümüne Bakışı
Gerek Avrupa’daki, gerekse Türkiye’deki Dev–Sol taraftarları yayınlamış oldukları bildirilerde Aydın Erol’un kendilerince değil Dev–Yol mensubu arkadaşı tarafından kaza kurşunuyla öldüğünü ileri sürdüler. Devrimci Yol tarafından kendilerine karşı yapılan suçlamalara o günlerde yeni yayınlanmaya başlayan “Yeni Çözüm” adlı dergilerinde cevap verdiler. Yeni Çözüm dergisinde Aydın Erol cinayetine değinilerek olayda “provokatör hareket” olarak gördükleri Devrimci Yolcular suçlanmaktaydı. Dev–Sol’un cezaevindeki lideri Dursun Karataş ve örgütün üst düzey yöneticileri de dışarıya gönderdikleri mesajlarda ve yaptıkları açıklamalarda Aydın Erol’un ölümünden sorumlu olmadıklarını söylüyorlardı. Devrimci Sol’un Metris Cezaevi’nde bulunan yöneticilerinden Dursun Karataş, Bedri Yağan ve Sinan Kukul’un Aydın Erol olayıyla ilgili ortak açıklaması aynen şöyleydi:
12 Eylül öncesi bulaştıkları sol içi çatışmaların devrimci harekete verdiği zararları hala anlayamayan bazı siyasi gruplar, sol içi çatışmaları önlemek için her zaman ideolojik pratik mücadele bayrağını tüm samimiyeti ile taşımış Devrimcileri, bu suçlarını ortak etme niyetlerini, Aydın Erol olayı ile bir kez daha açığa vurmuşlardır.
Olay, gerçekleştiği haliyle kalmamış, basındaki kimi sorumsuz kalemler de, Devrimcileri, bu batağa çekme kampanyasına duygu sömürüsü yaparak katılmışlardır.
12 Eylül öncesi sol içi çatışmaların yanlışlığının özeleştirisini vereceklerine medet umdukları yangına körükle gidenler, bu olayı dar çıkarları için utanmazca kullananlar, iyi bildikleri ama uzun zaman saklayamadıkları bu gerçeği kamuoyuna da mal olmasıyla hüsrana uğramışlar, dillerinden, kalemlerinden akan zehirle bir kere daha kendilerini öldürmüşlerdir.
Tıpkı A. Erol gibi…
A. Erol Olayı ve Gerçekler
Ekin ayı içinde Hamburg’da bir Türk lokalinde meydana gelen olayda Aydın Erol isimli bir yurtsever yaşamını yitirdi. Bu olay ilerici, demokrat kamuoyuna değişik biçimlerde aktarıldı. Gerçeği yansıtmayan anlatımlarla ilerici, demokrat kamuoyu yanıltıldı.
Hamburg’da meydana gelen bu olay, geçmiş sol içi çatışmalarda sicili oldukça kabarık kimilerince, siyasi istismar aracı yapılmış, siyasi varlıklarının unutulmaması için bir sıçrama tahtası olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Yine geçmiş sol içi çatışmalarda sorumlulukları tescillenmiş kimi çevreler, bu olayı çarpıtarak devrimci çizgiyi karalamak, şaibe altına sokmak çabasına girişmiştir.
Onlarca çağrıya rağmen, geçmişin olumsuzluklarını sağlıklı bir temelde ele alıp sorgulamak sorumluluğundan kaçan ve geçmişten hiçbir ders çıkarmayan bu çevrelerin duygularını, tavırlarını anlamakta güçlük çekmiyoruz. Çünkü onlar, geçmiş olumsuzlukların yaratıcıları, ellerini devrimci kanına bulamış sorumsuzlar olduklarını gayet iyi bilmektedirler. Geçmişin olumsuzluklarının sorgulanması demek, kendi geçmişlerinin sorgulanması anlamına gelecektir. Bu nedenle çağrılara hep kulak tıkamayı yeğlemişlerdir.
Bu çevreler Aydın Erol’un ölüm olayını; sol içi çatışmalarda bir çok acı kayıp vermesine rağmen, karşılık vermeyi düşünmemiş, elini devrimci yurtsever kanına bulamamış, tek bir ilerici yurtseverin ölümüne yol açan olayda taraf olmamış, bu tür çatışmalarda her zaman soğukkanlı ve sorumlulukla hareket etmeyi bilmiş “devrimci çizgiyi” karalamak için ele geçen bir fırsat sayıp kullanmak istemiştir.
Biz, söz konusu bu çevrelerin yaklaşımından çok, kamuoyuna gerçeği açıklamak sorumluluğunu taşıyan siz ilerici demokrat basının tavrı üzerinde durmak istiyoruz.
Aydın Erol’un ölümü olayında siz hiçbir araştırma yapma gereği duymadan (yada gerekli araştırmaları yapmak sorumluluğunu duymadan), objektif olmaktan uzak, tarafgir bir yaklaşım sergilediniz. Bu konudaki sözlü yazılı uyarılarımıza kulak tıkadınız. Daha önce size yazdığımız mektupta, gazeteciliğin objektif olma kuralına uymanız gerektiğini hatırlattık.
Yayınlarınızda düzeltme yapma yoluna gitmediğiniz gibi, yayınlarınızda itham dolu yorumlara, demeçlere yer vermeye devam ettiniz. Sayısız ilan yayınladınız. Bunların bir kısmında, üstü kapalı olarak devrimciler hedeflendi. “Karanlık güçleri lanetliyoruz” denildi. Buna karşılık bizlerin, olayın gerçek yanlarına dikkat çekmek isteyen ve tüm ilerici yurtseverleri sorumluluğa davet eden ilanlarımızı kabul etmediniz.
Güneş balçıkla sıvanamaz, gerçeklerin açığa çıkması engellenemez.
Aydın Erol’un ölümü ile ilgili bizlerin anlatmaya çalıştığı gerçekler, Hürriyet gazetesinin 4 Aralık 1987 tarihli haberiyle hiçbir yanlış anlamaya yer bırakmayacak şekilde bir kez daha açığa çıkmış bulunmaktadır. “TAGES ZEİTUNG” gazetesinde yayınlanan mektupta Yılmaz Ulusal, “yanlışlıkla kendi arkadaşını vurduğunu” açıklayarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş, bu tutumuyla olayı siyasi istismar konusu yapanların hevesini kursaklarında bırakmıştır.
İlerici demokrat bir yayın organı olarak gördüğümüz gazete ve dergilere bir kez daha sesleniyoruz: Başlangıçta çeşitli nedenlerle olaya yaklaşımda gereken hassaslığı göstermemiş olsanız da, dürüst objektif, demokrat gazeteciliğin bir gereği olarak yaptığınız hatayı düzeltmelisiniz.
Bu tür olumsuzlukların engellenmesini istiyorsak, olayların üzerine sorumluluk duyarak ve objektif bir yaklaşımla gitmeli, gerçekleri gizleyen tek yanlı anlatımlardan, duygu sömürüsüne yol açacak aktarımlardan kaçınılmalıdır. Aksi tavır, sorumsuzlukları engellemeye değil, körüklemeye hizmet eder. Gelecekte daha büyük acılar yaşanmak istenmiyorsa, yapılması gereken budur.
Daha önceki haberlerinizi, ortaya çıkan gerçekler ışığında düzeltmenizi diliyor, bu konuda gereken hassasiyeti görmenizi bekliyoruz.
Metris’teki bir kısım tutuklu adına
Dursun Karataş
Sinan Kukul
Bedri Yağan21
DHKP-C taraftarı VATAN Dergisi:
“Taner Akçam’lar sola ders vermekten önce kendi suçlarının hesaplarını vermek zorundadırlar.”
Gazeteci Can Dündar’ın 9-12 Ocak 2002 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde 4 gün süren Taner Akçam’la yaptığı röportaj Türk solunda büyük ses getirmişti. Manşetten verilen “Sol Geçmişiyle Hesaplaşıyor” başlıklı röportajda 12 Eylül öncesi Türk solunun en büyük ve en güçlü hareketi olan Devrimci Yol, bu örgüt içerisinde önemli görevler ifa etmiş olan Taner Akçam’ın ağzından anlatılmaktaydı. Taner Akçam’ın Dev–Yol’u ve kendisini anlattığı röportaj sol çevrelerde Devrimci Yol propagandası olarak algılandı. Devrimci Yol’a düşman olan bir çok sol grup bu röportaj dolayısıyla Can Dündar’a ve röportajda söylediği açık fikirlerden dolayı Taner Akçam’a şiddetli tepki gösterdi. Akçam’a tepki gösteren sol gruplardan biri de DHKP-C idi. Bu örgütün propagandasını yapan Vatan Dergisi Akçam’ın, röportajda Devrimci Hareket ve Sosyalizmle ilgili söylemiş olduğu görüşlerden ve Taner Akçam’ın Can Dündar’a arkadaşı “Aydın Erol”un kaza kurşunuyla öldüğünü anlatan sözlerinden yola çıkarak Akçam’a ve Dev–Yol’a ağır suçlamalarda bulunuyordu. Vatancılara göre geçmişte Aydın Erol’un ölümünden dolayı kendilerini suçlayan Dev–Sol’a “karanlık çete”, diyen, başta Oğuzhan Müftüoğlu olmak üzere Taner Akçam ve diğerleri Devrimci Sol’dan özür dilemek zorundaydı. Aksi halde onlar devrimci hareketin yüz karasıydı. Vatan Dergisi’nde Dev–Yol’u ve Taner Akçam’ı eleştiren 15 yıl sonra tekrar Aydın Erol olayını anlatan “Sahte Solcular Sahte Demokratlar” başlıklı yazının tam metni şöyledir:
Sahte Solcular Sahte Demokratlar
9–12 Ocak tarihleri arasında Milliyet Gazetesinde bir yazı dizisi yayınlandı. Dizinin iddialı bir başlığı vardı: “Sol Geçmişiyle Hesaplaşıyor”.
Ama başlığın altında sol yoktu. “Sol” olarak kabul edilmesi istenen biri vardı.
Dizinin tamamı Can Dündar’ın eski DY liderlerinden Taner Akçam’la yaptığı röportajdan oluşuyordu.
Halen Amerika’da “misafir öğretim üyesi” olarak bulunduğunu öğrendiğimiz Taner Akçam, dönüyor dolaşıyor, “muhasebe” adına solu, devrimcileri suçluyor. Devrimcilerin demokratik olmadıklarından, insan haklarına saygı göstermediklerinde, özgürlükçü olmadıklarından dem vuruyor.
O kadar çok demokratlıktan, demokrasiden, özgürcülükten, insan haklarından söz ediyor ki, Taner Akçam’ı tanımasak, geçmişte yer aldığı siyasi hareketi tanımasak, geçmişte içinde yer aldığı siyasi hareketi tanımasak, karşımızdakinin gerçekten de böyle olduğuna inanacağız!
Röportajda geçmiş bir çok olaydan söz ediyor Akçam. Keyfine göre, kimini tüm boyutlarıyla anlatırken, kimini geçiştiriyor. Geçiştirdiği olaylardan birini biz çok iyi hatırlıyoruz. Bu olay, Aydın Erol adlı bir Devrimci Yolcunun öldürülmesi olayıdır.
Taner Akçam, kendisini öldürmek istediğini iddia ettiği PKK’lıların “kendisi yerine” Kürşat Timuroğlu’nu öldürülmesinin ardından Aydın Erol’un “kazayla vurulmasının” kendisini en çok etkileyen olaylar olduğunu söylüyor. “Dönmeye” ondan sonra karar vermiş.
Taner Akçam, Aydın Erol olayını geçiştiriyor, çünkü sadece bu olayı, öncesi ve sonrasıyla anlatması halinde bile, demokratlıktan, özeleştiriden, muhasebeden bahsetmeye ne hakkı, ne de yüzü olmadığı açığa çıkacak.
Aydın Erol olayının üzerinden uzun zaman geçti. Bir çok kesim biliyordur, bilenler hatırlamıyordur. Ama siyasal tarih unutmaz.
Aydın Erol Olayı; Kaza ve Kasıt!
Olayı ve ülkemizdeki yansımalarını kısaca hatırlatalım.
Aydın Erol, Almanya’da vurularak öldürüldü. Yıl, 1987. Sarhoş bir grup Devrimci Yolcu, Devrimci Solcuların bir kafede bildiri dağıtmalarını engellemek ister. Sözlü sataşmadan sonra, silaha sarılır ve Devrimci Solculara ateş açarlar. Bu ateş sırasında Aydın Erol isimli Devrimci Yolcu vurulur… Olay, Aydın Erol’u Devrimci Solun vurduğu şeklinde yansıtılır.
Bunun üzerine, Türkiye’de Devrimci Sol’a karşı yoğun bir karalama kampanyası başlatılır.
O güne kadar Mamak’tan dışarıya tek bir ses vermemiş, hiçbir konuda gazetelere ilan verme ihtiyacı duymamış DY liderleri, “Karanlık eller” edebiyatıyla Devrimci Solu suçlayan ilanlar verirler.
Oğuzhan Müftüoğlu imzalı ilan, karalama kampanyasının işaret fişeği rolünü oynar.
DY’nin akıl hocası Murat Belge Devrimci Sol’u karalayan yazılar yazar. 12 Eylül’den beri siyasi arenada görülmeyen gruplar piyasaya çıkıp açıklamalar yapar, “sol içi şiddet”, “karanlık eller” vb. diyerek devrimci hareketi “kınarlar”!
Ülkede bütün bunlar olurken, başlarında Taner Akçam’ın bulunduğu yurtdışındaki DY’liler tabii olayın gerçeğini bilmektedirler. Ama fırsatçılıkta, iftiracılıkta ülkedeki şeflerinden geri kalacak değiller ya!
Gerçeği bile bile, bu karalama kampanyasının sürüp gitmesine katkıda bulundular. Devrimci Sol’cuların “olay böyle değildir. Araştırın” açıklamaları bu çevrelerin bir kulağından girip ötekinden çıkar.
Aradan aylar geçer ve sonunda Aydın Erol’u vuran Yılmaz adlı Devrimci Yolcu, Almanya devletini itirafta bulunur.
Özür dilemesini, özeleştiri vermesini bilmeyen “özgürlükçü demokrat”lar!
Sonra mı? Ne daha sonra ÖDP’nin başını çekecek olan Oğuzhan Müftüoğlu, ne bunların akıl hocası Murat Belge, ne de şimdi demokratlıktan, insan haklarından dem vuran Amerikan üniversitesinde öğretim üyesi Taner Akçam, hiçbir düzeltme yapmadılar. Özür dilemediler.
Ülkemizdeki burjuva basın bile gerçeği yazmasına rağmen, bunlar, gerçeği açıklamaya yanaşmadılar.
Taner Akçam, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, hala geçiştiriyor olayı: Hala o “kaza”ya yol açan mantığı ortaya koymuyor.
Aydın Erol’un vurulduğu an bir kazaydı belki, ama öncesi (DY’nin siyaset yaptırmama politikası) ve sonrası (Devrimci Sol’un karalama kampanyası) kasıtlı, bilinçli bir tercihti. Bu tercih, sözü geçenlerin siyasi kişiliğini de yansıtır.
Devrimci Sol’a saldırı, devrimciliğe saldırıydı.
Akçam, Müftüoğlu yıllarca sol içi şiddete başvuran bir hareketin yöneticileri olarak nasıl da birden “sol içi şiddet” karşıtı oluvermişlerdi? Geçmişte döktükleri kanın özeleştirisini mi vermişlerdi burada?
Hayır. Böyle bir özeleştiri de yoktu ortada.
Ama 1987–88’lerin Türkiye’sinde onların meselesi “sol içi şiddet”te değildi zaten. (eğer öyle olsaydı, en azından olayı araştırma, soruşturma, gerçeği öğrenme çabası gösterirlerdi. Diyelim göstermediler, gerçek açığa çıktığında, özür dilemesini bilirlerdi. Ama ne biri ne öteki olmadı. Dediğimiz gibi onların meselesi farklıydı.)
O dönem DY tasfiyeciliği, düzen içine yerleşmenin hesabını yapmaktadır. Bu yolun taşları, Mamak hapishanesindeki teslimiyet tavrı ve DY mahkemesi sırasındaki savunmalarla, açıklamalarla döşenmiştir. Düzen içine sancısız yerleşmenin yolu ise, devrimci örgüt anlayışını, silahlı mücadeleyi, kısacası devrimciliği tasfiye etmekten geçmektedir.
O günün Türkiye’sinde tek örgütlü hareket Devrimci Sol’dur ve DY yönetiminin tasfiye etmek istediği tüm değerler, Devrimci Sol’dan temsil edilmektedir. Devrimci mücadelenin gelişimi, DY liderlerinin, Murat Belgelerin tasfiyeciliğinin önüne bir engeldir. İşte bunun için Aydın Erol olayının üzerine adeta balıklama atlayıp, yalan, iftira, karalama üzerinden devrimciliğe, devrimci şiddete, devrimci örgüt anlayışına karşı bir kampanya sürdürülür.
“Karanlık eller” edebiyatı, düzene uzanan elleri gizliyor
Bu kampanyada Oğuzhan Müftüoğlu’ndan diğerlerine kadar hemen herkesin “şiddet karşıtlığı”nı, “karanlık eller” kavramını bayrak yapmış olması önemlidir. Gerçekte bu, 12 Eylül cuntasından sonra cunta savcılarının, burjuva ideologlarının ve Aydınlıkçı karşı–devrimcilerin kullandığı bir kavramdı. Silahlı, illegal devrimci örgütlenmelerin hepsinin gizli servisler tarafından yönetilen karanlık örgütler olduğu, kullanıldıkları tezini işliyorlardı durmadan.
Bu tezlerin propagandaların asıl amacı, cuntanın kitlelerde yarattığı “örgüt fobisi”ni büyütmek, devrimci örgütlere ve örgütlenmeye karşı güvensizliği, kuşkuyu geliştirmekti.
Burjuvazi, 12 Eylül öncesi yaşanan “sol içi şiddetin” ise, kitlelerde devrimcilere karşı bir güvensizlik yarattığını biliyor ve şimdi bu güvensizliği, sol içi şiddete hiç bulaşmamış bir harekete, Devrimci Sol’a yönlendirmeye çalışıyorlardı.
Ortada “karanlık” hiçbir şey olmamasına, “kanlı el”in sahibinin ise, kendi adamlarının olmasına ve bu gerçeği bilmelerine rağmen, “karanlık eller” ve “sol içi şiddet” edebiyatını sürdürdüler.
Çünkü bu kavramlar, düzen içinde legalleşmeyi hedefleyen DY’lilerin amaçlarına uygundu.
Bunlar mı Demokrat?
Taner Akçam, Oğuzhan Müftüoğlu, Murat Belge, aynı zihniyetin savunucularıdır. 1980 öncesinde Birikim Dergisinden DY’a akıl hocalığı yapan Murat Belge, DY’nin ÖDP’ye ve “Avrupacılığa” çevrildiği dönemde de aynı misyonunu sürdürmüştür.
Şimdi hepsine bakıyorsunuz da, hepsi de ne kadar demokrat, ne kadar çok özgürlükçü, ne kadar çok “şiddet karşıtı” kesilmişler.
Bunlar demokratlığı, insan hakları savunuculuğu bu kadardır işte. Beyinlerinin içinde zerre kadar demokratlık yoktur. Zerre kadar özgürlükçü değillerdir. Bunlar, düzen içinde yer almanın anahtarlarıdır sadece. Anahtarı bir o yana bir bu yana çevirip duruyorlar.
Taner Akçam’a basın; sola demokratlık, insan hakları, şiddeti mahkum etme dersleri verilirken bile, hala bir Aydın Erol olayının, devrimci kanına bulaşık geçmişlerinin özeleştirisini vermiyor.
Yine güç olsalar, yine benzer koşullarda olsalar, sola karşı aynı yöntemlere başvurmayacaklarının hangi garantisi var? Özeleştirinin olmadığı yerde, güven olur mu?
Bunların demokratlığına ne kadar inanabilir?
Zaten, sözünü ettikleri tarzda bir demokratlıktan ne kadar uzak olduklarını, ÖDP pratiğinde de göstermiyorlar mı?
Çoğulculuk, Gökkuşağı projesi vb. deyip, sonra ölüm orucu konusunda farklı tavır alan bir kesime bile tahammül edemeyen, onları burjuva ayak oyunlarıyla tasfiye eden ÖDP tasfiyeciliğiyle, DY tasfiyeciliği, hem biçimde, hem özde aynıdır.
Eski DY ve bugünkü ÖDP, arasında çok büyük farklar yoktur. Siyaset yapma tarzı aynıdır. İkisi de tasfiyecilik çizgisini kesintisiz sürdürmüşlerdir. DY, THKP–C düşüncelerini tasfiyeyi öncelikli hedef yapmıştı. ÖDP de geçmişten kalan devrimci olan her şeyi tasfiye ediyor şimdi. 74’lerden beri, adım adım aynı çizgide yürüyorlar yani. Adım adım düzen içinde koşuyorlar.
Devrimci kanı dökmüş ellerini görmezden gel. Kendi cinayetlerini başkasına yık. En ufak bir farklılıkta tasfiyeye yönel! Senin politikalarını hayata geçirmek için binlerce militan ölsün, sonra sen “şiddete karşıyım” de. Ve halka hiç hesap verme.
Demokratlık ve insan hakları kültürünün yokluğundan şikayet ediyorlar. Hangi halka, hangi yüzle?
Doğan Medya’nın sayfalarından devrimcileri karalamak kolay!
Diyor ki Taner Akçam; “insan haklarında çifte standart hakim oldu. Siyasi cinayetler konusunda devlete yönelttiğimiz tepkiyi PKK’ya yöneltemedik.”
Bunları söyleyen adamın biraz dürüst ve tutarlı olmasını beklersiniz değil mi? Ama karşınızdaki Taner Akçam gibi biriyse, düşünceleri, görüşleri, vurguları çıkarlarına göre şekillenen biriyse, beklediğinizi bulamayacağınız kesindir.
“Siyasi cinayetler konusunda PKK’ya yönelemedik” diyen kişi, dört gün yargılanan konuşmaları boyunca, bir kez kendi siyasi cinayetlerine değinmiyor.
Hızını alamayıp “12 Eylül cuntasına karşı mücadele ettiğimiz gibi mücadele etmeliyiz PKK’ya karşı da” diyor. Ama yine kendileri, kendisi yok.
Bu Taner Akçam ve onun gibi düşünenler, devletin siyasi cinayetlerine” mesela 19–22 Aralık katliamına karşı ne gibi bir mücadele yapmışlar acaba?
Doğan Medya’nın sayfalarından PKK’ya, liderine küfretmek kolay, hadi 19–22 Aralık katliamcılarını da hak ettikleri kavramlarla suçlasa ya. Yapamaz.
Buna ne Doğan Medya izin verir, ne de Taner Akçam cesaret edebilir.
Döne döne PKK’nın Kürşat Timuroğlu’nu öldürtmesi üzerinde duruyor. PKK’yı kına, eleştir, biz de eleştiriyoruz, ama okun ucunu kendine de çevir bakalım.
PKK karar almış ve gerçekleştirmiş.
Ama Aydın Erol olayında, sen, “başkalarına siyaset yaptırmama politikan” sonucu katletmişsin ve katilliğini de başkasının üzerine yıkıyorsun. Cinayetini başkasının üzerine yıkarak, ondan siyasi çıkar umuyorsun. Solda yeni çatışmaların, karşılıklı düşmanlıkların tohumlarını ekiyorsun.
Peki Taner Akçam’ların gerçeği bilmesine rağmen, gerçeği açıklamamaları nedeniyle Türkiye’de veya Avrupa’da Devrimci Yolcularla Devrimci Solcular arasında kavgalar, çatışmalar çıksaydı ne olacaktı?
Belki de o zaman Taner Akçam’ların istediği tam da buydu. Bunun için gerçeği gizlediler, açıklamadılar.
Hala da geçiştiriyorlar. O günkü niyetlerini gizliyorlar, şimdiki niyetlerini gizledikleri gibi! “Farklı grupların, görüşlerin birbirine hoşgörüyle bakması” üzerine ahkam kesen Taner Akçam, o zaman böyle bir provokasyon ortamı hazırladığından söz etmiyor.
Liderlerinden biri olduğu Devrimci Yol, bu ülkede sol içi şiddete en çok başvurmuş, en çok devrimci kanı akıtmış örgütlerin başında gelir. Ama Taner Akçam’ın konuşmalarından bırakın bunun özeleştirisini, sözü bile edilmiyor.
Etmez.
Ettiği noktada, demokrasi, insan hakları özgürlükçülük sahtekarlığı olduğu gibi açığa çıkacaktır çünkü.
Kısacası, bu röportaj, sol için bir muhasebe değildir ama, Taner Akçam gibilerin, ÖDP gibilerin demokratlıklarını, özgürlük, örgüt içi demokrasi, insan hakları deyişlerinin ne kadar sahte olduklarını gösteren bulunmaz bir belgedir.
Bütün bu kavramların onlar için uygulanacak değil, düzene kendilerini kabul ettirmek için kullanılan bir malzeme olduğunu gösteren bir belgedir.
Bunun ötesinde, sol adına konuşmak, Taner Akçam’ların haddi ve hakkı değildir zaten! Solun muhasebesini yapmak da, Taner Akçam’lara düşmez!